Hasret

Süleyman Kahraman tarafından yazıldı. Aktif .

 

Hasret çekme duygusunun, hasret çeken ve çekilen arasındaki mesafe ile doğru bir orantı olduğu sanısına kapılırdım hep. Bu kısmen doğruydu benim kavram literatürümde ancak tamamen doğru olmadığını anladım. Zira anladım ki hasret çekmek için anılara gerek varmış. İyi, güzel ve değerli anılara… Daha da ötesi “Bu anıların hatrına…” diye cümleler kurabilmek varmış. Aksi halde aradaki mesafelerin hiç mi hiç önemi yok. Ne kadar yakın olsa da… Ne kadar uzak olsa da…

Günümüz şartlarında insan mecburi olarak sevdiklerinde uzakta yaşamak zorunda kalabiliyor. Bu hepimizin hayatında olan bir durum. Mesela kazanmış olduğunuz üniversite yaşamış olduğunuz şehirden farklı bir şehirdeyse, o şehri terk etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu zorunluluk ailenize, oradaki çevrenize ve o şehre karşı sizde bir özlem hissi uyandırıyor. Bu insana acı geliyor bazen. Hele de her ortama uyum sağlayamama gibi bir probleminiz var ise; gözleriniz hep geldiğiniz yöne bakar, ayaklarınız fırsatını bulduğu anda oraya doğru koşar adım yürür, aklınız da oradaki anılarınızla meşgul olur. Demiş olduğum gibi bu zorunluluk acımasız bir durumdur. Ama acısı ebedî olan bir durum da değildir. Bu acıyı dindirebileceğiniz zamanlarınız olur ve sonra da ya alışırsınız bu acıya yada bu durum zaten ortadan kalkar…

Yukarıdaki hasret ve özlem acısının misli katında bir hasret acısı da vardır. Bu da ölümdür. Sevmiş olduğunuz birisini toprağa gömüp, bu dünyada bir daha görmeme duygusu ve onu sadece anılarda yaşamak zorunluluğu bu dünyada kalınabilecek en kötü durumlardan biridir.  Onunla konuşmaya, hem dem olabilmeye  hiçbir teknolojik alet yardımcı olamaz ve mesafesiz yollarla muhatapsınızdır. Derdinizi sadece kara toprağa anlatabilirsiniz. Lakin hayatını iman nuruyla aydınlatanlar için o da geçici bir hasrettir. Çünkü düşünülür ki herkes ölecektir ve bu durumda kara toprak bir kavuşma meselesi olur. Bunu ümit ederek yaşar ve Azrail’in ürkütücülüğüne inat tebessümle beklenir o an. Zira bu hasret bitecektir..

Ölüm ayrılığından daha da acı durumlar vardır bence. O da; insanın kendi içindeki gönül toprağına gömmüş olduğu merhum veya merhumelerdir. Sebebi ise şöyledir. Zaman, mekan, durum… hepsi kaderin cilvesiyle öyle bir yoğrulur ve öyle bir hal alır ki her şey bir anda biter. O bir andan öncesi ve sonrasında o insana bakışınız, duygularınız ve düşünceleriniz arasında dağlardan engin farklar vardır. Ve bu durumda olan insanın halet-i ruhiyesi, şu an ki Japonya’nınkinden  farksızdır. Zira çok ölmüş şeyler vardır insanın içinde.

“ Bir ömürlük doğru bir anlık yalanla yıkılabilir.” Gerçeğidir konunun özeti ve bu durum  bu dünyada acı gerçeklerden biridir. Artık karşınızda kimliğiyle, cismiyle aynı durumda olan ancak bu aynîlikle tezat halde sende yeni biri vardır. Bunlar tüm somutluğuyla karşındayken insan “eskinin” hasretinde kalır. İşte hasret kavramının sebep olabileceği en büyük acı budur  kanaatimce. Mezarlıkların soğukluğundan dahi medet umulmaz olan bu hal münasebetiyle yazının başında dedim mesafeler hasret için her şey demek değildir diye.

Sözlerimi bir alıntıyla bitiriyorum: 

Yalnızlıktan galip çıkmaktır irfan hiç olmadan

İrfan çıktığın her seferden dönmek hasret ekmeden

Ektiysen de  ders almaktır hasret filizlenmeden

Ekmediysen de gönül almaktır seferin bitmeden. 

Saygılarımla…

Yazar Hakkında

Süleyman Kahraman

Süleyman Kahraman

Doğum yeri, kaybedilen toprakların aziz hatıraları sayılacak topraklardır. Daha henüz emekleme safhasında iken Türkiye’ye adım atarak 21 sene T.C topraklarından ayrılmadı. Bir senelik Karl Marx Stadt’da eğitimine yama yaparak, makine mühendisi olma yolunda özgeçmişine bir parantez ekledi. İlkokul ve liseyi İstanbul’dan önceki başkentte, üniversiteyi ise sanayi göbeği Kocaeli’nde okudu. Birkaç deklanşör hamlesiyle fotoğraf işinde amatör, birkaç karalamayla da yazmakta…

 

Kafa Kâğıdı:    

 

 

Online dergiler Online dergiler