Author

Hüseyin Emre Sezgin

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

 

Kara çalınan ülke..
Kaybolmaya mahkum mazlum coğrafyanın adı,
Hep bir istatistik ile ilişik defter-i kadimde
Ense kalınlığı baz alınarak hazırlanmış bir haritada
Obez coni ve Romalıların kısılan gözlerinde dalgalanan
Karnı içeri çökmüş, iki büklüm bir Afrika..
Derisinden kemikleri çalınmış;
Tutunduğu her dal omzuyla beraber koparılmış,
Uzuvları kalaşnikoflaştırılmış,
Vicdan simsarı sülüklerce
İnsanlığın mahcubiyet kızılıyla gelip,
Boğazına lokma kaçmış moruyla uzanıverdiği
Yer; Afrika..
Kırılan kalemlerin mürekkebiyle sakladığı renktir,
Tebessümün sürgün edildiği yüzlerdeki diyar..
Düçar ananın mabed avlusuna düşen son can parçası;
“Somali” künyeli, ki boynundan ışık saçar!
Ağlayacak bir damla suyu olmayan bu çiroz bebeğin,
İnlemeyle yoğrulmuş solukçuklarına tıkanan kulak;
Tek dişini de altına bulamış bir çamurdan sarkıyor..
Kimsesiz timsalin ruhunu akıttığı avuçsa;
Artık tek renk giyinen bir emekli müslümanın…
Petrol karasına bulanan domuzcukların gökyüzünü görmesi,
Ve tenekeleşmiş birtakım bedenlerin bronzlaşması için;
Güneşin yapabileceği bir şey yok..
Yığılan aryan bokunun bataklarında üreyen sinekler
Hegelci soysuzların posta neferi..

Bir Muhammed ölüyor açlıktan..
Bir Abdullah ölüyor..
Güneşin kızdırdığı toprak,
Bir Hasan’ı sindiriyor..

Bazıları Müslüman zannıyla uyuyor hala..
Halbuki Müslümanlar kardeştir
Be hey!
Yüzyılda bir uğrayandan ne “ağa” olur
Ne “bey”..

 

“Milenyumluk mevzuda iksar-ı kelam etme cür’eti; pek tabii ki adi bir çıranın üzerine vazifeydi.”

Vejetaryenler az öte çekilsin!.. dedi biri..

Bak en dürüst fecrin gözünü diktiği nazarım; 
Unuttun hikayeni, ama rahatla, çoktur tekrarım..

Nefes alıp veren her insan, ilahi terennüme koşulu bir enstrüman.. diyerek başladı bu dedikodu ziyafeti..

Her mevcudat, musikiden bir cüz, melodilerin bir kabinde yoğunlaştırılmasıyla vahdet bulan bir vücut.

Sen de, ben de.. ve dahi o da.

Hepimiz bu kafada yaratıldık.

Biz tanrısal çalgılarız.

Ve şüphesiz Rabb en muhteşem kompozitör.

El-Kebir olsa da, haddini bilmez fazıl değil.

O ki en kral bestekâr, en polimat güftekâr..

Bak.. Allah tecelli eder; Celâl olur, Cemâl olur.

Settâr tecelli etsin istersin bazen, sırası değildir.

Ha laf arasında; “ham meyvayız hala, koparmışlar dalımızdan..” buyuran MFÖ, devamında içinden şöyle demektedir;
“Zaman olgunlaştırmayacak bazılarını, çürütecek..”

Ey insan.. Girizgâhı hazmet ve dinle beni;

Evvela; sen de Hayyam gibi, O’nu bir çalgının notasında arayacaksın, kaçarın yok.

Öğren; en nadide enstrüman, en kıymeti bilinen değildir.

Zira dünya, İMÇ’den farklı da değildir; pop ve arabesk her zaman revaçta.

Bazı bazı da dıptıs dıptıs ilahiler kol geziyor, new age’i koluna takmayıp..

İsyan kıyıda köşede, ama had safhada..

İndie’lerse, açıkta pek tabii ki.. Facebook ne kadar ‘açık’ bırakırsa.

Hasılı cânım insan, demem o ki, yani, nasıl desem..

Eğer ki delikanlı bir müzisyensen, kap silahını, ilahi düdüğün hicaz peşreviyle başlattığı müthiş konser için hazırlanmaya başla.

Kainat, karavana maganda değil, mahir nişancı görmek ister, bunu bilerek tut nefesini.
Şahsına münhasır enstrümanını incelikle talim et ve ustalıkla ayarla bal damlayan sesini.

Hatırlatayım sana babanın hikayesini; terennüm, belli belirsiz bir tonla başlamaya devam etti hani, hafif tatsız bir ton tabii. Azbuçuk kavgalı gürültülü, İsmail YK müzikleri tadında belki.

“Kün” emriyle hiza istikamet alan dominolar, bu gün için dizilmişti. İnce bir çıt’la başladı seremoni..

Herkes sırayla gösterdi maharetini, atomdan feleklere kadar dansetti cümle kainat.

Tir tir titrerken, korktuğu başına, sıra ona geldi.. Bu; tabir-i caizse, “zurnanın zırt dediği yer..”di

Güvendiği çalgısını aldı koynuna, “Hazır mısın?” dedi, o da “Hazırım..” anlamında bir göz kırptı telleriyle ve..

İki billur el olup gönülleri okşayan sesler onlardan çağlamaya başladı.

Eee, Adem’in şovuna ebleh ebleh bakan melekler gibi kalakalmak, çok da olmaz değildir şu tıknefes ömürde. Neye güldüğüne de, neye acıdığına da dikkat et, benden demesi.

Adem ritme kendini kaptırmış, ezgiyle hemhal olmuştu ki; –program üzre-

İĞRENÇ BİR SES ÇIKTI..

Sükûn; sökün etti sahnenin tüm damarlarına..

“Mucize, Mevla’nın karamizahıdır.” diye mırıldadı şeytan. Kimden duydu, kim bilir..

Uğultular gökyüzünü tokatlayan güvercinler gibi çatçat vurmaya başladı çınlayan kulaklarına;

“Bazı aletler zorlu olur, zorlayabilir adamı.”
“Her enstrüman da herkesi sevmez. “
“Bilen de vaar, bilmeyen de..”

“Bir kere dokunsan teline sâz- derûnun
Bin türlü nevâzişle düzelmez asla..”

Hava bir anda eylüle kesti.. Hüzne bitişik evlerin müzmin kiracısı olan ay hani. Küçük ve büyük evrenlerin nişanlarını attığı hemzemin geçidi; ekserisi prematüre şair olan kaybedenlerin çay yudumladığı köy kahvesi; efkar farelerinin gezindiği antik, pasaklı yer şiltesi..

Sana eylülü anlatmaya gelmedim insan, konuyu dağıtma.

Beceriksizlik buhusu streç film oldu adeta, ve acuze kız kurusu gibi çullanıverdi zarif arife. Cadının ahtapotvari kollarıysa DNA sarmalından aparma teller gibiydi, uyarayım; hem elektrikli hem dikenlidir o “dokungaçlar”

Esas oğlanımızın çaresizlik ve zavallılık liginde play-off oynamaya hak kazandığı o an; mahlukatın ona acıdığı ve parmakla gösterip “çok şükür..” dedikleri o pis an; enstrümana, ustasına, şarkıya, bestekara, güftekara, orkestraya, seyirciye...daha nicesine kendini durduramayarak gürül gürül, ağız dolusu küfrettiği an..

Elleri yüzüne yapıştı, ve yüzünü sökmek istedi utançtan, biliyorum.

Bu lanetin petrol rengi örtüsünü çeken el, ağzı olsa şöyle derdi;

“Gönlünün en sapa köşesinde duvarın dibine çömmüş, dünyanın en saf sümüğünün ısladığı o düğümden beter bağlı kollarına cennet tokalı başını gömmüş, on on yaş döken bir küçük kız var; adı Sevgi. Çaktırma ama; duydum ki Sevgi en mahir estetik cerrahmış. Yüzsüzlük, kaderin değil.”

Şarkıya duyulan iştiyak; dirilişe yeter akçedir.
Ve mahcup tövbe, affedilmenin teminatıdır.

Hoş sesler çıkaramadığın muhteşem çalgılar olabilir.

Tatlı nağmeler yaratmaya muktedir insanlar da farklı aletleri “öttürmekte” zorlanabilir.

Takma kafanı, suç kimsede değildir.

Yaa hafızası nisyan ile malül, nisvan ile malüm insanım, işte böyle;

Bu kadim sahnede şimdi sıra sende,
Korkmaa, davul bile dengi dengine..

 

Bazen din ve devlet işleri birbirinden ayrılır...

Bazen akıl ve gönül işleri de birbirinden ayrılır...

Son derece materyalist, natüralist, rasyonalist, pragmatist ve oppurtünist bir konuya –yarayı mı demeli- parmak basıyoruz.

Sevimsiz bir konu, tasavvufi olmayan bir konu, seve seve yazmadığım bir konu; evde yemeğini unutanlar, kapıyı kitlediğinden şüphe edenler, eşi erken gelecek hanımlar ve halısaha maçı olan beyefendiler –kısaca kalıplaşmış herhangi bir beklentisi olan gül cemaat- “kaçabilir.”

Kalan kesimle, vira bismillah...

İnsanlar çeşit çeşit...

Hepimiz birer tamirciyiz. Bilinçsizce yapılan bir şeyi bilinçle yapansa kalfalardır.

-Merak edenler için not; ustalar da bilinçsizce yaparlar işlerini.

Şimdi mikrofon; utanç içinde boğulan bir kalfada;

Bak beşer... Herkes; gözünün ardına düşen her baş aşağı mahlûk, senin bir -lateşbih- eşyan.

Yanında bulunan herkes, sen onları belirli bir işlevde kullanmak istediğin için varlar... Tıpkı senin de insanlar nezdinde başka başka elbiseler giydiğin, ama az ama çok başkasını oynadığın gibi.

Geyiklerine gark olup kahkahalar attığın adam var çantanda mesela, fikirleriyle zihnini plaza katına çeviren dostların var, sigara tellendirip gönlünü açtığın insanlar var, dinin diyanetin tozlarında yuvarlandığın kardeşlerin, siyaset konuştuğun çiçeroların, edebiyat konuştuğun kelam efendilerin, dert anlattığın-derdini dinlediğin düşkünlerin/kalkanların var...

Hiç konuşmayıp, gönülden gönüle sosyal ağlar kurdukların, dizine yatıp kainatı kibrit çöpüyle tarttığın insan –insan’lar’ varsa ayıp edersin- var...

Bunların hepsi senin karakter gökdeleninde bazen bir oda, bazen bir kat teşkil etmekte.

Soru şu, bu sence de çok vahşi değil mi?

Kesinlikle vahşetin daniskası!” diye coşan romantikler, yazının bundan sonrasını okumasın.

Evet, kalan kısımla devam; vahşi değil, şartların gereği; zira tek geldik dünyaya ve tek gidiyoruz. Ve tek dirildiğimiz o gün anam bile tanımayacaksa beni, lanet olsun tüm ilişkilere..

Madem mahşer-i cümbüşte böyle iri kazıklar çakacağız birbirimize, dumanlara umut bağlamak niye? Bir gün ayrılınacak olanlatabut boyamak niye?

-özbeöz eleştiri-

Kendimizi akladık. Söyledik ve kurtulduk sandık, hâlbuki yanıldık. Ağzımızı yeterince şıpırdatırsak eğer, yediğimiz naneyi masum çıkarırız sandık, hâlbuki dürüstlük; beşeriyet bombalarına bir siper değildi asla, hele ki kurşun geçirmez nobranlığımız bizi bu atom yağmurunda bir nefes daha fazla yaşatsın... Yok öyle dünya! Affet bizi be dünya... Sırtladıklarınla da affet...

-özbeöz eleştirinin sonu-

Evet, bugün ayın sevimsiz ve ergen sivilceli yüzüne derin bakışlar ve hadsiz kelamlar püskürtmek için toplandık ve kendi benliğimize bir nebze sopa çektik ki, azıtmasın.

Sıra geldi, sebeb-i ziyaretimize...

Bir insan –alet çantanızdaki bir tornavida başlığı olarak okuyun siz bunu- derse ki “Hacı o kadar geyik yaptık iyi de, bu Suriye olayı ne olur ne diyorsun?

-Sen bu konuşmanın tarafı değilsin. Hatta ben de değilim, yorma güzel kafanı boşver...

Ağzını kaparsan, içsesin daha bir yankılanır. Neyse ki her yankı –misal ördeklerinki- duyulmaz.

-Bu; yanlış adama yanlış adamca yanlış konuda yanlış sorulmuş yanlış bir soru...

Yok güzel nefsim, bu da sert sayılır, ve kesinlikle bilgece değil... Hem Allah duysa çok üzülür. Ve O... duyar. Kibarlık ve nezaket, O’nun sevgilisinde olan huylardır ve kendimizi sevdirmek için o güzele benzemek hatta –becerebilirsek- bürünmek zorundayız..

Zamanın durdur butonuna basıp burnumuzun iki kanadını birden havalandıracak kadar derin bir nefes çektikten sonra, laf çevirmeyip, iç döküyoruz bu sefer;

Bak yoldaşlığımla imtihan olunan ve yoldaşlığıyla imtihan eden güzel insan;

İlk okuduğum ve ezberlediğim kitabın girişi zannediyorum –benim kibrimi ve Walt Disney’in faşistliğini bir yana bırakırsan- ufuk açıcıolacaktır;

İster ufacık karınca, ister koca bir fil olsun, dünyadaki her canlı, büyük yaşam zincirinin bir parçasıdır. Ve her canlının bu zincirdeki yeri başkadır. İşte, Mufasa'nın yeri de kral tahtıydı. Sarabi kraliçesiydi. Yeni doğan yavruları Simba bir gün babasının yerine geçip, Aslan Kral olacaktı... “

Kral mevzunu boş ver, faşist Disney’in eşeklikleri işte, köleci komisyoncular.. neyse başka bir şey anlatmak istediğim..

Bak aslan, Kurtlar Vadisi jargonuyla gidersek, kafamızda kurduğumuz binlerce konsey var.

Koltuklara oturanlar, kalkanlar, kovulanlar, koltuklarına yapıştıklarından ötürü koltukla beraber “kurtulunanlar” var.

Herkesten her şey beklenmez, beklenmemeli de.

Mevlana’nın dedi gibi, papaz(joker) arayan yeke kalır.

Bak dost, ben üçboyutluyum. Bu en az iki yüzüm olduğunu gösterir.

Sana bakan yüzümden memnun değilsen, değişemem bil ki kendini bana ispat edemeden. Ha sen sormadan ben söyleyeyim inan sen değişmek zorunda değilsin, illa ki bir köşe bulurum sana gönlümde sığışacak. Aman ne de geniş gönüllüyüm triplerinde olduğumdan değil, orası zaten sana rezerve..

Nadide, güzel, sıcacık, sana özel, ve her daim hatırlı..

Ama bir ricam var, yerine tam oturuyorsan, lütfen fazla “kıpraşma”. Benim de başka “dergah”larda yaptığım gibi.

Ne üste bak, ne alta. Ne sağa, ne sola..

Aşinası olduğun dansa kendini adamak yerine başka bir dans istersen eğer, gidersin bir başka baloya da..

Hayat bir saat, ve sen her kulede farklı ve ünik bir parçasın.

Bu kadarı sana yetmeli. Yetirmelisin.

Nefsine hakim olmalı, belki Yunus gibi yıllar yılı oduncu olmalısın.

Süleyman olmak herkesin harcı değil. Bununla beraber harcı olanın da başı belada.

Allah kimseye kaldıramayacağı yük, kıvıramayacağı rol vermez. Belki koyu kadercilik, ama buna isyan edeceksen bil ki o da kaderinde yazılı bir şeydi. Yani ilişki koçlarının önerilerine kahkaha patlatan bir üstadın da dediği gibi “Diyorsunuz ki ’ona küçük sürprizler yapın’ ha! Allah’a nasıl sürpriz yapalım bre gafiller?!

Kader: Arabana B şehrine gidecek kadar benzinin “konması”, ama B şehrine gidip gitmemenin senin elinde olması, istersen dolaş dur. Yani, hayat dehşetengiz koyu bir kast sistemi değil, ama herkesin her şey olabildiği bir Prusya zırvası da değil.

Bak alınmıyorsun değil misana bunları kimse söylemeyecek diye söylüyorum. Bilenler acı çekmeni istemediklerinden söylemezler, bilmeyenler de pek azdır zaten. İstersen gel kurşunla beni de gönlün olsun hıncın geçsin, nasılsa gölgeler kurşun geçirmez ve Tanrı kullarının yüzünü kara çıkartmamaya dikkat eder.

Kendin ol, kendin olduğunda insanların gösterdiği reaksiyonlara tahammül et ve onların da dokunulmaz ve dokunulması çok fena can sıkan “kendi olma hakkına saygı duy; insanları –ama bilerek ama bilmeden- nasıl konumluyorsan, insanların da seni –ama bilerek, ama bilmeden- konumladığını bil. İnsan sömürgen –ve hatta emperyalist- bir hayvandır demeye dili varmayanların “İnsan sosyal bir hayvandır ehe ehe..” deyişlerine gülümse. Bol bol semaya sıçra ve levh-i mahfuzdan duyduğun kadarını çok sağlam şifrelenmiş kaderini çözmekte kullan.

Yoksa ne mutlulukla yolun kesişir, ne sabredenlerden olabilirsin, ne de şükredenlerden..

Sınav bittiğinde ve cevaplar panoya asıldığında da “Haddi bee..”lere gark olmamak ve gidiş yolundan puan ummaktan –ha El-Alim öğrenci dostu bir hoca olarak çok cömert okur kağıtları, ayrı- beri durmanın yolu zannederim budur. Yüklemini bul ve bil, ve –tercihen apaçık- bir özne ol. Ha bir de  unutmadan,

Homo Homini Mirora..” Bunu da yaz bir kenara.

Online dergiler Online dergiler