Mavi Önlükler Pembe Hayaller

Emrah Bulut tarafından yazıldı. Aktif .

 

İlkokulum bir mezarlığın altında, askeri kışlanın karşısında ve bir tımarhanenin çaprazındaydı. Evet, sınıf öğretmeni adresi tam olarak böyle ezberlememizi istemişti. Son zil çalıp okul dağılmaya başlayınca ananelerinin almaya geldiği isteksiz bir grup akşam karanlığında ölülerin arasından geçerek, aptal ve şanslı veletlerden oluşan bir grup ise nöbet tutan askerlere selam ederek gırgır ve de şamatayla evlerine dönerdi. Ben, duvar diplerine tüneyip bi' cigara isteyen, ara ara kriz geçirip yerlerde yuvarlanan, aslında bir manda yavrusu kadar masum göründükleri halde haklarında korkunç efsanelerin döndüğü beyaz önlüklü kaçıkların olduğu taraftaydım. Zordu fakat olsundu. Çünkü üst sınıfların kaldırım serçesi Hayat da benimleydi.

Onu eve dönüş yolunda gördüğüm ve dakikalarca izlediğim anı unutamam. Tanrı ilk kez ve sadece benim için yayın yapıyormuş gibiydi. Evrendeki onlarca televizyonda onlarca sıkıcı ve anlamsız görüntü karıncalanırken ben, kimsenin fark edemediği o cennetten yayın yapan saklı kanalı keşfetmiş gibiydim. Morgan amca haklıydı. Büyüleyiciydi ve tanrının elini omzumda hissetmiştim. Kız yağmura aldırış etmeden tımarhanenin duvarları boyunca sekerek ilerlemişti. Derken cebinden bir avuç bozukluk Shawshank hapishanesinden paçayı sıyırmışçasına yere saçılmıştı. Hayat mazgalların olduğu noktada durmuş ve bulduğu ağaç parçasıyla altında yatan madeni didiklemeye başlamıştı. Bütün servetini toplayıp yüzüne aptal bir gülümseme geçirdiği anda işte tam o anda akşam rüzgârının slow-motion bir edayla savurduğu eteğiyle Marliyn Monroe'ye dönüşüvermişti. Bir yandan aptalca gülümserken beriki taraftan uçuşan eteğini düzeltmekle uğraşıyordu. Ben işte zamanın durduğu ve benden önce önünde diz çöküp aşkını ilan ettiği bir mucizeye gözlerimle şahitlik etmiştim.

Bir kere zirveye tırmanınca artık yolun devamı hep yokuş aşağıdır dostum. Tepetaklak düşmemek için kenarlara tutunarak inmeye çalışıyordum. Çünkü esmer Monroe'm şimdi sınıfın uyuz tekvandocusuyla kameralara mutluluk pozları veriyordu. İki gülen surat spotlar altında aşkla parlarken okul önlüğümün ön cebindeki pikaçu ve sırt çantamdaki power rangersler dahi bu sahne karşısında gözyaşlarına hâkim olamıyordu.

Ertesi günler sınıf birincisi olmayı garantileyecek kadar titiz bir Matematik ve Türkçe ve Sosyal Bilgiler ödevi hazırladıktan sonra sıra Hayat Bilgisine geliyordu. Oh Jesus! En güzel çikolatayı en son yemek gibiydi ve ben çok geçmeden zihnimde çözdüğüm soruları kalbimde temize çekiyordum.

Yine de anlayamadığım şey çoktu. Mesela güzel kızlar kendilerini üzecek erkekleri neden severdi? Kötüler ve çirkinler neden şanslıydı ve babam böyle pasta yapmayı nerden öğrenememişti de ben kara kuru çelimsiz bir çocuk olarak kalmıştım? Zaten şu tekvandocudan tanıdığım ilk günden beri hoşlanmamıştım. Monami pastel boyasının üstündeki kendini beğenmiş prense benzerdi. Belki de çok sevdiğim halde resim yapmayı bu yüzden bıraktım. Boya kutusuna düşmüş Van Gogh gibi hissedebilirdim. Oysa insanları giyotine gönderen beyaz peruklu bir yargıç olmak zorundayım şimdi. Yarınlarımızı nefretimize kurban vermemiz ne sinir bozucu! O taş atan kişinin taşını yerden alıp onun namına vurduğumuz ikinci kuş olur hiç ettiğimiz geleceğimiz.

Geleceğimiz demişken yazının devamı gelecek...

Yazar Hakkında

Emrah Bulut

Emrah Bulut

Online dergiler Online dergiler