Kaptan Kumanda

Emrah Bulut tarafından yazıldı. Aktif .

 

İstanbul trafiğinin bereketten çatladığı iş çıkış saatlerinde bir kadın belediye otobüsünde vaveylayı koparıyor: “İmdat! Yetişemedim Osman’ıma, eyvahlar olsun! Bir haftadır bu anı beklemiştim ben… ”

Uyuklayanlar irkilerek sıçrıyor yerinden. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş bitkin suratlara renk geliyor bir anda. Haliyle sıkılan herkes cümbüşe kulak kabartıyor. Halden anlayanlar randevusuna geç kaldığını düşünüyor, ne aşk ama! Tülbentli teyzeler başını yana yatırıp ellerini kavuşturuyor ve acıyan tonlarda belli belirsiz mırıltılar başlıyor. Derken bağrışlar içinde otobüsü durduran kadın bir hışımla dışarı atıyor kendini. Yağmurun altında koşa koşa ilk bulduğu kafeye giriyor. Dikkatsizce basamakları atlayıp heyecanla sağa sola çevriliyor kafası ve işte orada. Aç bir leopar gibi masalardan birinin yanındaki karartıya sabitleniyor gözleri ve kan ter içinde kalmış bedeniyle atlıyor üstüne...

Kısa bir hengâmeden sonra güçlükle yatıştırılıyor ve isteğine kavuşturuluyor memleket insanım. Çalışanlardan biri dişlerini sıkarak alıyor elinden kumandayı ve kadın özlemle beklediği haftalık televizyon dizisinin küçük Osman’ıyla baş başa bırakılıyor.

Gelişen dünya ve değişen zevklerimiz

Eğlencelerimiz Heybeli’de mehtaba çıkmaktan, Boğaziçi’de kayık sefalarındanbetonarme odalarda bir ufak televizyon koltuğuna evirildi. Fayton gezmelerinden metro inşaatlarına, sokak maçlarından Nintendo Wii kutularına... Televizyonların içine hapsolduk. Orada eğleniyor, orada evleniyoruz. Çocuklarımızın adını Feriha koyup, parmağımıza usulca Hürrem yüzüğü takıyor o karanlık kutular. Yedirme, giydirme yarışmaları derken sürekli bir mücadelenin ortasına atıyor bizi. Devletin ahkâmını bile elinden aldı 37'lik maço ekranlar. Artık ne yiyeceğimize ne giyeceğimize ve ne düşüneceğimize televizyonlar karar veriyor. Gündelik dedikodularımızın esas malzemesi de hep bunlar olmuyor mu? Renkli camların bulandırıp dağıttığı şuurumuzdan halkalı gözler peyda oluyor. Biri konuşurken altyazı okur gibi ağzımızı açıp bakıyoruz. Hiç birleşmiyor bakışlarımız birbiriyle. Kaç yıllık arkadaşımız göz rengimiz sorulduğunda durup düşünüyor. Film artistleri gibi yürümeye çabalarken çarşıda pazarda, eşe dosta adeta ucuz replikler kusuyoruz.

Gittikçe okuyan bir toplum oluyoruz, bilinç kazanıyoruz diye seviniyorduk hâlbuki. Sosyal paylaşım sitelerinde gençler Mevlana’dan, Necip Fazıl’dan seçmelerle koca bir külliyatı devirmişken, Müge Anlı bile geniş bir kitlenin gündemini belirleme yetkinliğine erişip, Çiçek Abbas çağdaşlarca siyaset gurusu yapılmışken üstelik. Tarih ve politika satırlarında taş sektiren gözler böylesine çeşitlenip renklenmişken, abdallıktan aptallığa sürüklenişimizdeki saklı hikmet ne ola ki?

Haydi, insan fıtraten zaaf yumağıydı ve aldandı; ancak gayesi elinde asasıyla bozuk gidişatın önünde durmak olan ermişlerimiz de mi elde çekirdek, pembe dizi izliyor? Başlarını kumun içine mi gömdüler yoksa cengâverler gibi atılıp kalemini meydana saplayacak ve amaçsızca dolanan gövdeleri titretip kendine getirecek âlimlerimiz yetişmiyor mu artık?

Cemil Meriç gibi bir çağın vicdanı olmak isteyen kalmadı mı?

Kalmadı azizim. Çünkü sadece izlemiyor bizzat iştirak edip, önlerden yer kapmaya çalışıyorlar temaşa tartışma programlarında. Öyle kipuding tenceresinin dibini sıyıran küçük çocuklar gibi oldu aydınlarımız. Adeta bir kreşte yaşıyorlarmışçasına eylemleri ve istekleri…Hıncal Uluç dahi mankenlerle poz vermeyi bıraktı. Ana sınıfının sabahçı tayfasında okuldan kaydı alınanların arkasından konuşmakla meşgul. Elif Şafak desen sıra aralarında dolaşan kediler gibi sevimlilik yapıp boyama kitaplarını satma peşinde. Rutkay Aziz fırlayıp yerinden; “Günaydın arkadaşlar, size yeni öğrendiğim bir ders fişini okumak istiyorum: Ana gibi yar, Şili gibi diyar olmaz! Haydi, indirelim şu başkanı, bizim onlardan ne eksiğimiz var ” diyor. Bunu duyan Müjdat ve Levent ikilisi Harami kostümlerini giyip hemen sınıf başkanının üzerine yürüyor: “Asmak lazım, kesmek lazım diri diri yakmak lazım!” Fakat Nazlı Ilıcak bu durur mu, hemen laf yetiştirmeyi vazife ediniyor. Açıyor iktidar reisine kollarını, gitme diyor ve sınıfta günün curcunası başlıyor.

Efendim önceden herkes bir odaya toplanır, pembe yanaklı çocukların dizine başını yasladıkları aksakallı dedeler, etrafında halka oluşturan aile eşrafına nasihatler dağıtır, bir yandan sobanın üstünde kestane pişirilip çay demlenirken bir yandan da tatlı kelamlar edilip fertler kötülükten fenalıktan afiyetle korunurmuuuş gibi masallar anlatmayacağım size. “Kılavuzu karga olanın…” demiş atalar ve burada kesmişler.

Yazar Hakkında

Emrah Bulut

Emrah Bulut

Online dergiler Online dergiler