İskele Editörü

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

İÇİMİN MÜJGAN ABLASI

Müjgan abla var bizim. Mahallenin en şatafatlı hatunu. Dert ortağı herkeslerin böyle saçları beline kadar, gözleri yeşilinde yeşili. Elleri en güzeli. Sesi en derinden etkiler.

Müjgan var işte. Ne aşktan anlar, ne sözden. Ne acı bilir bizce, ne keder ne tasa… Sadece dinler acımızın acısını, sadece güler geçer. Ama anlatırız bizde işte, o gülse de anlatırız. Hatta herkesler söyler bu kadında bi' şey var diye. Ne laftan anlar, ne dinler ama insan içini dökse dökse ona döker. Dillendiririz bizde sık sık. Alırız bi' fincan kahveyi koşarız yamacına. En büyük dert bizim gibi, en büyük çileyi çekmişiz gibi. Dünyada bir tek o kalmış gibi.

Buraların soğuğu kavurucudur. Bi’ dal sigaraya tutuşur şehrin tüm ışıkları, bi’ dal sigarada unutulur acının fiyakalısı. Bizde yoktur öyle rakıya gömülü geceler, yoktur vodkanın tek yudumu.

Bizde, bir dal sigara, bi’ fincan kahve, bi’ de Müjgan abla vardır işte.

Hani her şeyi anlattığımız ama hiç anlamadığımız Müjgan abla...

Küfrü o öğretti bana, geçen gece cam kenarında yağmur damlaları yarışıyorken loş ışıkta, zırlayan tüm acılara tükürüp “Ulan..” dedi. “ulan siz ne anlarsınız sevmekten”... Hepimiz bakakaldık öylece. Ne diyeceğimizi bilemedik, tutuldu diller...

Sonra kondurdu mumun ışığını hüznümüze ve başladı anlatmaya…

“Lise yıllarıydı. O zamanlar yüzümde kırışıklık namına bi’ şey yoktu tabi. Güzel hatundum. Okulun tüm yakışıklıları dolanırdı peşimde ama ben en arka sırada oturan o pısırık, kısa saçlı, gözleri hiç renklenmemiş oğlana vurgundum. Sınıfın en tembel, en çekingen oğlanı. Sesini nadiren duyduğum o oğlana.” Kimseye ses etmedim aylarca. Sonra bir gün edebiyat dersinde şiir yazmamızı istedi zalim hoca. Ödevine tek sadık o çekingen oğlandı. Patlattı bir şiir. Dalga geçti bizim çokbilmişler, alay ettiler, güldüler. O gece yastığıma öyle döktüm ki içimi sabah sırılsıklamdı. Ertesi gün okula gitmedim. Şiirin dizeleri aklıma geldikçe ağlıyordum, gecelerce, günlerce böyle sürdü gitti bu. Hazmedemiyordum tüm erkekler peşimdeyken onun şiirine tema olamamayı. Yediremiyordum kendime...”

“İlk yılı bitti lisenin. Karşılaşmadık hiç. İkinci yıl yine sessizce geçti gitti, sonra üç yıl. O zamanlar üç yıldı lise o kadarına yetiyorduk. Okulun son günü niyetlendim bu defa. Şiirin dizelerini aklımdan sile sile itirafın eşiğine geldim. Yoktu bizim pısırık ortada, çekingen, alay edilesi oğlan yoktu. Şiirin dizeleri vardı bir tek aklımda, başka da hiç bi’ şey yoktu. Dolaplarımız vardı kendimize özgü. Kitap, defter taşımıyorduk haylazlığımıza. Son gündü toparlamalıydım işe yaramayan tüm gereksizliği, anahtarı çevirmemle yığıldı mektuplar. Şaşkınlığımı gizlemeden avuçladım hepsini. Üzerinde tek bi’ pul yoktu, tek bi’ işaret. O gün tam 365 mektup okudum. O gün 365 yerimden intihar ettim. O gün 365 kere terk edildim. Aklımda hala şiirden satırlar. Son mektuba iliştirilmiş kimliğim. Seni seviyorum eklentisi.”

Heyecanla bakıyorduk Müjgan ablaya, kafa kırıyor hatun diyorduk içimizden. Sonra sessizce kaldırdım başımı ‘Ee?’ dedim. Bekler gibiydi, devam etti.

“Günlerce adres aradım sonra, bir telefon numarası, herhangi bi’ şey. Ama yoktu ki. En kötüsü de adam tüm umudunu yitirmişti. Tüm mektuplarda benim onu asla sevmeyeceğimi, bunu bildiğini vurguluyordu. Birkaç iz sürdüm sağda solda. Üniversite hayalimin ebesine edildi. Zihnim tamamen ona odaklıydı. Bir kez diyordum bi’ kez karşılaşsak...”

“Ama olmadı, hiç görmedim. Hiç karşılaşmadık. Onu özlemeyi bile bilmiyordum. Sevmeyi öğrenemeyen özlemeyi nasıl becersin ki? Beceremedim bende. Kimseyi tanımadım sonra. Tek bir erkeği bile tanımadım. Hepsinin canı cehenneme. Ne vardı ki söyleseydi? Ne olurdu sanki? Ben söyleseydim neyim eksilirdi?’’

Ondan mı evlenmemişti bunca yıl? Müjgan abla âşık mı olmuştu yani? Gülüp geçtiği safsatalarımıza oda mı tamah etmişti zamanında? Şaşkındım, gizleyemeyecek kadar şaşkın.

Gündemde benim konum vardı nereden gelmiştik ki bu olaya. O güne kadar söylediğim tüm cümleleri dinlediğini o an fark ettim. Baktı, içli içli baktı.

Ve dedi ki;

“Yüz kere mi git dedi, bin kere gel de! Her gün seni seviyorum dedin de o bi’ kere bile söylemedi mi? Bıkma sen onun yerine de söyle. Alay mı ediyor hislerinle? Birlikte eğlenin.”

“Gitmek mi istiyor? Takip et.”

Seher Sahin

Paylaş

SEN GİTTİĞİNDEN BERİ...

Sen gittiğinden beri, fabrikalar kuşattı şehirlerin etrafını. TOKİ denen bir canavar çıktı ve marifet saydı insanları 30 katlı betona gömmeyi. İnsanlar gecekondulardan, oksijen seviyesinin bile düştüğü yükseklikteki apartmanlara taşındı.

Bu hoşuna gitmeyecek.

Siyasiler ise hala aynı. Kan kusuyorlar birbirlerine ve politika diyorlar birbirlerine küfretmeye. Bizse onlara inat ülkeyi kurtarmayı planlıyoruz. Israrla çay içiyoruz, vatan kurtarma mesailerinde.

Bu durum seni yeise düşürebilir.

Bahar ise hala aynı güzellikte. Erguvanlar açıyor, betondan gözünü kırpabilen toprak parçalarında. Kaldırımda bir metrekareye hapsedilmiş çınar ağaçları yaprak döküyor hala, bu durumda ümitvar olmamak elde değil. 

Bu ümit sana hayal kurdurabilir.

Hala şiir yazıyor kimi insanlar. Bilmiyorlar ki bir kendileri değil yalnızlık çeken. Geceleri uyumamayı marifet sayıyoruz bizse. Bir grupsa ‘kalabalıklar içinde yalnızız’ diyor. O kadar yalnız olabilecek kalabalık var mı sahi?

Ve bir çocuk ağlıyor hala. Açlıktan değil merak etme. Kim bilir yine ne istiyor. Belki de sırf annesine inat ağlıyordur. Eğer televizyonda gördüğü bir şeyi istiyorsa, kapitalist reklamları anlatamazsın o çocuğa bunların farkına varabilecek bilinçte değil ki henüz. Filistin’deki kendi yaşıtı çocukların neden ağladığını da anlatamazsın. Anlamaz henüz, belki büyüyünce de anlayamayacaktır. Bir çokları gibi, bir çoğumuz gibi.

AnchorÖyle işte. Sen gittiğinden beri böyle ülkem ve biz yaşamaya çalışıyoruz her gün.

 

Mustafa Taskın

Paylaş

 

DÜNYANIN DÖNME ANINDA

Karnımı yankılandırıyor bir filozof,

Midemi yakıyor idealist bir sodyum.

Anılar kasığımda beliren molotof,

Onlar hep yanıyor ben yanıyorum.

 

-Onlar sönmüş mü hiç mi yanmamış peki?

 

Eski dostların adları dilimde kezzap,

Her isimde ayrı bir anıyı tadıyorum.

İşim gücüm ölmek ve biraz da zap,

Hayat vitesi düşüren acı bir podyum.

 

-Yürüyemiyoruz koşmamızı bekliyorlar.

 

Kan emmek istiyor septik bakan vampir,

Daha yolu yarılamadım ki diyorum ona.

İçim dışım sağım solum hepsinin içi kir,

Uğrayabilirim ama o kaçınılmaz sona.

 

-Gitmemek daha işimin var olduğunu gösterir. 

 

Tatlandırıyor tabiatın hıçkırıklarını şiir,

Ölümsüzleştiriyor fakat kanatıyor beni.

Vefa elimde şaraplaşan eski bir fikirdir,

Ben unutmam bir yemek bir ilham vereni.

 

-Kalbin atıyor diye yaşıyor sayılmazsın.

 Umut Göksal

Paylaş

 

TÜKETEREK TÜKENENLERDENİZ BİZ

 Modern dünyanın ayakları yere basmayan modern çocuklarıyız biz. Kıymet vermek öğretilmedi bize ki, bilelim... Alıştık yıkıp dökmeye, daha sonra da dökülmeye...

Ne çabuk da tüketiyoruz her şeyi değil mi? Her şey azalıp bitmeye mahkûm. Yavaş yavaş başladı tüketme eylememiz. Bir sabah uyandık ki...

Dinozorların nesli tükenmiş, hala ateş saçma eylemine sahip olan kopyaları olsa da; ama yine de tükendi işte artık yok. Allah biliyor ya, onu da biz tükettik.

Hayvanlardı, bitkilerdi derken beşerin elini attığı her şey tükenir oldu. Daha sonra doğal yaşamı bırakarak kendi hayatlarımıza dalmaya başladık; hatta balıklamasına daldık gitti. Bir sabah uyandık ki...

Besinlerimizi hızla tüketir olduk; suyu tükettik, susuzluktan gözde yaş da kalmadı, toprakla birlikte gönüllerimiz de kurur oldu.

Duyguları tükettik; ab-ı hayat olmayan yürekte his mi olur, can mı kalır ki ne yapsın insanoğlu sevgiden başladı işe. Sevgileri tüketir olduk her yaz bir aşk modası aşkı da sevme eylemini tüketti yüreğe inmeyen sevgilerle beden âleminde o da yok olmak üzere. Buradan duyarlı insanlarımıza sesleniyorum: Tüketmeyin sevgilerinizi, gelecek nesillere de kalsın. Sevgisiz bir nesilden yarın beklemek beyhude.

Üzüntüyü tükettik acıya karşı bağışıklık kazandık toplum olarak; iki günde bir gelen ''bir iki Mehmed'' haberleriyle üzülme eylemini de tükettik törenlerde. Anneler ağlamaz oldu ne mutlu bize ki; çünkü biz suyu da tükettik yaş kalmadı kimsenin gözünde. Buradan yine duyarlı insanlarımıza sesleniyorum bu kadar sık evlat acısıyla bari acıları tüketmeyin, alışkanlıklarıyla baş edemeyen bir toplumu bir de siz şehit haberlerine alıştırmayın. Yazıktır her şey tükenmekte israfın her türlüsü günahtır bizde, boş yere söylenmedi ''israftan sakının!'' duygularımızı israf etmeyin.

Aşktı, sevgiydi, mutluluktu, inanmaktı derken duyular âleminden kelimeler âlemine geçti eylemimiz. Keşke orda kalsaydı gönülden geçeni yalnız ve yalnız ''O'' bilir de dilden geçeni duymayan yoktur işte; eyvah bize! Ve yine bir sabah uyandık ki...

Güvenmek sözcüğü en çok tüketilen sözler arasında sevgisi, duyguları tüketilmiş insanlık bir de güvensizlik tehlikesiyle karşı karşıya her yanda güvenmek sözcüğünü taşıyabilecek insanlar aranmakta ama nafile işte, insanlık her gün bir yeni hile ile gazeteleri saran yalan haberlerle bunu da tüketti. Sözüne güvenilmez olundu; kimsenin babana bile güvenmeyeceksin sözü gerçek oldu, baba evladını vurdu yok yere. Yine buradan duyarlı insanlarımıza sesleniyorum: Ne olur güvenimizi boşa çıkarmayın; ''güven'' sözcüğü Türkçemize de insanlarımıza da ağır gelmekte.

Gördüğümüz, dokunduğumuz, hissettiğimiz her şey kısa zamanda tükenmekte. Tüketerek tükenenlerdeniz biz dedik ve bir sabah uyandık ki...

'' İnsan'' sıfatını taşıyabilecek şahıslar gitgide tükenmekte. Öyle olaylarla karşılaşıyoruz ki ''bunu yapan insan mı ?'' şu ara sık kullanılanlarda. Yetkililere buradan sesleniyorum lütfen: İnsanlığımızı koruma altına alın her geçen gün yitirilen değerlerle insanlık asıl ikliminden silinmekte kendi öz beninden uzaklaşıp savrulmaya mahkûm. Savruk bir ruhtan ne insanlık beklenir sorarım size?

Her bir şeyin tükendiği dünyamızda etrafımızı boşluk sarıyor ne yapsındı ki eşref-i mahlûkat? Bu kadar tükenmişliğin içinde onun da makûs talihinde var tüketilmek. İnsan kalmak ümidiyle... Sağlıcakla kalın. Yazıma da bir Sezen klasiğiyle son vereyim istedim:

''...Etrafımızı sarıverecek bir boşluk ki asla dinmeyecek. Her şey bir anda anlamsız gelecek; işte biz o gün TÜKENECEĞİZ.''

Merve Alptekin

Paylaş

 

ENGELLERİ AŞMAK

 Başıboş sayfalar yarattı hayat el değmemiş bir masumiyeti barındırıyordu görünüşünde ve insan bir şeyler karaladı bunların üstüne rengini kendi belirlediği umutlarıyla hayalleri ve seçimleriyle doldurdu sayfaları. Bazıları kirletti saflığı güzelliği katletti bazıları sakladı korudu bazılarıysa sadece izledi kendi hayatına müdahale edecek cesareti bile bulamadı, denileni yaptı düşünmesi gerektiğini düşündü ve sonunda olması gerektiği yerde sanarak kendini başkalarının mutluluğunu kendi mutsuzluğu haline getirdi.

Sayfa sınırlaması olmayan bir sınavda sandık kendimizi yazdık, çizdik, karaladık olmadı dedik yeni bir sayfa istedik yine olmayınca beyaz siyaha bulanınca nefes alamayınca düşler umutlar bize sırtını dönünce bir sayfa daha istedik, bir sayfa ve bir sayfa daha. Ama alsaydı insanoğlu dersini karalamasaydı korkularını, kaybedişlerini, her bir üzüntünün üstünü çizip görmezden gelmeseydi anlamaya çalışsaydı nerde hata yaptığını, kendi kendine yenilişlerinin sebebini kavrasaydı Kısacası yenilmeseydi kendine aşabilseydi engellerini artık yeni bir sayfa hakkı kalmayınca pişmanlıklarla dolu bir hayat bırakmazdı geriye...

Her hayat farklı bir mücadelenin ürünüdür. Bu yüzden, sayfalarımıza akıtılan beyaz herkes de eşit varoluşlar yaratmadı.

Düşünün ki bir sabah kalktığınızda artık ellerinizi kullanamıyorsunuz. O çok sevdiğiniz bardağınıza birinin yardımı olmadan erişip kahve keyfi yapamıyorsunuz. Düşünün ki bir gün renklerinizi kaybettiniz karanlığa mahkûm edildiniz ve göremeyeceksiniz sevdiklerinizi, denizin o eşsiz güzelliği karşısında sıkıntılarınızdan arınma lüksünüz yok artık.

Ve bir ses duydum beynimde dans ederken bu düşünceler, zamanımızın, sayfalarımızın karanlığını düşünürken, bir ses duydum ulaştırmak istediğim ve duyamadığımız daha nice seslerin var olduğunu bildiğim bir haykırıştı.

Özürlü Memur Seçme Sınavı (ÖMSS) kura çekim törenine katılan Büşra Aydar'ın okuduğu şiirdi bu. Beynime kazıdığı üç kelime:

''Hor görmeyin beni, Siz de olabilirdiniz benim yerimde Ben de olmak istemedim böyle Ne olur beni hor görmeyin.''

Her birimiz kendi sularımızda boğuluyoruz yarattığımız sorunlarla. Kimimiz bir kaşık suda boğuyor kendini kimimiz okyanus olmuş dertlerinin altında enginlere karışıyor. Bazılarımızsa okyanusta bile bir küçük kayık yaratıp kendine ulaşmaya çalışıyor karaya, yaşamak istiyor ve mücadele ediyor.

Küçük sorunlarla baş ederken sadece kendimize odaklı yaşıyoruz. Benim derdim benim sorunum benim mutluluğum. Farkında olmadan benliğimize gömülüp görmemiz gerekenlerin farkına varamıyoruz.

Herkes farklı hayatlarını tek bir doğruluk çizgisinde yaşamaya çalışıyorken yeri gelince sapıyor çizgisinden; bu ise sayfalarına siyah lekeler akıtıyor. Bize sunulanı hırslarımıza esir edip hor görüyor daha fazlasını isterken elimizdekilerin değerini bilmiyoruz. O ve daha niceleri engellini aştı normal bir insan gibi yaşayabilmek için çabaladı. Üstelik elindekilerin yarattığı boşluk için kendini umutsuzluğun gölgesinde yetiştirmedi. Bir haykırıştı sadece hor görülmek istemedi çabasına destek bekledi.

Normal bir hayat yaşayabilmek için bir umut. Belki de birçoğumuzun yapamadığı bir şeyi başardı o her şeye rağmen umudu döşedi hayatına, bu halde bile kendine yaşam ağacından yemyeşil bir yaprak sakladı.

Şimdi ömrünü bir kitap farz et kaç sayfa daha dolduracağını bilmediğin. Geçmiş zamana açılan kapıları yaprakların aracılığı ile araladığında ellerin, dökülür mutlulukların kederlerin bir bir dizilir önüne. Engellere takılırsan onların yarattığı korkularla yaşarsın. Yüzüstü bırakılmış yalnızlıklar. Kendi içinde çelişen durumlar. Bunların sarmasına izin verme seni. Sadece iyi stratejiye sahip olduğunda yenemez hayat seni oyunu doğru oynarsan kazanırsın. Hem sen aşarsın engelleri hem de saçtığın ışık umut olur. İyiliği hissettiğin ve yardımı esirgemediğin sürece sayfaların anlam bulacak. Bir güneş gibi parlamaya çalışmadıkça

bu ışığın kudretini çevrene verdiğin sıcaklığı, yaşamı hissedemezsin. Onlara sende yardım edebilirsin ama önce kendi engellerinin oluşturduğu seni hapsettiği zincirleri kırmalısın beyninde. Sayfalarını siyahın lanetinden kurtarabilmek için umuda bayrak olabilmek için umudu büyütmelisin içinde.

Bir fırtına bir rüzgâr alır şimdi her yeri, dağıtır anlattıklarımı. Cümleler birbirine girer. Sözcükler yönünü şaşırır. en yüksek sözcükten atlayıp intihara girişir harfler. Anlattıklarımı anlamayı sağlamaz belki de döktüğüm serdiğim düşünceler. Yine de direnirim karanlığa, saklanmaya çalıştığımız gölgelere ve kendime rağmen yazarım belki kalemimim yarattığı izler yolunuza umut olur diye.

 

Aynur Erden

Paylaş

 

SİMİLASYON

 

Hayat içki masasındaki çalkantılı ova,

Masada şair var, oyuncu var, bir de kazanova,

Hayat ova olabilir ama ekran siyah,

Bir süreden sonra herkes filozof olur eyvah!

 

-Edebiyat felsefenin çocuğudur.

 

Anılar havlar bir süreden sonra köpekleşir,

Şiir dörtlüklerle roman düzyazılarla eşleşir.

Bende bu aralar garipsediğim bir şey var,

Gestalt iyi niyetiyle beni bütüncül kılar.

 

-Yine bir sabah dersindeyiz.

 

Hayattan midem bunaldı artık Kopernik,

Her şey bence artık midemde dönüyor,

Kiminin elinde el var, kiminin de vernik,

Biz küçükken hep büyüyelim derdik.

 

-Arzlar talebimizi aştı.

 

Şiiri bitirmeliyim hoca bir garip bakıyor,

Hümanizmi anlatıyor ama beni ayrı tutuyor!

Kalbim bir yanardağ, beynim bir volkan,

Hocayı dinliyorum ama dudağımda Attila İlhan.

 

-"beş dakika bekle git."

Umut Göksal

Online dergiler Online dergiler