Necidir Bu Tezer Özlü? - Aysel Serpil Görgün | Makaleler - Kasım & Aralık 2011

Administrator tarafından yazıldı. Aktif .

NECİDİR BU TEZER ÖZLÜ?

Tezer Özlü, Türk edebiyatının gamlı ve lirik prensesi... 

YKY'den basılan Özlü kitaplarının arkasına baktığınızda bu ifadeyle karşılaşacaksınız. Peki gerçekten gamlı ve lirik prenses olmaktan ibaret miydi Tezer Özlü? Kendisinin gamlı, lirik ve prenses olarak nitelendirilmesini eleştirenlerin aksine ben hem gamlı hem lirik hem de prenses tespitinin doğru fakat kapsayıcı olmadığı kanaatindeyim. Gamı ve lirizmi umutsuz, bunalım edebiyatının argümanı olarak gösterip Tezer'in bu şekilde nevrozlu ve karamsarlığa sürükleyici addedilmesini yadsıyanlar için (burada elbette bu duygu durumlarının varlığı değil saltlığı eleştiriliyor) edebiyatın olduğu yerde umudun olduğu gerçeğini, Tezer'in bunalımını direnişe dönüştüren kişiliğine ve kalemine de ayrıca dikkat çekerek hatırlatmak gerekecektir. Kaldı ki varoluşçuluğun ''yabancı'' dâhisi Camus dahi hayatın anlamsız olduğunu savunup sonunda ölüm olan dünyanın ve dünyadaki tüm uğraşıların ancak ''saçma'' kavramıyla açıklanabileceğini söyledikten sonra umutsuz olmanın sonsuza dek umutsuz olmayı gerektirmeyeceğine değinmiştir. Hayat onlara göre her şeyiyle ve her şeye rağmen her bilinmeyenin ardına bakılması gereken engebeli ve pusula barındırmayan bir arazidir. 

Yaşadığı dönemde dönemin siyasi rüzgârının etkisinde kalmayıp varoluşa yöneldiği için görece rağbet görmeyen, nevrotik ruh halini küçük burjuva rahatlığıyla birleştirip Avrupa turlarına çıkmış, hepi topu üç yüz sayfa yazmış özgür ruhlu vasat bir yazar, bir anarşist ve Duygu Asena'ya iki beden büyük gelen feminist gömlekli ''güzel'' bir kadın demek ne kadar doğrudur Tezer için? Cumhuriyetin ilk eğitimcilerinden Kemalist baba, devrimci abi, kendi eserlerinde konuşturmamasıyla bastırılmışlığını ifade ettiği sessiz bir anne, babanın memuriyetinden dolayı kırsalda geçmiş çocukluk, muhafazakâr Fatih yaşantısı, Kemalizmin batı modernizmine olan hayranlığını sonucu Avusturya Kız Lisesi'nde görülen baskıcı Katolik eğitim ve tüm bu karmaşaya kuş bakışı bakıldığında Şerif Mardin'in kültür şoku söyleminin somutlaşması olarak karşımıza çıkar Tezer Özlü. Arada kalmışlığın, ifade edilmemişliğin, dillendirilmeyenin muhalif sesi, depresif halin Türk minör edebiyatına yansımasıdır. Görüleceği gibi tüm bu karmaşa ve varoluşa yöneliş siyasi rüzgârın etkisinde kalınmayıp değil siyasi rüzgârın etkisiyle ortaya çıkmıştır. 

Basit bir delilik hali değildir onunki. Elektro-şok tedavisinden sonra köşesine çekilip sonbaharın sarı yapraklarını izlemeye endeksli münzevi bir yaşantı seçmemiştir. Çabalamıştır. Sonsuz bir çıkmazdan çıkma üzerine kurulu değildir yaşamı. Evet, ölümü yüceltmiştir, intihara methiyeler düzmüştür. İlk bakıldığında yanılındığı gibi ölüme olan tarifsiz aşkı değil ölümün üzerinde kendisini özgür kılışı vardır. Onda ölüm düşüncesinin sürekli arka planda olması hayatı yaşamak adına büyük bir tasarruf yetkisi verir. Dikkat edilmelidir ki burada merkeziyetçi ölüm işleyişinden değil ''sürekli olarak'' arka planda tutulan bir ölüm olgusundan bahsediyoruz. Ölüm hiçbir trafik kuralının istisnası olamayacak kadar onunduronun inisiyatifinde olmalıdır. Camus Yabancı eserinde ''saçma''yı ve ''saçma''ya yakalanmış ''uyumsuz''u irdeledikten sonra Sisifos Söyleni'nde hayatın bu saçmalığına, haksızlığa ve adalet değil torpil dağıtan Tanrı'ya rağmen neden intihar edilmemesi gerektiğini bu sefer roman gibi dolaylı bir felsefi anlatımla değil direkt olarak informatif deneme şeklinde sunar. Hayat çok geniş bir kitle için mucizeden yoksun olarak aynı şeyleri yaşayacağını, aynı amaçsallıktan yoksun(çünkü son'la sonlanacak ve Sultan Süleyman'a dahi kalmayan bir dünyadan bahsediyoruz) uğraşı vereceğini bile bile düşüp yeniden başlamak yolda olmaktır. Sisifos tepesine varmaya bir adım kala yeniden başlayacağını bilmek buna rağmen tırmanmaya devam etmektir ve aslında tepeye tırmanırken yaşadıklarıdır, her daim ve her alanda hiçbir şey beklemeden dünyayı ve insanları severek mutlu kılınmaktır varoluşunun gerekliliğini gösteren. Ancak Tezer aynı çabayı neden intihar etmemeliyiz kalıbıyla değil; neden yaşamalıyızın cevabı olarak açıklar. Verilecek olan cevapla birlikte sorulan sorunun da aynılığı dikkatinizi çekecektir. Bundan anlaşılması gereken Tezer'in pozitif dirençli bunalımıdır. Tezer önce uyumsuzun dibini görüp sonra buna gereken şekli vermez. Uyumsuzluğuyla panzehirini birarada verir.Egemenlerin iyiniyet karinesiyle dayattığı hayatın acımasız yanlarını bireysel bir duruşla ele alır.

Özlü'nün Pavese, Kafka gibi bunalımlı yüzünü çöküşe sürükleyen yazarların peşinden gidip yaşama coşkusunu yakalamasının sebebi yine bunalımına sebep veren kırsal-kent, doğu-batı arada kalmışlığı değil midir? Geniş bulvarları, kentleri görüp taşrayı özlemek ve otel odasında seçilmiş bir yalnızlığı yaşamak ve var olan düzenin tüm kurumlarına, getirilerine karşı gelmek onu anarko-primitivist ideallerini gerçekleştirememiş hüzünlü bir genç kadın olarak tanımlamaktan başka yerlere götürmelidir bizleri. Birebir Deleuze'ün yurtsuzlaşmış kişisi değildir yaşamın ucuna yolculuğunun başında. O yurtsuzluğu kendiliğinden benimsemez. Onu yurtsuzluğa iten başkalarıdır; kültür ve kimlik çatışmasını kendi benliğinde çok daha sanrılı ve şiddetli yaşamasıdır. Dili, ülkeyi reddeder. Ama anayurdundan sonra sığındığı ikinci yer anadili gibi konuştuğu Almancanın şehri Berlin olacaktır. Yurtsuz değildir Özlü klasik kavram anlamıyla; yurtsuzlaştırılmıştır.Döneminin sorunlarına sırtını dönmekle suçlanan Özlü kanlı mayısta meydanlardadır aslında. Ve tankerlerden ve vahşetten kaçarak uzaklaştıktan günler sonra Leyla Erbil memleketleri için mücadele vermeleri gerektiğini söylediğinde insanlığın ayaklar altında olduğu taşla copla birbirini ezdiği gerçeğini hafızasından silemeyerek burası bizim ülkemiz değil burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi demiştir. Elbette kimilerince bunun basit bir korkaklık olarak nitelendirilmesini yadırgayamayacağım. Ancak bu Tezer Özlü'yü özümsemeden yapılan çıkarımların ötesine geçemeyecektir. Bunu oportünizme uğramış tipik bir ortayolculuğun etkisiyle değil naifliğiyle söylemiştir. Uyum sağlama isteme çabası ortayolculuk sürecinden alakasız ve bambaşka haldedir. Sonuç alınamayacak kaos için eşsiz bir öngörüde bulunur. Fransız İhtilali'nden itibaren başlayan hak alma ve dâhil/müdahil olma sürecinde herkese her sosyal kesime vaat edilen ''siyasetin öznesi'' olan insan olma yerine Hegel'in ünlü deyişiyle ''siyasetin materyali olmakta mutluluk duyan ve bunu erdem sayan'' günümüz kitle insanının dışına atmıştır kendini. Aynı Tezer öldükten sonra ''ölüyorum devrimci mücadeleyi bensiz sürdürün'' diyecek olan Tezer'dir. O buhranlarında siyasi çıkmazları bireysel açmazlarla kesiştiren ve kendi devrimi için yollara çıkan yurtsuzlaştırılmış kimsedir. ''Tüm bireyler kendi devrimini yapabilse sistemi yok edebilir, kapitalizmi yenebilir miyiz?'' demiştir abisinin kızı Ayda Özlü'ye. Burada artık yaptığı kültür vurgusundan klasik Marxizm anlayışının dışında olduğu ancak bunun sistemle sorunu olmadığıyla eş tutulmaması gerektiği görülecektir. 

Onun bu başkaldırısını sadece siyasetle sınırlamak elbette ki doğru olmaz. Çünkü siyaset Foucault'nun da dediği gibi kılcal damarlarla hayata ve ilişkilere sirayet eder. Aile hükmedeni siyasi hükmedenin en küçük toplumsal birim aileye inişidir. İktidara karşı verilen mücadele sadece meclislerde yürümez. Bunu Tezer'in hem günlük hayata karşı yaptığı eleştirilerinde hem de kamu kurumları ve bu kurumların öğretisi ışığında şekil alan ikili ilişkilere yönelik ilişkilere olan eleştirilerinde gözlemleyebiliriz. Başka bir kentin, denizin, tarlanın değil kamusal alandan yalıtılmış mekânların özlemindedir. Bu eleştiriler, başkaldırısı ve başka topraklarda farklı ''şeyler'' arama arzusu küçük burjuva şımarıklığından kaynaklanmaz. Oğuz Atay'ın sivri köşelerin yontulduğu, insanın hiçbir yerini acıtmayan olarak nitelendirdiği burjuva hayatı Tezer Özlü'nün hiçbir yerini acıtmamış olsaydı bu yoğun etkilenmeyle bu tepkilerle karşılaşmazdık!

Kendi üstü örtülü izm'ini makul göstermek adına bütün izm'leri ve izmcileri hedef alan tutumlar sergileyen; çekinik bir siyasi kimliğin, aşılanan bir depolitizasyonun en sivri savunucu duruşu olan anti-izmci yükselen yeni nesile ''gerçek'' ve amaçsal bir anticilik sunar Tezer. Kalemiyle yapar bunu. Yabancılaşan insan toplumunun değer yargılarının simgesi evden kaçarak yapar. İyi giyinerek, itimat etmediği evlilik kurumuna 3 kere başvurarak, trenlerde kendi devrimini gerçekleştirerek yapar. Ve kimseye kendi gibi yapmasını öğütlemez. Herkesin kendi başkaldırış yolunu seçmesine inanır.

Kendimce değindiğim ve muhakkak ki eksik kalan tüm bunların dışında yazdıklarının artalanında ne olduğunu araştırmacı gözlerle irdelemeden de sırf 1964 yılında bu şekilde düşünen, bunları yazan, ''rahatsız olan'' birinin varlığından duyulacak mutluluk adına, zaman ve mekânın ötesinde bir yazar olduğu için okunmalıdır Tezer. Açtığı pencerelerle beraber her dönem açısından taze kalabildiği ve bambaşka kentlere bambaşka yazarlara işaret ettiği için bitmeyecek olandır.

Böyle olduğu için külttür, böyle olduğu için ilktir.

Aysel Serpil Görgün

Paylaş


     Aysel Serpil Görgün’ün Eski Yazıları

Online dergiler Online dergiler