Balkan Güncesi / Sırbistan: Her Sırp Asker Doğar

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

 

Yaklaşık altı milyar dünya var yeryüzünde; balta girmemiş hayallerinde iz sürmedikçe tanıyamayacağınız altı milyar insan.

Yüzlerce metrelik derinliğe atılmış hatıraları, sarp kayalıklardan örülmüş kızgınlıkları, kıtalara ayrılmış beklentileri, tek kutupta toplanmış fikirleri…

Geçmişin yörüngesinde dönen gelecek, kendi ekseni etrafında tur attıkça akıl tutulması yaşatır kimi zaman.

Kendi geoid kapsüllerimizi kapsayan daire içinde, gittikçe oksijensiz kalırız.

Farklı görüşlerle kesişmeyen düşünceler kemikleşir ve keskinleşir. Diğer dünyaların atmosferini teneffüs etmeyen tasavvur, kendini tahdit ederek tekrara düşer.

Evrensel kümenin küçük bir parçasını teşkil eden hayat çemberimizin yalınkatlığında hapsolmak yerine, büyük resmi görebilmek için iki mercek var elimizde: Kitap ve harita.

 “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” başlıklı, tek kişilik bir münazaraya nazaran, mürekkeple çalışan bir arabaya atlamak müreccah.

Sağ tarafta yer alan çubuğu biraz aşağıya indirin, ilk durak Sırbistan.

***

Her yeni tan kızıllığında, kurumuş kan kırmızısının en koyu tonu ile rujunu tazeliyor Yugoslavya.

Beyaz teni kavrulmuş, ölümün kızgın kumlarında. Sarı saçları ağarmış, çığ haline gelen kartopuyla.

Masmavi gözlerine çektiği rimel, kamufle olmak için sürdüğü kömür tozuna karışmış.

Hasmın hıncı oje olmuş tırnaklarına; acı hatıraların utancı kızartmış yanaklarını. Gelinliği kefen olmuş, kurşun kokan topraklara; topal bırakmış sağ eldeki bıçak, sol ayağını.

Gören herkes âşık olmuş coğrafyasına, yedi devlet doğurmuş bu Slav kadını.

*

Beş günde beş ülkelik güzergâhın ilk istasyonuna vardık. Düşman kardeşlerin kara kalpaklı kodamanına misafiriz, kindarlığın karasularındayız.

Bosna-Hersek plakalı aracımızdan T.C pasaportlarını uzatarak geçiyoruz sınır kapısını; Kadıköy’de sarı-kırmızılı bir formayla yürüyormuş gibi hissediyorum.

Artık AKP iktidarı altında yaşamadığınızı anlamak için şehirlerarası seyahat esnasında uyumamak yeterli; bir tane bile cami / cami inşaatı veya duble yol yok. Bununla birlikte, pamuksu bulutlara uzanan uzun patikalar ve sandalyede pinekleyen amcalar Bursa köylerini anımsatıyor.

Başımı gövdemden ayıracaklarını düşündüğüm için kimseyle göz temasına girmemeye çalışsam da, insanların duruşuna sinmiş tavır bana tanıdık geliyor…

Fakat önyargı mekanizmam kendisini hemen toparlayıp, Sırpların kana susamış dehümanize varlıklar olduğunu hatırlatıyor. Artık yola devam edebiliriz.

*

Yağan yağmur, freni tutmayan kiralık arabamızı 50 km hızla gitmeye zorlasa da, Užice ve Čačak üzerinden bir şekilde Belgrad’a ulaşıyoruz. Diğer şehirlerin giydiği Anadolu markalı siluet, başkente küçük gelmiş; karşımızda tam bir Avrupa kenti var.

Muntazam sokakları ve mevzun binalarıyla muazzam bir manzaraya sahip “Београд”. Sur içi olarak tavsif edilebilir ‘stari grad’, tüm ihtişamıyla korunmuş. Alman mimarisinin hâkim olduğu geniş caddelere, Sırp liderlerinin heykelleri bekçilik ediyor. ‘Beyaz Şehir’i eski ve yeni olarak ikiye bölen, Tuna ile Sava ırmaklarının birleştiği büyüleyici alandaki çıplak adam figürü ise, heykeltıraşının üstüne başına bir şeyler yontmamasından ötürü kent merkezinden alınarak Kalemegdan’a [evet bildiğiniz kale meydanı] sürülmüş.

Kişi başı düşen köpek oranının dünya ortalamasını katladığı bu ülkede, sanırım herkes emekli. Saatlerdir caddelerinde dolaşmamıza rağmen, hâlâ kimsenin bize döner bıçaklarıyla dalma teşebbüsünde bulunmadığı Belgrad’ta, insanların nasıl geçindiği konusu, parlamento binasına kaç kilo demir gittiği sorusundan sonra gündemimizde ikinci sırada.

Küçük bir şehir turu ertesinde, Belgrad’a üç farklı ideolojinin imza attığını fark etmek mümkün: Dantel gibi işlenmiş binalarıyla monarşik yeniçağ mimarisi, Sovyet konstrüktivizminin gri mekanikliğinde blok blok döşenmiş sosyalist dönem apartmanları ve Coca-Cola sponsorluğunda kapitalizmin egemenliğini gökdelenlerden ilan etmiş Amerikan markaları…

 *

Yol tarifi için ‘eksküzlediğimiz’ birçok Sırp’ın olabildiğine kibar ve yardımsever davranması, son derece iyi İngilizce konuşması ve de Türkiye’den geldiğimizi öğrenmesine karşın bizi kolluk kuvvetlerine teslim etmeyip İstanbul’a övgüler düzmesi, peşin hükümlerimizin pusulasını şaşırttı.

Bununla birlikte, üç yüz yılı aşkın Osmanlı işgalinin yol açtığı talihsizliklerden dem vuran turist rehberi, yedi düvele kahramanlığı öğretmiş şanlı Sırp askerlerinin Türkleri nehre dökerek dosta güven düşmana korku verdiğini anlattı.

Kulağa aşina geliyor mu?

Bölücü düşmanların gizli planları, vatan hainlerinin karanlık emelleri ve kökü dışarıda olan malum çevrelerin ektiği nifak tohumlarıburada oldukça moda.

Empatiden yoksun milliyetçi ezberler, her gün Sırbistan’da zihinlere enjekte ediliyor.

Irk veya kan gibi sembollerle aidiyet biçilen ulus devlet klişeleri Sırp çocuklarına ders kitapları yoluyla empoze ediliyor.

Bir ülkeye vatandaşlık yoluyla bağlanmak, diğerine ‘yabancı’ olup ilişkileri koparmayı gerektirmez; fakat Sırbistan’da, içe kapanmaya yönelten korku edebiyatı pompalanmış ve milliyetçilik normalleştirilmiş durumda.

Mezkûr otoriter zihniyet, millet kıstası üzerinden dışlıyor, ötekileştiriyor ve öldürüyor. Böylece her Sırp asker doğuyor ve de Sırp’ın, Sırp’tan başka dostu olmuyor. 

*

En dışta yer alan varlık çemberi yerine; ufkumuzu, kendi dünyamızda daraltırsak, küçük kaygıların köhne koridorlarında kürek kazmaya mahkûm kalırız.

Belki bir gün Sırbistan da, ulus devlet argümanlarıyla Sırp’a Sırp propagandası yapmaktan vazgeçerek dünya ile bütünleşir.

Balkanlardan yükselen soğuk hava dalgası, Yugoslav kadınlarının gözlerine hâlâ yağmur yağdırıyor.

Türkiye’de havalar nasıl?

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler