Facebook İcat Oldu, Mertlik Bozuldu

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

 

Her şey dört yıl önce Mark Zuckerberg’in merakımızı dürt’mesiyle başladı.

Facebook henüz feys değildi; Türk internet mahallesine yeni taşınan mavi gözlü bir çocuk, ne Türkçe konuşabilir, ne de kallavi göbeğiyle sair site sakinlerine sarkıntılık ederdi.

Alt katta oturan HI5’a kıyasen daha sade giyimliydi, yan daire komşusu Yonja kadar da gürültücü sayılmazdı.

Yurtdışında yakaladığı şöhret ve gittikçe artan serveti, gündelik muhabbetlere sürmanşet oluyordu. Dükkân açtığı sokakta elit bir tüketici kitlesi vardı; ekseriyetle tahsilli müşterilerinin halini hatrını her daim sorar, işyerinin en görünür köşesinde “Ne düşünüyorsun? levhası asılı dururdu.

Müslüman mahallesinde dijital salyangoz satan bu gâvur oğlanın çevresi de pek genişti: Sizi isterseniz ilkokul arkadaşınıza ulaştırabilir,hatta ebenizi bile bulmanızı sağlayabilirdi.

Piyasaya sürdüğü her nane kapış kapış tüketildi; nakit yerine vaktin peşin olarak girişteki e-mail/ şifre kutucuğuna ödendiği pahalı tarifesine rağmen, on binlerce kişi feysbuk tarlalarında ırgatlık yapmak üzere kuyruğa giriyordu.

Oltanın ucuna yerleştirilen abur cubur, müptelalarını yemledikçe; Zuckerberg Dayı, internet deryasında yeni kıyılara demir attı.

Bu yıl itibariyle 651 milyon nüfusa ulaşan Facebook İmparatorluğu sınırları dâhilinde, dostlarınızla Chat Café’de buluşup sohbet edebilir ve Uygulamalar Parkı’nda günün stresini atabilirsiniz.

Bunun yanı sıra, Her Gün Yeni Bir X Kültür Merkezinde entelliğinize dantel örmek, Komik Videolar Sinemasında kahkaha dolu dakikalar geçirmek, Farmville Çiftliklerinde şehir hayatının karmaşasından uzaklaşarak domates ekme tecrübesini edinmek mümkün.

Ayrıca yüzlerce vitrinlik profil camekânlarından birbirinizi dikizlemeniz de hiçbir ücrete tabi değil.

Yalnızca hayatınızı simge durumuna küçültüp, haftalarca klavye tuşları arasında volta atarak tüm bu imkânlara sahip olabilirsiniz.

***

İroni sosuyla servis edilmiş bu hikâyede, ele talkın verip salkım yutma niyetinde değilim.

Üç gün üst üste Facebook’a girmeyenin ‘merhum’ olarak anıldığı ülkemizde, Don Kişot kılınç ve zırhını kuşanıp bir hesap açmamak pek akıl kârı sayılmaz. Yurttaşlık ödevlerini yerine getiren bir feysbuk vatandaşı olarak elbette ben de, haftada en az iki kez Yılmaz Özdil yazısı paylaşıyorum, Can Yücel veya Küçük İskender’den şiirler düzüyorum ve profil fotoğraflarıma bir adet Atatürk portresi yerleştiriyorum.

Fakat miskinliğe meftun olup, kendinizi paranteze aldığınızda sorun çıkmaya başlıyor.

Uyanır uyanmaz ekrana odaklanarak Facebook’u gözlerinize enjekte ediyorsanız; milyonlarca insanı kıskacına sıkıştıran bu salgın, kafatasınızın kıvrımlarını kuşatıp sandalyenizden sizi kaldırmıyor demektir.

Özellikle yaz aylarında duyularınızı News Feed ile doyurup, posasını zihninize doldurduğunuzda; manasız ve malayani lakırdıların cıvıklığı, muhayyilenizin mürekkebini sulandırır.

Aslında 769 değil, 9 dostunuz var; ancak arkadaş listenizden başladığınız profil gezintisinde, hiç tanımadığınız insanların fotoğraflarına bakarken kendinizi yakaladığınızda artık çok geç…

Türkçe’nin fonetiğinden aciz cümle kalıplarıyla yorum kutucuğuna kusulmuş siyasi zırvalara cevap yetiştirerek vatan kurtarmak size hiçbir fayda getirmez.

Yine de Facebook’u seviyorsunuz; çünkü orada ünlü ve önemlisiniz. Fotoğraflarınızı beğenenler, yazdıklarınızı okuyanlar, düşüncelerinizle ilgilenip yorum yapanlar var. Mühim ve meşhur şahsiyetiniz smokiniyle parıldıyor; takipçileriniz gün geçtikçe çoğalıyor.

Oysa bilgisayarınızda hiçbir zaman sütünün tadına bakamayacağınız bir inek beslemek, ataletin ötesinde bir şuursuzluk.

İtiraf edelim, ‘beğen’ butonunu bile popülist bir politikanın aracı haline getirdik.

 Arkadaşınızla aranız mı kötü? 3-5 paylaşımını ‘layk’ladığınızda hiçbir sorun kalmayacaktır.

Uzun zamandır görüşemiyor musunuz? Yeni bir fotoğrafa yapılacak kelebek kanatlı bir iltifat, ilişkinizi eski seviyesine getirecektir.

Sadece Facebook için çektirilen resimler, “katılacağım” olarak işaretlenip asla gidilmeyen etkinlikler, iade-i ziyaret nevinden ‘like’ tıklamaları, sahip olunmayan sanal sıfatları sahte bir surete bantlayarak yapılan ego tatminatı…

Facebook icat oldu, mertlik bozuldu.

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler