Author

Merve Ceylan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Çok düşündüm, ne yazmam gerektiğini, neler anlatmam lazım, ne birikti içimde.

Bulamadım uzun süre. Meğer en çok bu birikmiş, bulamamak.

Bu öyle, alelade bir şey değil

Kaybettiğim tokam ya da kalemimden yana sıkıntım yok

Ben, umudumu bulamıyorum,

İnsanlığa, aşka, ruha ve yazmaya dair.

O kadar küskünleşiyorum ki kendime,

Uzaklaşıyorum her şeyden.

İnsanları kırıyorum, bibloların hepsi sağlam.

Dünyayı alsam sırtıma bu kadar ezilmem,

Canım yanmaz, küfretmem.

Şehir üstüme üstüme geliyor,

Neresinden başlasam hayatın, hep yarım kalıyor.

Bir şeyleri eksik bırakıyorum,

Belki de sorun budur, eksik bırakmak.

Tamamlama zahmetine bile girmeden bırakılıp gidilen her şey,

Nefes alıyor mu, kırıldı mı, unuttu mu ya da unutur mu diye düşünmediğimiz,

'Bak ben gidiyorum ama kalabilirim de' diyemediğimiz her şey,

Şarkıları, şiirleri armağan edemediğimiz,

Yetim bıraktığımız her şey.

Bir çocuğun gözyaşında boğuluyorum,

Bir güvercinin kanat çırpışında kesiliyor nefesim,

Bir gemi limana değil, kalbime yanaşıyor sanki

Ve yavaş yavaş köreliyorum.

Dünyada her ne olup bitiyorsa,

Göremiyorum.

Araf’a takılmış bir hayat benimkisi

Ne gidebiliyorum, ne de kalmaya mecalim var.

 

Öğrendim,

Dünyanın neresinde mutluluk varsa,

Orada ölüm var.

Hiç beklemediğin bir anda,

Dünyanın üzerine yıkıldığını hissetmeye başlarsın

Ve hayat işte tam da o sırada başlar.

Artık acılar da, umutlar da iki kat artmıştır,

Aradığın ama bulamadığın aşk, aramadığın halde karşılaştığın keder ruhunu büyüten iki birey gibi kurulmuştur yalnızlığının ortasına.

Geçmiş yakarken, gelecek kuşkulandırır ve her zaman aklında sadece bir soru olur, ‘bundan sonra ne olacak?’

Hiçbir şey olmadığını, aynı şekilde devam ettiğini anladığın an ilk büyük hayal kırıklığını da yaşamış olursun.

Hayatın böyle devam etmeyeceğini gördüğün zaman ise, artık, soyut ya da somut, önüne gelen her şeyi ve herkesi suçlamaya başlarsın.

İlk yanılgın da bu olur, dünyanın merkezi olduğun fikrin…

Dünya senin etrafında sadece senin için dönmüyor.

Çevrendeki kötülükleri gör, bil ve konuş diye dönüp duruyor, gözlerinin içine bakıyor.

Görmüyorsan, kör değilsin, duymuyorsan, sağır değilsin, sadece bencilsin.

Bunu biraz olsun aşabilmek istersen, sadece kendin için değil, herkes için güzel dilekler tut için, kayıp gitse bile kimsenin canını yakmayacak dilekler.

Hazır önünde yeni bir yıla girmenin fırsatı varken bunu iyi değerlendir.

Herkes için iste, herkes için konuş, herkesi savun ve herkesi sev.

Ölümün kolaylığını anlatmaya gerek yok, yaşamak biraz daha zordur ama en zoru yaşatmaktır.

Bir şeyleri, -umudu, sevgiyi, vicdanı- yaşatabildiğin sürece gözlerin kötülükleri değil, en çok iyilikleri ve güzellikleri görmeye başlayacak.

Unutma ki, kalbin, vicdanın doğrusu huzurun anahtarıdır.

Sen yaşattığın sürece yaşayacaksın da.

***

Ve sonunda 365 günü bir bardak suyu bitirir gibi bitirdik. Benim en büyük dileğim, daha çok okuyan, bilen, sorgulayan, kitabı seven, hırsızı, tecavüzcüyü savunmayan, adaletin adamına göre değil de gerçekten uygulandığı, cinsiyetsizlik boyutunda ilerleyebilmiş bir eşitlik, kavgadan, savaştan uzak, barışla, sevgiyle dolu, görmeyen gözün gördüğü, duymayan kulağın duyduğu, olmayan vicdanın geri geldiği, dünyanın acısını başkaları taşımasın diye sırtına alan koca yürekli insanların arttığı, umudun hiçbir zaman tükenmediği, güneşli günlerin altında aydınlık ve pirüpak yüzlerle her zaman ileriye, en ileriye yürüdüğümüz bir yıl olması…

Unutmadan, Noel baba yoktur.

Mutlu yıllar…

 

 



Siz hiç terk edildiniz mi?
Ben terk edildim.
Annem ve babam daha ben doğmadan kararlaştırmışlar, sonrasında da 'terk' koymuşlar adımı.
Gün gelir büyürsem umuduyla, alışık olmalıymışım bu isme, canımı yakmasın diye.
Nafile!
Bütün ayrılıkları sineme çektim, sakladım hepsini, büyüttüm usulca ve gönderdim hepsini yokluğa.
Sadakat midir bu bilmiyorum ama bir tek terk kaldı koynumda yılanlarla.
Üzdü, acıttı, kahır doldurdu da yine de en çok kendisini sevdirdi.
Yalan yok, çok sevdim bense, kıyamadım yüzünün masumiyetine.
Kalbimi verdim ki gittiği yerde üşümesin diye.

Evet, terk edildim.
İlk olarak bütün hüzünleri ektim yüreğime,
Sonra Allah'ın şerrinden korka korka ana avrat küfrettim pişmanlıklarıma.
Yılmadım.
Daha da pişman oldum.
Ama son kurşun sıkılana kadar ilerledim kendi sıratımda.
Ve sonra,
Sonra ne mi oldu?
Hiçbir şey.
Yine ben hayatta kaldım. O'ysa, "hayatta kalmam" diye diye harcadı kendini paralı vücutlarda.
Terk edildim ve çok iyiyim.
İsmimin en tepesinden atladım aşağıya, ölmedim.

Siz hiç aldatıldınız mı?
Ben aldatıldım.
En çok da kendi kendimi aldattım.
O var dedim, seviyor dedim, aşk işte o dedim, herkes gider o mutlaka kalır dedim.
Ve öyle bir inandırdım ki kendimi, şimdi sorsanız yine 'evet' derim, 'sevdi, çok sevdim!'

Siz hiç misiniz?
Ben hiçim.
Bu hiçlik, hayatım boyunca benle kalacak olan tek bencilliğim.
Bu yüzden, aldatıldım ve terk edildim.
Olsun.

Unutmadan, daha tanışmadık değil mi?
Söyleyeyim;
Ben hiçim ve bütün aşkların pimini elinde tutan o el benim.
Selam ederim...

Ölmesinden korktuğumuz ne varsa, hepsinin bir gün öleceği fikrine kendimizi alıştırmalıyız.

Sevdiklerimizin mesela...

- Onlar öldüklerinde, elimizi kolumuza bağlayan görünmez iplerin olduğunu öğreniyoruz. Bizi hayatta tutan bağların yavaş yavaş çözüldüğünü, gevşediğimizi ve artık daha kolay savrulduğumuzu hissediyoruz. Rüzgâr kıpırtısında yıkılacağımızı, yaprakların birbirine çarpışının deprem etkisi yaratacağını, kuş gölgesinin, ağaçtan daha büyük olabileceği telaşına kapılıyoruz. Ayaklarımız yerden kesiliyor, yer çekimine meydan okuduğumuzun farkında bile olmuyoruz o sıra. Olumsuzca kurduğumuz her cümlenin yalanında, yüklemimizin boğulmasına göz yumuyor ve gözümüzü açtığımızda bir bakıyoruz ki, eylemimiz kendini çoktan asmış... 

- Ben henüz kimseyi kaybetmedim, kendim dışında.

Ölmesinden korktuğumuz ne varsa, hepsinin bir gün öleceği fikrine kendimizi alıştırmalıyız.

Zamanın mesela...

- Saniyeyi, dakikayı, saatleri tüketerek, tükeniyoruz... Bir saniyede değişen hayatları, bir dakikada gelişen olayları, bir saatlik koca zaman diliminde payımıza düşen intiharları es geçiyoruz... Bir'in hayatımızdaki önemini, birinin değerini unutuyoruz. Belki de bu dünyaya unutmak için getirilmiş nefesdaşlardan başka bir şey değiliz. Kimin umurunda?

- Ben, çaldığım bütün zamanların vebalini, vicdan hapishanesinde ödüyorum.

Ölmesinden korktuğumuz ne varsa, hepsinin bir gün öleceği fikrine kendimizi alıştırmalıyız.

Duyguların mesela..

- En kötüsü de budur işte! Duygularımız öldüğünde, elimizde hiçbir şey kalmaz. Ne dost, ne sevgili, ne aşk, ne aile... Yaşamak, nefes almaktan ötesi olmaz. Ölmekse, kolay yola kaçmak ki o yol, yol olmaz. Sevginin öldüğü gün, ızdırap tek sırdaşımızdır. Neler çektiğimizi bir o bilir, kendinden. Bütün güvencemiz, bütün hırslarımız, bütün kaygılarımız... Hepsi ızdırabın bir parçasıdır ve bizi bizden uzaklaştırır. Ruhumuzu bedenimizden, gözlerimizi renginden, dudaklarımızı kelimelerden uzaklaştırır. Farkında mısınız bilmiyorum ama, uzaklaşıyoruz canlar! Bizi biz yapan her şeyden, her zerreden uzaklaşıyoruz. Ve işte en büyük mesafe burada çıkıyor ortaya. En büyük mesafe; insanın duygularının öldüğü yerde çıkıyor ortaya!

- Duygularımı öldüren katilin ellerini tutmama ramak kala, nefesim kesiliyor. Adaletinden öpeyim dünya!

Ölmesinden korktuğumuz ne varsa, hepsinin bir gün öleceği fikrine kendimizi alıştırmalıyız.

- Ki ölenle yaşanmıyor.

Online dergiler Online dergiler