Eleştiri: Black Swan | Kültür&Sanat

Kültür-Sanat Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

 

KARA KUĞUNUN LANETİ: BLACK SWAN

Sinemada "delilik" mevzusu, hem anlatı hem de bunu sergileyecek görsel malzeme açısından öylesine zengin bir kaynaktır ki, tüketilmesi neredeyse imkansızdır. Nasıl olmasın, söz konusu insan beyni ve elbette o meşum bilinçdışı olunca sinema kendisine sürekli deşeceği harika bir yatak bulmuş olur. En yaratıcı filmlerin ucundan kıyısından bu “deliliğe” bulaştığına hiç şüphe yoktur. Dövüş Klübü, Donnie Darko ve hatta 12 Maymun gibi kült filmler bir yana, Amerikan sinemasının en büyük auteur’ü Hitchcock’un, o samimi filmlerinde aslen insanın deşifresi imkansız bu yönü ile ilgilendiği aşikar değil midir? Hatta ve hatta Kara Şövalye’de Joker’i bu denli sevmemiz, biraz da onun deliliğine duyduğumuz hayranlıktan ileri gelmez mi?

Ancak kadınsılık ile deliliğin flörtü sanki bir nebze daha ağırlaştırır meseleyi. Erkek dünyasındaki kırılmaların şiddetinden olsa gerek, gerçeklik ve şizoid evren arasındaki sınırlar orada hala belirgindir. Oysa kadınsı delilik, gerçeklik ilkesinin yavaş yavaş yok olduğu ruhsal bir erozyona benzer. Geçişler yumuşak, sınırlar bulanıktır. Bu nedenle onun sinemasal versiyonları, diğerleri gibi pek eğlenceli değildir, bilakis sinema kadınsı delilikle baş etmek için her defasında gerilimin sularına çekilmek zorunda kalır. Zulawski’nin Possession’undan Polanski’nin Repulsion’una dek, kadınsı olan ile deliliğin sentezi, bizi tekinsiz bir coğrafyaya atar, orada yolumuzu bulmamızı ister.

Bütün bunları hatırlatmamızın nedeni, Darren Aronofsky’nin Siyah Kuğu isimli filmine yaklaşım tarzımızı örneklemek. Postmodern söylemden daha modern, giderek de daha klasik bir anlatıya dönen Aronofsky, öznenin bedensel örgütlenmesinin gerçeklikle kurulan bir ilişki tarzı olduğunu bu kez dans sanatının cephesinden bir örnekle karşılamakta. The Wrestler’da hayata karşı öfkesini kendi bedeni ile kurduğu ziyan ekonomisinden gerçekleştiren The Ram’e karşılık, Siyah Kuğu’nun Nina’sı için beden Gerçek’in sınırlarına geldiği bir ana denk düşmekte. Annesi ile birlikte yaşayan, içine kapanık, son derece utangaç ve kırılgan yapıya sahip olan Nina’nın, hiddetli bir annesel süperegonun baskısı altında kaldığı film başlar başlamaz kendisini belli ediyor. Öteki’nin arzusunu sahiplenme ve onu içselleştirmenin patalojiye varan sunumunda Aronofsky, belki bir Possession ortaya çıkaramıyor ama bu kez deliliğin bir başka yönüyle ilgileniyor: Annesel evrene özgü ve artık ardımızda bırakmış olmamız gereken o ilkel zevk, Lacan’ın ifadesi ile jouissance’ın gerçeklik ilkemizi nasıl tahrip edebileceği üzerinden bir araştırma sunuyor.

Hırsın ve öfkenin kendisine zemin bulduğu ve beslendiği, doymak bilmeyen ve doyurdukça daha da artan bir zevk jouissance. En basit deyimiyle, ölüm içgüdüsünden beslenen ve ona yazgılı bir yönü var. Öznenin geçmemesi gereken sınırları aşmasını sağlayan, beden ile ilişkisini kısa devreye uğratan ve sonunda ödenen bir bedel. Belki de bunu açıklayacak en iyi tanım, bir klişe: Delilik ile dahilik arasındaki sınırda, işte o yarıkta kendisini belli eden, tahammül edilmesi imkansız ve acı veren bir zevk O. Tıpkı Nina’nın ayağını kanatsa da, hırsının daha da kırbaçlanmasına neden olan ve anlam verilemeyen o zevk parçası gibi. Tüm film boyunca Aronofsky, insanın pek de oynamaması gereken bu ilkel zevke odaklanıyor ve onu Nina’nın bir süre sonra kendi bedensel sınırlarını ve gerçeklik ilkesini aşmasında bir anahtar olarak kullanıyor. Nina’nın geçirdiği evrim, onun Gerçek Aşk’ı ile travmatik karşılaşmasına doğru adım adım giden ölümcül bir yolu takip ediyor.

Bu açıdan Aronofsky, Haneke’nin o buz gibi filmi La Pianist’te gösterdiği mesafeyi tercih etmiyor ve filmine gerilim ve bir tutamcık da melodram katıyor. Heyecan ve duygulanımın izleyiciyi her an tetikte tuttuğu Siyah Kuğu, izlediği ana temayı sunma açısından oldukça başarılı. Ancak asıl başarı, onsuz olmazmış dedirten Natalie Portman’ın muhteşem oyunculuğu. Natalie Portman, Nina’nın çocuksuluğu ve kırılganlığını sunarken dahi, içten içe kaynayan o zevkin varlığını sezdiren minik jestler de bulunuyor. Sürekli savrulan ve kendi içindeki zevkle oynayan zarif ve dengeli bir oyunculuk onunkisi. Bu haliyle Oscar gecesinin kazananın Natalie Portman olacağına kesin gözüyle bakabiliriz. (olmazsa çok yazık olur.)

Siyah Kuğu, tıpkı temel aldığı Kuğu Gölü Balesi gibi, bir lanetin peşinden gidiyor. Ancak bu kez trajediye yol açan lanet dışarıdan gelmiyor, o bizzat bizim içimizde. 

Online dergiler Online dergiler