Haftat

Süleyman Kahraman tarafından yazıldı. Aktif .

 

Bugünün insanın en büyük sorunu modern yaşama çabasıdır. Bugünün Türkiye’sinde iğreti duran bu anlayış artık haddini  çok aşmış bir vaziyettedir. İnsanlar artık olduğu gibi görünmekten çoktan vazgeçmiş, “olması gerektiği gibi” yaşamaya çalışma çabasında bocalayan bir ruh hastası portresi çizmeye başlamıştır.

Modern yaşama standartının nerden nasıl çıktığı konusunda çok bir fikrim yok; ancak sonuçları karşısında ortaya çıkan durumu gözlemlemek artık çok basit bir hal almış durumdadır. Herkes kendi hayatını, amaçlarını sorgulayınca bunu kolayca anlayabilir. Olaya kal-ü beladan bir bakış atacak değilim. Zaten bu zaviyeden bakışın, konu olan modern yaşama saçmalığıyla karşılaştırılamayacak kadar ulviliğidir ki, bunu engeller.

Gelelim gerektiği gibi yaşama mevzuuna. Genel anlamda özgür bireyler olarak inandırılan modern toplum, farkında olmadan iki organı arasına sıkıştırılmıştır ve özgürlük mahkumu olmuştur aslında.  Bir çoğu bunun farkında değildir. Birincisi başkalarının ağzı. Her hangi bir eyleminde “felanca ne der acaba?” baskısı, ikincisi ise; apış arasıdır. Öyle ki insan vücuduna bile boyut getirme, dişine göre sevgili sahibi bulma vs  bu işin basit bir göstergesidir. 

Maddeye tapınmanın temelini oluşturduğu bu sistemi  tam olarak kavramak, anlatmak için hayat anlayışımızı değiştirmemiz lazım. Hayatımızı düzenleyen, kriter olarak beynimizde yer eden şeyleri sorgulamamız gerekmektedir.  Toplumun artık çok basit mühendislik manevralarıyla değiştiği günümüzde bilinçli eşeklik vasfına sahip bireyler olmamamız gerekir. Bu gerekliliğin sebebi ruhumuz bünyesinde bulunan vicdan mekanizmasıdır. Bu mekanizma insan olarak kalabilmemiz için işlemek mecburiyetindedir. Aksi halde toplumsal olarak doğacak her sonuç bir felaket olacaktır. 

***

Yazının bu kısmında değinmek istediğim düşünceler tamamen akıl sağlığını yitirmiş bir bireyin söylemiş olduğu ve yukarıdaki yazıyı tamamlamak adına kaleme alınmaya çalışılmış şeylerdir.

Diktatörlük rejimine bugünkünden fazla ihtiyaç duyulmuş bir zaman yoktur bence. Düşünün bir kere; Bir diktatöre sahip bir ülkedesiniz. Eğer sizin mantığınız, tavrınız vs diktatör ile uyuşursa çok kralsınız.  Şöyle ki: Mesela adamın (dikta edenin ) kafası esti, o ülkedeki tüm Nissan Juke araba kullanımını yasakladı. Güzel olmaz mıydı? Böyle tasarımı olan bir araba olabilir mi yahu? İğrenç! ya da tüm çakma sarışınların saçlarını kazıttsa. İnsan saç renginden rahatsız olur mu? Saçını boyatan bir insan bundan nasıl mutlu olup kendini iyi hissedebilir? Kendini bir boyayla iyi hisseden insanın düşünce kapasitesi ne kadar derin olur? Mesela ülke vatandaşı olan herkese IQ testi uygulasa, Belli kriteri geçemeyen insanları o ülkeye vatandaşı yapmasa. Trafikte klakson çalmayı yasaklansa. Kötü mü olurdu bunlar?

***

Dil çok önemli bir mevzu arkadaş! Dil canlı bir şeydir. Şeydir ama nedir kimse bilmiyor ve onu şey edip duruyor. İnsan yaşantısıyla daha doğrusu toplumsal ve kültürel  yaşantının kalite ve ağırlıyla paralel gelişen ya da gelişemeyen dil, günümüz Türk toplumunun özünden kopan halini en güzel yansıtır.  Mesela argo dilin bir parçasıdır ya da küfretmek. Biz bugünlerde kullandığımız dil bundan 50 60 sene öncesinin argosuna bile yetişemez hale gelmiş ki bir de Türkçe bilim dili olacak! Olmaz demiyorum ama  bugünün insanıyla çok zor. Bence hazır gıda, giyim gibi adetlerin topluma girmesiyle bizim dilimizin bozulması aynı eksende düşünülebilir. Zira yeni çıkan kelimeleri biz hazır olarak yabancı dilden kendi ağzımıza pelesenk etmişiz. Mesela: Organizasyon! Ne orospu çocuğu bir kelime düşünülünce!?...

***

Bu satırları yazarken bir durumla karşılaştım. Arkadaşıma çok çalışıyorsun dedim. Onun cevabı da; “para lazım evlenecez.”oldu. Şimdi  evlilik gibi bir müessesenin sağlanması için bile para olmazsa olmaz bir koşul olmuş vaziyette artık. Ne gerek var bu kadar paraya? Gerek var çünkü; düğün yapmak zorundasın, balayı ev düz vs… çünkü çevrenin ne diyeceği bizim saçma sapan bir sürü masraf yapmamıza sebebiyet  vermekte;halbuki huzur kaç para?

Yeri gelmişken bu konuda şunları söylemek istiyorum. Günümüz kızlarının kendini beğenmiş ve akılsız tavırları bir aile kurup huzurlu yaşama ümidi içersinde olan bir erkeği evlilikten soğutuyor. Bakın arkadaşlar, siz aileyi koltuk kanepe takımıyla veya LCD ekran televizyonlarla kuramazsınız. Bu çok basit matematiksel problem gibidir. Aşağıda vereceğim problemi çözebilen bayan arkadaşlar kendi içlerin bu durumu düşünsün. Çözemeyenler kaldıkları yerden yola devam etsin:

X+4=7 ise x=?

***

Bu dünyada üç tip insan vardır. Biri okumadan fikir sahibi olan insandır. Buna biz cahil der geçeriz. NŞA’da ( kimyadan hatırlayın!) bu tipler pek önemsenmez, saygı duymaz, herkes tarafından bilinir. Bunun karşıtı olan ise, okuyan araştıran bir fikre sahip olmak için ayrıntıya takılan ve beyin sancısının ardından bir şeyler söylemeye çalışan ve bunu beceren insan tipidir. Bunu yapabilen insan sayısı çok azdır. Anlaşılmasalar da, daha doğrusu karşılarında muhatap olan kişilerin kapasitesi anlaşılmalarına engel olsa da, “her köle efendisine benzemek ister.” Kaidesince saygı duyulurlar.  Bunlar normal bir toplum için insan tipi standartını oluştur. Doğaldır. Ancak bu iki kutup arasında kalan bir grup vardır ki… Tanrı varlığımızı bunlardan korusun! Bu tipler ise az okuyan  ama çok az okuyan ve bir konu hakkında okuduğu sadece bir kitap, makale, fıkra, deneme vs yi mutlak doğru kabul edip bununla fikir sahibi olandır. Bunların fikri ise daha doğrusu fikir sandıkları tamamen beyinsel bir yanılgıdır. Mesela; Ermeni sorunu hakkında  bunlar okudukları 3 sayfalık makale ile fikir sahibi olup sonuca varabilirler. Bu tip insanlardan bilimsel, sosyal veya akademik fayda aramak, tesettüre girmiş bir fahişede bekaret aramak gibidir. Üniversite gençliğinin de büyük bir bölümü böyledir.  Yani giyiniş olarak demiyorum, üçüncü tip insan olarak…

***

Sevmek, birine gönül vermek günümüzde artık elbise değiştirmek gibi olmuştur. Benim düşüncem o dur ki, kişi eğer giyecek yeterli kıyafeti varsa ve buna rağmen gidip hala yeni bir elbise alıyorsa, birini tam olarak sevemez. Bu savımı tam olarak nasıl savunurum bilemem ama sevmelerin bugünlerde ne kadar  basit olduğunu söylememe gerek yoktur inancındayım. İnsan nefsi azgındır ve hep daha fazlasını ister. Bugün elbisede tamah gösteremeyen yarın kişide de gösteremez. 

Birine gönül vermenin bugünle eski arasındaki farkı ise şöyledir. Birini seversiniz mesela. Muhtemelen de belli bir süre sonra ayrılırsınız. Sonrada bu ayrılıktan sonra yıkılır hayatın size bir daha gülmeyeceğine ya da bir daha kimseyi sevemeyeceğinize iman edersiniz. Tabi bu imanınızda sizi müşrik edecek illa ki bir ikinci şahıs çıkar. Bu sefer karşılaştırma imkanınız olur ve ikinci kişi hayatınızın son kişisi olduğuna inanırsınız. Tabi bu da olmaz. Buna da çok üzülür tövbe eder ve yine birine gönül vermeme konusunda iman tazelersiniz ancak sorun şudur ki; hayatınıza bundan sonra girecek her kişi üçüncü kişi olur. Böyle de olunca sevmek konusunda insan sabit kadem duramaz olur.

Bu durumu şöyle yorumlayanlar da çıkabilir. Derler ki: ileride hayatına girecek insanın gelişi içindir bu ayrılıklar. Böyle bir şey yoktur. Mesela benim hayatıma da, bu yazıyı okuyanın hayatına da ileride biri çıkıp, hayatımın geri kalanını geçireceğim diyeceğimiz insanlar gelmeyecektir. Bunu beklemek saçmalıktır. İsteyen beklesin ama olmayacaktır ;boşuna ömür tüketmeyin.

Bekleyiş yerine daha mantıklık olan da şudur;  hayatınıza giren insanların kusurlarını hoş görüp ortak paydalar bulup güzel şeyler yapma çabasıdır. Bunun için gerekenler ise; sabır, az biraz akıl ve aptalca beklentilere girmemek. Mesela sevdiğinizi sandığınız insandan elektrik almayı beklemek gibi. Bu en basit ifadeyle mallıktır. Karşınızda jeneratör, santral vs gibi bir nesne yok!  Zaten elektrikte bir iletken olmadan kolay kolay iki nesne arasında geçmez. Nicola Tesla’nın böyle bir araştırması vardır ama onu burada  anlatamayız. Sonuç olarak varacağım nokta: insanlardan, kendi ellerinde olmayan beklentilerde bulunmayın. Daha mutlu olursunuz.

***

Eğer paylaşmak istediğiniz bu tip notlar varsa severek okurum ve paylaşmak isterim. Aşağıdaki parçayla da size 7:47 saniyelik mutluluğa davet ediyorum:

http://www.youtube.com/watch?v=ZpAsNmMToS0&feature=related

Yazar Hakkında

Süleyman Kahraman

Süleyman Kahraman

Doğum yeri, kaybedilen toprakların aziz hatıraları sayılacak topraklardır. Daha henüz emekleme safhasında iken Türkiye’ye adım atarak 21 sene T.C topraklarından ayrılmadı. Bir senelik Karl Marx Stadt’da eğitimine yama yaparak, makine mühendisi olma yolunda özgeçmişine bir parantez ekledi. İlkokul ve liseyi İstanbul’dan önceki başkentte, üniversiteyi ise sanayi göbeği Kocaeli’nde okudu. Birkaç deklanşör hamlesiyle fotoğraf işinde amatör, birkaç karalamayla da yazmakta…

 

Kafa Kâğıdı:    

 

 

Online dergiler Online dergiler