Eğitim ve Kalkınma

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

EĞİTİM VE KALKINMA  

‘Eğitim’ terbiye karşılığı TT’de yeni sayılabilecek bir kelimedir. ET (Köktürk) ‘igitmek (beslemek)’ten günümüze taşınmıştır. ‘kalkınma’ ise, dünyada altmışlı yılların en popüler terimidir. Özellikle, geri kalmış -sistem tarafından geri bırakılmış- ülkelerin altyapı çalışmalarını ifade eder. Türkiye’de de aynı dönemde ‘inkişâf’ karşılığı, ama daha çok sanâyî alanındaki gelişmeleri tanımlama anlamında işlerlik kazanmıştır. O günleri hatırlatan ‘kalkınma hamlesi, kalkınmış ülke, kalkınma projesi’ vb. gibi terminolojik zenginliğimiz var. Günümüz iktidar partisinin iki adından birinin kalkınma olması biraz yadırganmıştır. Anlaşıldığına göre, adtan çok, adalet ve kalkınma terimlerinin kısaltması olan ‘AK’ klişesi öne çıkarılmak istenmiştir.

Eğitim ve kalkınma arasındaki ilişki inkâr edilemez; fakat yanlış anlaşılabilir! Bu yanlışlığa en çok da Türkiye gibi ülkelerde rastlanır. Buradaki temel çelişki, sebep-sonuç ilişkisinin iyi kavranamamasıdır. Belki doğrudan eğitim diyemeyiz ama, ‘eğitimin yaygınlaş(tırıl)ması’, kalkınmanın sebebi değil, sonucudur. Özellikle okulların açıldığı günlerde kasaba caddelerini süsleyen ‘ilköğretim kalkınmanın temelidir’ yazılı bez afişler, mâsum bir iyi dilek (salaklık) gösterisinden ibârettir! Ayrıca, bizdeki öğretmen kalitesizliğinin de göstergesidir. Bu söze inanan öğretmen tipinden insanlığa bir katkı umulabilir mi?

Bunun cevabı çok açık...

Kalkınmış ülkelerin hiçbirisi kalkınma işini eğitimi yaygınlaştırarak başarmış değildir. Kalkınmayı başarmış ve ardından eğitimi yaygınlaştırma güç ve irâdesini ortaya koymuşlardır. Formül ve hâl böyleyken, nâziklik olsun diye ‘gelişmekte olan ülke’ denilen ve/fakat düpedüz ‘geri’yi temsil eden ülkelerde, hâlâ en büyük mâlî payın ilköğretime ayrılması pek gariptir. Daha utançlısı, özellikle askerî darbe dönemlerinde dipçik eşliğinde uygulanan okuma-yazma seferberliği kâbusudur). Bu konuyla ilgili atılan nutuklar ise, utanç sınırını bile zorlayan bir aymazlık ifadesidir.

Yukarıda temas ettiğimiz mâlî pay konusu da yine yanlış değerlendirme kurbanı bir tamlamadır. Bütçeden eğitime ayrılan payın artmasıyla, eğitim kalitesinin de yükseleceğini sanmak gibi bir zihniyet sapmasına delâlet eder.

Tekelci zihniyet, üniform ve plancı ideoloji gözlüğüyle bakıldığında, bu duruma hiç şaşılmaz. Aksine, aksini söyleyenler yadırganır... Oysa, gelişmiş bir ülkede eğitime ayrılan mâlî payın yüzde on civârında olması beklenir. Yüzde meselesi, o ülkenin demokrasi çıtasıyla ters orantılıdır! Ama bir ülkede rakıdan ıspanağa, sıvı yağdan fındığa kadar her şeyi ‘devlet’ üretip pazarlıyorsa, o zihniyetin okulları (eğitimi) boş bırakacağını düşünmek hayâldir. Bu durumda, orada hep bir ‘yüzde yükseltme’ problemi yaşanacak demektir; yüzde yükseldikçe tatmin olanların sayısı artacaktır. Ama eğitim ne olacaktır? Aslında, bu soru temelli cevapsız bırakılmış değildir; meraklıları için Türkiye’nin mevcut eğitim manzarası, epey ufuk açıcıdır!

Türkiye tipik bir örnektir; TC’de -nerdeyse- bütün okullar devletindir. Öyle ki, devlet kendi kurumlarının (Sağlık Bakanlığı gibi) açtığı okulları bile MEB’na bağlama kararlılığındadır. TC’nin ‘özel şartları’ gereği, askerî okullar henüz bağla(n)ma kapsamına alınmamıştır! Bu uygulamada öne çıkan total yaklaşımın ardındaki zihin faaliyeti tevhid-i tedrisât tabusuyla ilgilidir ve aşılması, bugün için pek mümkün görünmemektedir. Ama yakın gelecekte -AB uyum sürecinde- daha veya ‘tam’ liberal uygulamalar beklemek durumundayız.

Eğitim özelleşip özgürleşince, bütçeden pay ayırma ve yükseltme problemi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Eğitimi devletin temel işlerinden sanan beyin yapısıyla, bir arpa boyu yol dahi gidilemeyeceği apaçık belli olmuştur. Hem eğitim (okullar) niye devletin işi olsun ki... Bu görevi ona kim verdi? Devlet becerebiliyorsa, öğretim yapsın; öğretecek şeyi varsa; bilgi gibi! İşin garibi, öğretmenlerin de kendisini eğitim vermekle görevli sanmasıdır. TC gibi dayatmanın esas olduğu kapalı rejimlerde buna ‘saymasıdır’ demek, daha uygundur. Yâni,  bir algı sapkınlığı bu kadar olur... Mevcut öğretmenlerin eğitimle ilgili gördüğü ‘eğitim’ seviyesi -veya kalitesi- nedir ki, böyle ‘özel’ bir alana müdâhil oluyorlar? Ama haklılar; birikimsiz ve öğretecek bilgisi olmayanların yansıma psikolojisiyle davranmaları ve hedef şaşırtmak istemelerini anlıyoruz! Sistemin militanı olmak kolay değil; az çok maaş da alıyorlar; sayıları da kabarık; bunca adam bir araya gelmişken, eğitim denilen nesneye ‘bir el atıverme’den geçmek olmaz...

Yeri gelmişken, ‘eğitimin amacı’ üzerine birkaç söz edelim... Bu konu ‘görgüden, okur yazarlığa; ara elemandan bilimadamı’ yetiştirmeye kadar epey geniş bir yelpâze içerisinde tartışılabilir. Özellikle TC gibi ülkelerde eğitim, bilim dışında bütün saygıdeğer amaçlara yönelik kurumlaşmıştır! Sisteme sâdık ‘bende’ yetiştirmek, öncelikli hedef olarak belirlenmiştir; pâye ve ünvanlar hep bu şablona göre dağıtılır. Ekmeğinizi eğitimden kazanma durumundaysanız ‘liyâkât, beceri, başarı, bilim, teknik, okuma, buluş; beyin kullanma’ vb. gibi zararlı faâliyetlerden uzak durmalısınız. Sistem, sizden sadâkât beklemektedir; çizmeyi aşmanız durumunda, postallarını harekete geçirmeye hazırdır!

Öğretim mi; o da ne?

Öğretmen mi; o da kim? 

Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler