Umre Güncesi: Ufuklararası Yolculuk / 1 - Said Doğrul | Makaleler - Mart 2011

Administrator tarafından yazıldı. Aktif .

UMRE GÜNCESİ: UFUKLARARASI YOLCULUK 

Mudanya                                                                                                                                                                    22.02

BursaRay Kart’ın bip sesini başlama gongu kabul edersek, artık ‘yolcu’ olduğumu söyleyebilirim. Yaklaşık 3 hafta önce telefonumu heyecanından titreten haber, beni bugün memleketime getirdi. Babamın geçmişte verdiği bir sözün, sözcüklere dönüşerek açtığı pencere; çelişkilerin kalın kumaşlarından dikilmiş perdelerle çepeçevre çevrilen çehreme gün ışığını gösterdi.

Hızla Bursa’ya doğru yol alan otobüs, kalem ile Güzelyalı arasında ‘o-piti-piti’ oynatıyor. Yaşattığı halet-i ruhiye ile sanırım bu seyahate en uygun şarkı, Beirut’tan Scenic World: A scenic world where the sunsets are all, breathtaking…

***

Bursa                                                                                                                                                                              24.02

2009 Eylül’ünde bavul toplarken çok uzağa gittiğimi düşünmemiştim. Altı üstü 75 dakikalık bir feribot yolculuğu, ‘ev’ ile arama mesafe koyamazdı.

Yanılmışım, meğerse yolcu’luk o zaman başlamış.

*

Bomboş bir otobüsten Gemlik Denizini izliyorum şu an. Onlarca deyim içerisinde, ayrılık fiilinin şapkasını giyen yol mefhumu, Bursa’ya yine gölgesini düşürdü. Geride bırakılan beyaz şeritler, geleceğe doğru adımlayan temiz sayfalar gibi.

60 yaşını geçmiş birçok insan, otobüse valizlerini koyup aileleriyle ağlaşıyorlar. Kutlu bir veda bu; kimse birbirini kutlamasa da, veda edilenlerin gözyaşları kıskançlık kovasına damlıyor; kutsal topraklarda yürümeye imrenen gözler, ıslak tebessümlerle akrabalarını izliyor.

Kısa bir süreliğine bize vedia bırakılmış vücutlarımız, “Allah’a emanet ol” dileğiyle vedasını yolluyor. Elini sallamayı, dua etmek için avuç açmak üzere yarıda kesen bu insanlar tamamen kozmopolit bir profilde: Yaşlı-fakir, dindar-dünyevi, genç-yaşlı…

*

Yeniden asfalt ütülemeye başlayan otobüsün içinde beyaz başörtülü nineler, birbirlerine dini motifli cümleler kuruyor.

Söze dökülemeyen kelimelerle seven, hüzünlerini söylemeyip çehresinin çizgilerine gömen ve saf bakışların berrak suskunluğunda ruhlarının tüm çeperlerini gösteren tertemiz teyzeler…

Masumiyetin mütebessim melodisiyle şefkat şarkıları söyleniyor nur yüzlerinden. Seslerin en huzurlu renginden ninni dinlettikleri evlatlarına dua ediyor hepsi içinden.

Ne kadar da güzeller…

*

Tez ulaştığına bir kez daha tanık olduğum kara haber, fısıltılara şu anda manşet olmuş durumda.

Babası vefat eden 6 kişilik aile, hıçkırıklarla bavullarını geri alıp kafileden ayrıldı. Kim bilir kaç gündür tahayyül edilen topraklar, bir telefon çığlığında erozyona uğradı. Mekke ufuklarına havale edilmiş hayaller, havayı karartan bir haberde hatmoldu.

İnnalillah ve inna ileyhi raciûn” kaidesi, ‘her şeyde bir hayır vardır’ düsturuyla aynı tencerede kaynatılırken, teyzeler meraklı gözlerle arka koltuktaki gence kaçamak bakışlar atıyorlar.

Bu otobüste yaşı kemâle ermemiş kişiyi doğru tahmin edene gizli Haliç hazinelerini vaad ediyorum.

***

Yalova                                                                                                                                                                          24.02

Sisli bir şubat gününde İstanbul’a doğru ilerleyen aracımız, an itibariyle Yalova sınırına ulaşmış bulunmaktadır.

Yalnızca 30 saat süren Bursa seyahati, üç aylık ayrılığa pek aldırış etmedi.

Uzaklık kavramı aslında kilometre kıstasıyla derecelendirilemeyecek bir algı. Mesafelerin uzak tutamadığı, yakınlığın yan yana olmayı iktiza etmediği ve gönlün gözden daha belirleyici bir mekanizma olduğunu söylemek mümkün.

Vapurdayım şu an; ortasındayım iki memleketin. Arkamda Bursa, önümde İstanbul.

Hangisine yakınım?

***

Istanbul                                                                                                                               24.02

Beyaz bir tül serilmiş bordo renkli koltuklara; kırışmış yüzlerinin ince çizgilerinden ışık sızıyor; hepsi şükür ve tevekkül içinde dua ediyor, Kur’an okuyor.

Nereye gittiklerinin bilincindeler, sabır içinde ve hazır biçimde orayı düşlüyorlar.

Peki ben? İki haftalık ertelemenin bir günlük rötarında, otobüs yolculuğu yapıyorum. Turist gibiyim, paltosunu alıp serüvene çıkan acemi bir seyyah.

Bilmiyorum aslında nereye gittiğimi, onlar kadar adapte olmuş değilim. Mistik bir mekâna yol tabelalarıyla tırmanan bir yabancı.

Görevli hocalardan biri konuşuyordu az önce: Nasip olmasaydı, izin verilmeseydi, çağrılmasaydık gidemezdik.

Öyle mi gerçekten? Davet mi edildim O’nun evine?

Kadir-i Zülcelâl misafir kabul etmez mi herkesi beytine?

***

17:30 Seferli Suudi Arabistan Uçagı                                                         24.02

Kendi yaşıma yakın birini buldum: 11’lik Berkay. Uçağın dar koridorunda birbirini itekleyen onlarca amcanın yerleşme çabası boğuyor ikimizi de. Havlulara sarınmış, yolculuğun son safhasında dakika sayıyoruz.

Havlu demişken, terli sırtımıza konmuş bezleri kastetmiyorum; yaklaşık üç saat önce niyet edip ihrama girdik. Kefene sarılmışçasına, dikişli her kıyafetin çantaya sokulması ve iki havlunun beyazlığıyla örtünülmesi gerekiyor. Yani bir çift ayakkabının bile işe yaramadığı bir durumda bahsediyorum. Çıplak ayaklarla Atatürk Havalimanında Gandhicilik oynamayı tavsiye ettiğimi pek söyleyemem.

Bu arada iyi bağlanmamış havlunun belinizden kayıp, sizi Sezar görünümünden kurtarması müreccah bir durum değil; bebek masumiyetine imrenirken, anadan doğma kalmak istemezsiniz.

***

Cidde Havalimanı                                                                                      24.02

Herkesin bağıra çağıra Türkçe konuşması, Arabistan’a gelip gelmediğim konusunda beni kararsız bırakıyor. Ancak siyahî iki sakallı askerin Arapça konuştuklarını duyunca ikna oldum: Vardık.

Cidde’deyiz ve şu an bagaj almak üzere havalimanında bekletiliyoruz. Uçaktan inerken vedalaştığım yoldaş Berkay, bana Facebookhesabımın olup olmadığını sordu. Beşinci sınıfa giden her çocuk gibi futbolcu olmak istediği için, kendilerine Bursaspor logosunu profil fotoğrafı yapmak farz kılınmış.

Pilotun usta kaptanlığı, otoyolda seyreden şehirlerarası otobüs konforunu yaşattırdı. Tonlarca yüklük bir demir yığınının onlarca saat havada süzülmesi, şaşırtıcı olmaktan ziyade iç ürpertici.

***

Beytullah                                                                                                                          25.02

Oradayım, O’nunlayım, O’nun huzurundayım.

Kapına geldik, geri çevirme ya Rab!..

***

Kâbe’nin 15 Metre Önü                                                                               26.02

Dün itibariyle birinci günü geride bıraktık. Bir hafta kadar uzun gelen bu ilk gün içerisinde; kalabalıkların boğuculuğunu, kilometrelerin yoruculuğunu, başka kültürlerin farklılığını, farklı renklerin kaynaşmasını, dua etmenin huzurunu, O’nun huzurunda olmanın mutluluğunu, mutluluğun O’na kullukta olduğunu gördüm.

Solumda Kur’an okuyan Endonezyalının saçlarında birkaç saniye oyalanan kelebek, önümde namaz kılan bir İranlının ellerine teğet geçip omzuma kondu; bir sonraki durağı muhtemelen sağ arka çaprazımda kestiren Arap’ın kallavi göbeği olacak.

Algı kapısının malayani meşgalelerle küflenmiş kilidini kıran ve zihin açıklığını keskinleştirip her kuvveyi kuvvetlendiren bu atmosfer,buram buram huzur kokuyor.

Sırtımı sütunlara dayayıp, önüme Kâbe’yi alarak uyuyakaldığım beş dakika içerisinde 8 ayrı rüya görmem, muhayyilemin ne denli serinolduğunu gösteren küçük bir misal.

*

Açıkçası buraya gelmeden önce, kapitalist güçlerin işbirlikçisi ve emperyal odakların maşası olan Arapların, İngilizce bildiğini zannediyordum. Konuşmaya çalıştığım onlarca kişi, kalkık kaşlarıyla bir süre beni dinleyip “No İngıliş” diyerek Arapça’nın mahreçli sularına yelken açtı.

Kirlerinden dolayı zenci görünen bu Amerikan uşakları ile mübarek ve bağımsız Türk hacılarının anlaşamamasının sebebi ise onların Türkçe bilmemesi.

Fakat bizi sırtımızdan vurmalarına karşın özverisini esirgemeyip, onları muhatap almaya tenezzül eden hoşgörülü yurttaşlarımız, tek bir cümleyle bütün iletişim problemlerini çözüyorlar:

Kem riyal? [Kaç para?]

***

 

Mescid-i Haram Avlusu                                                                             27.02

Türkleri diğer Müslümanlardan ayırmak oldukça kolay.

Karakteristik davranışlarımız dışında, bariz bir fizyonomik farklılık var: Beyaz ten, büyük burun ve genel olarak renkli gözler. Yürüyüş şekli, giyim tarzı, konuşma üslubu, ibadet biçimi kendini çok belli ediyor. Sıcak ve samimi bir siluetimiz var.

Belki de faşistler haklı: Türk isen övün, değilsen itaat et(!)

Son olarak “Araplara para yedirmem!” diyerek buraya gelmekte direten amcaya Said Nursi’den gelsin: Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil.

***

Mekke-i Mükerreme                                                                                   28.02

El değmemiş güzellikler, ellerimizden kayarken; el açıp O'na yalvarmaktan başka bir şey gelmez elden.

Kötülükler kuşatıp, kurutunca ruhumuzu kasvetinde; O'nun yardımı yağarak iyi'leştirir kalbi bir rahmet katresinde.

Dualar damlar dudaklardan diyar diyar; yaşlar süzülür sözlerden: Ya Gaffar, ya Settar!

Tüm sedalarda yankılanır tek bir nida, yakarışlar yakılır her bir gözyaşında.

Kusurumuzu affet ya Rahman, bizi kendine kul kabul et ya Mennan; eman ver bize eman, ayrı tut azabından.

Evindeyiz ya Rab, geri çevirme kapından…

***

Beyt-ül Haram                                                                                            01.03

Sanılanın aksine, Kâbe, dünyanın en laik alanlarından biri.

250.000 kişilik kalabalığında; kadın ve erkeğin birbiriyle böylesine sık karşılaştığı, birbirini bu denli rahat işittiği ve birbirine bu kadar fazla temas ettiği başka bir ortam yok.

Çıkış kapılarına yığılan veya tavaf etmeye yönelen yüzlerce insan, alan darlığının çaresiz sıkışıklığında iç içe yürüyor.

Bununla birlikte herkes istediği biçimde ibadet etmekte serbest.

Namaz sırasında yürüyen, kıyamdayken çocuğunun ağzına biberon veren, rükûya giderken gözlüğünün camını temizleyen ve secdeye gitmişken beş dakika kestiren muhtelif mezhep mensupları mevcut.

Ayrıca tüm hacılar, din ve devlet işlerini ayırıp, dünyayı dışarıda bırakmış durumdalar. İranlı ve Iraklı yan yana saf tutup birbirini boğazlamazken, Arapların önünde Kur’an okuyan bir Türk ‘arkadan’ bıçaklanmıyor.

Ancak laikliğe aykırı tatsız hadiseler de yaşanmıyor değil.

Annem de dâhil olmak üzere, birtakım mürteci çevrelersırf Arap kadınlarına özendikleri ve duydukları kıskançlıktan çatladıkları için başörtüsü felan takıyorlar.

Hepsini, çağdaş Türk bayanlarının yaşayan temsilcisi Canan Arıtman’a havale ediyorum.

***

Kâbe-i Muazzama / 2. Kat                                                                       02.03

“Sevgili günlük,

Bugün sabah 04.30’da kalkıp abdest aldım. Sonra Kâbe’ye gittik. Orada kaza namazı kıldım. İki cüz de Kur’an-ı Kerim okudum. Sonra sabah ezanı okundu. Namaz kıldık. Sonra...”

Klasik günlük jargonunun bayağı lirizmi, oldum olası bana yapay ve edilgen gelmiştir. Liseden bu yana aklımdan geçeni ve aklıma gelenleri karaladığım defterlerin hemen hepsi günce formatına aykırıdır; kimisi ise gündelik yaşantım güncelliğini yitirip hatıra niteliğine büründüğü için kaleme alınmıştır.

Gün içinde yaşadığım bir olaya ilişkin satırlar, fiilsiz cümlelerden örülü bir denemeye veya sistem eleştirisi yüklü satirik metinlere evrilir genellikle.

Saat kadranlarının benzinini emen bereket mefhumu, saliseleri saniyelere saklayarak, güneşi erken doğurup geç batırıyor.

Zamanın menüsünü zenginleştirdiği ve tepside sunulduğu bu günleri, üst paragrafların sünepe sözcükleriyle miyavlatmak, üstümde dönen vantilatöre bile saygısızlık.

*

İkinci katın balkonundan izliyorum tavaf eden yüzlerce Müslümanı.

Durmaksızın dua edilerek tahmid, takdis ve tesbihte bulunulan Cenab-ı Hakk’a teslim olmuş bu insanlar, avuçlarını açıp dilekçelerini iletiyorlar: Ey Rabb-i Rahim! Bizi tevbe, evbe ve inabelerle sürekli Senin kapına rücû edenlerden eyle…

Günahların abus suratlı kâbuslarında bağlanmış ellerini gökyüzüne kaldırıp, gözyaşlarıyla af diliyorlar: Ey Kadir-i Zülcelâl! Sen yegâne sığınağımızsın; merhamet et, muhabbetinle sar, medet eyle, dergâhına yönelmiş derbeder gönüllerimizi geri çevirme…

Irk, renk, cinsiyet, yaş ayırmaksızın kol kola yürüyen yığının dudaklarından tek bir yakarış işitiliyor: Ey Vahid-i Ehad! Gönlümüzü ferahlat, ruhlarımızı rahatlat, kalplerimizin kilidini aç, bizlere lütfundan rahmet saç…

Hatalarla hasifleşmiş ve haramların hezeyanında hark olup hüsnadan hüsrana hurûc etmiş hasletlerine ağlayarak O’na yalvaran tüm günahkârların lisan-ı halinden sadece bir seda duyuluyor: Lebbeyk Allahümme lebbeyk!.. Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk! İnnel hamde vennîmete leke velmülk!.. Lâ şerîke lek!

***

Ey Rabbim! Gönlüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimdeki tutukluğu çöz. Tâ ki sözümü iyice anlasınlar.

Said Dogrul

 

Bir Sonraki Sayıda Devam Edecek…

Paylaş


     Said Doğrul’un Eski Yazıları

Online dergiler Online dergiler