Merve Ceylan

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Ne kadar korkutucu bir kelime, 'düşünce.'

Ne gelirse insanın başına, bu kelimeden geliyor.

Düşününce, gerici ilan ediliyor insan.

Düşününce, hapse atılıyor.

Düşününce, dışlanıyor.

Düşününce, lekeleniyor.

Düşününce, hastalanıyor.

Düşününce, bütün düşünceleri piç ediliyor.

Düşünmek, düşten geliyor ve bizim bütün hayallerimize kota koyuyorlar.

Diyorlar ki;

'Düşüncenin değil, düşüncemin yettiği kadar hayal edebilirsin!'

Ben buna uymuyorum, diyemezsiniz.

Hepimiz uyuyoruz. Hem de mışıl mışıl...

Üstelik bir ninni okuyanımız bile yok,

Ya da kulağımıza umudu fısıldadıysan güvercinlerimiz.

Hepsi dünde kaldı, eskide...

Ki dün kadar eskiyen hiçbir şey yoktur bu evrende.

Birbirimizle barışmayı değil, savaşmayı öğrettiler bize.

Ne zaman birleşmeye kalksak, ikiye böldüler,

Ve hiçbir zaman birleşemedi bu kalpler.

Birleşmeyecek de.

 

Konuşmak yok,

Susmak yok.

Düşünmek yok.

İnsanlar artık yok.

Kalmadılar, bittik.

Küçüktük, 'önümüze gelene yüz tekme' derdik

Ve o tekmelerin hepsini yüzümüze yedik büyüdükçe.

Afiyetle...

 

'Düşünüyorum, öyleyse varım' diyen Descartes, bir nevi seni kanıtladığını iddia etmişti Tanrım.

Şimdi ben, 'düşünüyorum, öyleyse öldür beni!' desem,

Sen mi, yoksa kulların mı koşar canımın peşinden?

Bilmiyorum...

 

Artık öyle bir haldeyiz ki,

Düşenden ziyade, düşünenin dostu kalmıyor çevresinde...

Kime ne diyeceğimizi bilmediğimizden, ayıya hep dayı diyen nesildeniz biz. Köprüden geçene kadar değil ama, atlayana kadar. 

Ölüp, dirilmeyi bekleyecek kadar inançlı yüreklerimiz. Dirilip tekrar ölmeyi bekleyecek kadar umutlu. 

Gözyaşlarımızdan haberi olmaz gözlerimizin çoğu zaman. İçimize akıttığımız milyonlarca yaştan biri galip gelir ve doldurur göz bebeklerimizi. 

Allah analı babalı değil, kanlı bıçaklı büyütüyor genelde, ama olsun haktır deyip geçiyoruz biz. 

Haktır elbet, hatta müstehaktır bize. Elmayı seviyoruz belki ama bir cebimizden armudu da eksik etmiyoruz.

Biri yer tokatı, diğeri bakar mutlaka ve hiçbir zaman kıyamet kopmaz evlerimizde. 

Patlak ampullerimiz vardır ayrıca, nereye patlayacağını şaşırmış, oraya buraya saçılmış duygu yetimleridir onlar. 

Galibiyetleri olmaz, miğferleri yoktur, korunamazlar. Hiçbir feri söndürmezler ama yakmazlar da. Uzaktaki köyün en pahalı yolculuğudur onlar. 

Muavin hep şofördür. Yenilen hep başkasıdır, 'iskender'dir mesela. Ama öyle isimli değil, yoğurtlu, salçalı. 

Kadın gibi, onun da salça olanı makbul artık bu devrin herhangi bir zamanında.

Yaralarımız pek bizim, pak, tertemiz, ipince ama büsbüyük. 

Saç telimizden tırnak ucumuza kadar abdestsiziz ki kanayan bedende abdest tutmaz dinimizce.

Gerçi ondan da pek anlamayız, bütün bildiğimiz; Allah birdir, küfür günahtır, güzele bakmak sevaptır, İslam’ın şartı beştir ve ilkokulda oynanan en güzel oyun birdir birdir.

Kimseye lafımız yoktur ayrıca, ama affımız boyumuzu aşmıştır her zaman. 

2 metrelik aflar tanıyorum mesela, bir tahtanın içinde, hiç baş koyulmamış omuzlar üstünde, toprak yolunda..

Bizim okuduğumuz kitaplarda ölenle ölmüyor hiçbir mecnun ama birisinin uğruna ölen salak da çoktur. 

Dedim ya haktır, müstehaktır aşık adama Azrail'in elini tutmak, bir el gitmişse ellerinden, başka tutulacak bir şeyi kalmamıştır onun.

Gözden ırak olan, yüreğimizin en gizli yerlerinden petrol çıkartır bizim. Yok pahasına satar, kime sattığını sormayın, ona henüz rastlamadık.

Yoldan geçenlerimiz de, yolumuzu kesenler de, tükürenler de vardır elbet, haddinden fazladır hepsi, hadsizliklerinin dibine gömmüşlerdir saygılarını, sevgisiz mahlukların tümüdür onlar. 

Kervansız, dermansız, anlamsız bütün cümlelerin gizli kalmış bütün öznelerini üstümüze alınmakta üstümüze yoktur. 

Bir palto sıcaklığına muhtaç olduğumuzdandır bedava bulduğumuz her şeyi üstümüze alınmak. Ki siz bilmezsiniz, bir insanı en çok ısıtan, şairin kalbindeki alevin saçtığı cümlelerdir.

O kalbin alevinin korlarıyız biz. Delikanlı çağımızın iyimserliği, masumluğu ve içimizde patlayan bütün duyguların yalpalayan ayaklarıyız. 

Yalnızlıklar çağının en kalabalık kentidir bizim kalplerimiz. İçine giren çıkan belli değildir belki ama, liderimiz tektir. Ki hepimizin yönetim şekli, hasrettir.

Biz... Boşverin, siz kimin kaçıncı yüzünden fırlayan çelimsiz hislersiniz?

Ve son soru: Nasıl bilirdiniz?

Giriş cümlelerini düşünmeyeli uzun zaman oldu.

Bir yazıya nereden başlanır, bir şiir nasıl bitirilir, unuttum.

Bir şarkının neresinde ağlanır, sevgili neresinde anımsanır, neresinde gülünür, neresinde uzun uzun düşünülür, hatırlamıyorum.

Bir ülkede herkesin hobisi kitap okumaksa ve kitaplar buna rağmen satmıyorsa, bu insanların derdi ne, önemsemiyorum.

Müzikleri, şiirleri, müzisyenleri, şairleri ve hatta tanrıları artık dinlemiyorum.

Gördüklerimden eminim, duyduklarımdan ve bildiklerimden de...

Bunlar kimin umrunda, umursamıyorum.

Son zamanlarda yazdıklarıma bakıyorum, hepsi aynı doğrultuda, hepsinin amacı da sonucu da aynı.

"Bir insan sürekli aynı şeyi tekrarlıyorsa, duyulmak, dinlenmek istiyordur." demişti içimden bir ses. Onu da artık dinlemiyorum.

Hata yapmak yormaz insanı, hata yaptığını bilmek yıldırır sadece. 

Ve biz insanlar, ne kadar yılarsak yılalım vazgeçmeyiz hatanın hiçbir harfinden.

Marifet sayarız, marifetsizliğimizi bile...

Bunları anlatmayacaktım. Başlarken, bunları düşünmemiştim. 

Aslına bakarsanız, başlarken hiçbir şey düşünmedim. Bütün yazılarda olduğu gibi.

Düşünmeden saçmaladığın çok an var, etrafımda bunu anlayan kimse yok.

Mantıklı olduğumu sanıyorlar, kimi zaman zeki olduğumu söyleyenler bile oluyor. 

Size göre bu iltifat, bana göre tanımadığınız bir insanı tanıdığınızı sandığınız yanılgısı.

Zekiysem, bu yüzden. Mantıklıysam şayet, sadece bu yüzden.

Vazgeçtiğim çok şey var. Bunların başında umut geliyor. Artık öyle bir kelimem yok. 

Umuttan vazgeçtiğinizde, elinizde hiçbir şey kalmaz. 

Umudu kaybettiğimde içimdeki diğer sesin 'ölümü resmedemem hâlâ, ama artık anlatabilirim.' dediğine eminim. 

Her zaman olduğu gibi, olmaması gereken ne varsa, sen anlamadan olur ve biter.

Hayatı kaça bölerseniz bölün, sonuç hep iki kere yalnızlıktır.

Ve yalnız bir insandan daha kötüsü varsa, o da iki kere yalnız kalandır.

İki kere yalnızlık,

Olur ve biter.

İnsan kaç kere severse sevsin,

Bir kere ölür ve
biter.

Kendimi ve düşüncelerimi anlatmaya çalıştığım  zamanlar çok olmuştur;  ki olmaya da devam eder.

Çünkü insan anlatmaya çalıştıkça anlıyor insanoğlunu, vicdanın, düşüncenin önemini daha iyi kavrıyor.

Bunu yapamayan her insan susuyor hiddetin, haksızlığın karşısında.

Kendimizi anlatmak için seçtiğimiz yolun bir önemi yok, müzikle, şiirle, yazıyla, resimle dahi başarabiliriz bunu, yeter ki isteyelim.

Ben bunlardan bahsetmeyecektim gerçi, çok farklı bir düşünceyle çıkmıştım yola. Demek ki içimde birikmiş bu dört cümle, söyleyemeden geçemedim.

Son 4-5 aydır beni tanımlayan bir cümle var; 'Ülkenin derdine üzülmekten kendi derdimi unuttum.'

Biz ayrılıklardan her zaman canı yanan bir toplumuz, ayrılmak bizi süründürüyor, ayrılık kelimesi bile içimizi dağlıyor.

Fakat buna rağmen ayrılmaktan alıkoyamıyoruz kendimizi.

'Neden?' diye çok soruyorum kendime, 'Hangisi doğru, hangisi yanlış?' ' Haklıyı, haksızı nasıl ayırdedeceğiz?' 'ayrılmadan nasıl birleşiriz?'

Beynimde dolanan milyonlarca cevap oluyor, tam bir cevaba odaklanıyorum, 'tamam işte bu yüzden!' diyorum, başka bir ayrılık çıkıyor karşıma.

Sosyal medya canımı sıkıyor  bu yüzden, neyi nasıl kullanmamız gerektiğini bilmediğimiz için, birbirimize küfretmeyi maharet sayıyoruz.

Dört bir yanda savaş sesleri yankılanıyor, kulaklarım tırmalanıyor.

Sosyal medya savaşları, gerçek savaşlar, içsel savaşlar, aile savaşları...

Hangisine dur demek gerek, hangisi dur deyince duracak bilmiyorum.

Anlaşmamız ve anlamamız gereken tek konu 'insan' aslında.

Bir insan öldüğünde 'dili, dini, ırkı' için değil,  sadece  'insan'  olduğu için üzülmeli insan dediğimiz mahluk.

İnanıyorum ki herkes bunu başarabildiğinde bu dünyada yaşamak için gerçek bir nedenimiz olacak.

Aksi halde 'ölmek için nedenler' listesine bir adet madde daha eklenecek.

Ölmek kolay, yaşamak için nedenlere ihtiyacımız var.

Dünya, savaşmak için çok küçük. İnsanlar savaşmak için çabaladıkları takdirde,  dünyadan daha da küçük oluyorlar.

Hepimiz biliyoruz ki, bir savaş  çıktığı takdirde, olan 'gönlü dünyadan büyük, yüreği zengin, namuslu gariban çocuklarına olacak.

Neyi, neden desteklediğinizi iyi kavramanız gerekiyor.

Yalan, insanı kör eden en sinsi hastalıktır.

Çok içime sinen bir yazı olmadı bu, affınıza sığınıyorum..

Fakat bir şekilde kendimi yine anlattığıma inandığım bir yazı olduğunu hissediyorum.

Körlüğümüz daim olmasın, güzel insanlar.

Sadece kendinize değil, dünyanın bütün canlılarına iyi bakın.

Çok düşündüm, ne yazmam gerektiğini, neler anlatmam lazım, ne birikti içimde.

Bulamadım uzun süre. Meğer en çok bu birikmiş, bulamamak.

Bu öyle, alelade bir şey değil

Kaybettiğim tokam ya da kalemimden yana sıkıntım yok

Ben, umudumu bulamıyorum,

İnsanlığa, aşka, ruha ve yazmaya dair.

O kadar küskünleşiyorum ki kendime,

Uzaklaşıyorum her şeyden.

İnsanları kırıyorum, bibloların hepsi sağlam.

Dünyayı alsam sırtıma bu kadar ezilmem,

Canım yanmaz, küfretmem.

Şehir üstüme üstüme geliyor,

Neresinden başlasam hayatın, hep yarım kalıyor.

Bir şeyleri eksik bırakıyorum,

Belki de sorun budur, eksik bırakmak.

Tamamlama zahmetine bile girmeden bırakılıp gidilen her şey,

Nefes alıyor mu, kırıldı mı, unuttu mu ya da unutur mu diye düşünmediğimiz,

'Bak ben gidiyorum ama kalabilirim de' diyemediğimiz her şey,

Şarkıları, şiirleri armağan edemediğimiz,

Yetim bıraktığımız her şey.

Bir çocuğun gözyaşında boğuluyorum,

Bir güvercinin kanat çırpışında kesiliyor nefesim,

Bir gemi limana değil, kalbime yanaşıyor sanki

Ve yavaş yavaş köreliyorum.

Dünyada her ne olup bitiyorsa,

Göremiyorum.

Araf’a takılmış bir hayat benimkisi

Ne gidebiliyorum, ne de kalmaya mecalim var.

 

Öğrendim,

Dünyanın neresinde mutluluk varsa,

Orada ölüm var.

Hiç beklemediğin bir anda,

Dünyanın üzerine yıkıldığını hissetmeye başlarsın

Ve hayat işte tam da o sırada başlar.

Artık acılar da, umutlar da iki kat artmıştır,

Aradığın ama bulamadığın aşk, aramadığın halde karşılaştığın keder ruhunu büyüten iki birey gibi kurulmuştur yalnızlığının ortasına.

Geçmiş yakarken, gelecek kuşkulandırır ve her zaman aklında sadece bir soru olur, ‘bundan sonra ne olacak?’

Hiçbir şey olmadığını, aynı şekilde devam ettiğini anladığın an ilk büyük hayal kırıklığını da yaşamış olursun.

Hayatın böyle devam etmeyeceğini gördüğün zaman ise, artık, soyut ya da somut, önüne gelen her şeyi ve herkesi suçlamaya başlarsın.

İlk yanılgın da bu olur, dünyanın merkezi olduğun fikrin…

Dünya senin etrafında sadece senin için dönmüyor.

Çevrendeki kötülükleri gör, bil ve konuş diye dönüp duruyor, gözlerinin içine bakıyor.

Görmüyorsan, kör değilsin, duymuyorsan, sağır değilsin, sadece bencilsin.

Bunu biraz olsun aşabilmek istersen, sadece kendin için değil, herkes için güzel dilekler tut için, kayıp gitse bile kimsenin canını yakmayacak dilekler.

Hazır önünde yeni bir yıla girmenin fırsatı varken bunu iyi değerlendir.

Herkes için iste, herkes için konuş, herkesi savun ve herkesi sev.

Ölümün kolaylığını anlatmaya gerek yok, yaşamak biraz daha zordur ama en zoru yaşatmaktır.

Bir şeyleri, -umudu, sevgiyi, vicdanı- yaşatabildiğin sürece gözlerin kötülükleri değil, en çok iyilikleri ve güzellikleri görmeye başlayacak.

Unutma ki, kalbin, vicdanın doğrusu huzurun anahtarıdır.

Sen yaşattığın sürece yaşayacaksın da.

***

Ve sonunda 365 günü bir bardak suyu bitirir gibi bitirdik. Benim en büyük dileğim, daha çok okuyan, bilen, sorgulayan, kitabı seven, hırsızı, tecavüzcüyü savunmayan, adaletin adamına göre değil de gerçekten uygulandığı, cinsiyetsizlik boyutunda ilerleyebilmiş bir eşitlik, kavgadan, savaştan uzak, barışla, sevgiyle dolu, görmeyen gözün gördüğü, duymayan kulağın duyduğu, olmayan vicdanın geri geldiği, dünyanın acısını başkaları taşımasın diye sırtına alan koca yürekli insanların arttığı, umudun hiçbir zaman tükenmediği, güneşli günlerin altında aydınlık ve pirüpak yüzlerle her zaman ileriye, en ileriye yürüdüğümüz bir yıl olması…

Unutmadan, Noel baba yoktur.

Mutlu yıllar…

Online dergiler Online dergiler