Ne Gariptir

Süleyman Kahraman tarafından yazıldı. Aktif .

 

Duyguların dile geldiği anda kavuşurmuş o iki sevgili: Kalem ve kağıt. Tabii bu durum her zaman herkes için geçerli değildir elbette. Kimisi dağı taşı şahit tutar kendine, kimisi de denizle paylaşır gözyaşlarını. Bu insandan insana değişebilen doğal bir durumdur. Ben sevgisini kalemi kağıda vesile tutmuş bir şeyler paylaşan birinin satırlarını paylaşacağım. Anlamsız gibi gelirmiş bu cümleler. Şiir gibiymiş ama şiir değilmiş. Kalbe nasıl geldiyse öyle yazılmış yazan tarafından. Anlamak içinde birinci koşul yalnızlık ikinci koşulda yaşanmışlıkmış.  Şöyle yazılmış anlamlı olup anlaşılması zor olan:

Bir çok saat hem dem olmanın ardından gelen o anda anladım ben bazı şeyleri. İçimdekini… O şey sadece ipince bir sızıydı canımı çok acıtan. Buna sebep olan suçluyu aramıyorum ben artık. Zaten suçlu ya bendim ya da o… Bu yüzden gerekte yoktu bu arayışa. Bununla birlikte ortada sadece gözyaşlarıyla büyütülecek bir şeyler vardı bilemediğim.

Besmeledeki “elif” misali bir şeyler. Okunmaz elif ama o olmadan da besmele sese gelmez. Görünmeyen ama her şeyde hissedilen. Her duyguyu tattığım, her şeyi onla paylaştığım, onda aciz kaldığım, onda kaybettiğim, üzüldüğüm…. Yara gibi bir şey bu, merhem sürmeye korktuğum. Acısı beni yaşatan bir yara..

Çok üzgünüm. Sadece gözyaşlarım aksın istiyorum, tam olarak ne istediğimden habersiz. Gözlerinin gözlerime değişini hatırlamak, sevgilinin işte tam orda somutlaştığını kalbimde hissetmek istiyorum.

Kavuşmak derdinde değilim ben. Yani vuslat kovalamıyorum. Açıkçası zaten ben yanındayken yaşamıyorum aşkı. Gölgende hayalinde yaşıyorum. Bundan ötürüde sana ihtiyacım yok. Aşk her zaman iki kişilik değildir denmemiş miydi?

…diye anlamını aşkla kazanan bazı cümleler paylaşmıştı dostum..

Buna mukabil aynı duygunun başka bir dostum yakarışa sebep oluşu ise bambaşkaydı. O da şöyle demişti: Hayatımda en son istediğim insana en çok değer verir gibi yaşamak çok zor. Bu ise çok farklıydı. Olmasını istemediği bir kişiye karşı kendine sözünü dinletememenin bir çığlığıydı bu.  Vahim bir durum olmasının sebebi de, ne kendini içerisine anlatabiliyor, ne de karşısındakine kendini. Anlatmak için cümleler kurmaya çalışmak yerine;“Söylesem tesiri yok; sussam gönül razı değil” diyerek kurtuluyor öznesiz yüklemsiz cümle kurma çabalarından.

Sevgi, aşk ve nefret… Bu tür duygular insanın hayatında yerli yerine oturtması gereken çok önemli kavramlardır. Yani insan neyi kimi ne kadar seveceğini bilmeli; neyden veya kimden nefret edeceğini belirlemedir. Eğer bu durum netleşmez ise ortada bir hukuksuzluk olmaktadır. Şöyle ki ” … nedensiz düşmanlık güdmesem de, olur olmaz şeye sevgi beslemem. Haktan yanayımdır ve de hakikatten. Bu yüzden sevginin hak edenin hakkı olduğuna inanırım. Hak etmeyene sunulmayacak kadar değerlidir sevgi.” Cümlesinden anlaşılacağı üzere sevgini: hak etmeyene bol keseden dağıtırsan hak edenin hakkını yemiş olursun. Bu bakımdan hukuksuzluk olur demekteyim. Bunun sebebi de bu tür duyguların yerli yerine oturtulmamasından kaynaklanmaktadır.

Aşk ‘a gelirsek.  Aşk diğer iki duygu gibi tanımlanamaz. Aşkın bulunma hali de yönelme hali de ayrılma hali de sizi yakar. Şimdi kız-erkek arkadaşlarıyla arası iyi olan sevgililer “ bu ne saçmalıyor böyle?” demesin. Zira aşıksanız eğer ondan (sevgiliden)  ayrı her anınızda zehir içer, ondan ayrılırsanız da zindan da olursunuz. Bu kısaca böyledir. Ne demiş üstad, “Aşkın gerçeği değildi yaşadığımız ama aşkın ateşiydi yandığımız.” Böyle değilse hiç kendinizi kandırmayın siz aşık neyin değilsiniz. Sadece seviyorsunuzdur. Aşk sevgi değildir. Yani kanaat-i acizanemce şunu söylemek yanlış olmaz. “ Sana aşık olduğum senden nefret etmediğim anlamına gelmez.”

Bu durumda aşk karşındakine olan zaafın oluyor bir yerde. Ve bu zaaftan nemalanmak adiliği de işin içine girince; ikinci dostumun o cümleyi kurmasının sebebi ve özeti ortaya çıkıyor ve serzenişini şöyle devam ettiriyor.” Lut gölüyle Everest tepesi arasındaki fark gibiydik ikimiz. Kimin Lut kimin Everest olduğunun önemli yoktu. Ama aramızdaki fark en büyüktü. Zaten gerekte yoktun.”

İntihar etmek basitçe bir insanın kendi canına kıyması değildir. Dini olarak konuya bakılırsa yasaktır ve kebairdendir. Hatta şöyle bir şey de duymuştum. İntihar eden kişi iki büyük günahı birden işler.  Birincisi Allah’ın intiharı yasak etmesine rağmen bunu çiğnediğinden ötürü işlediği günahtır. İkincisi ise; Allah’ın vermiş olduğu bir cana ( Buradaki kendi canı da olsa; onu ona Allah vermiştir.)  kıymaktır, yani cinayettir. Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir akidesince de bu büyük günahı işlemiş olur hem katil hem de maktul olan.

İntihar; ruhi bunalımda olan insanın en korkak duygularla yapmış olduğu en cesur harekettir. Bu aklı melekelerini yerinde bir insanın ameliyesi olmamakla birlikte; hayatın vermiş olduğu zorluklara göğüs geremeyip ondan bir kaçış olan intihar yolunu seçmekle de en korkak olur bu durumdaki kişi.  Her insanın hayatında bir zorluk yok mu sanki? Her zorlukta herkes bu yolu denese istiklal caddesinde çoktan antiloplar yaşamaya başlardı. Bu bakımdan intihar bir acizliktir. (Allah kimseyi bu yola düşürmesin.)

Kendini sadece hayattan kâm alıp, zevk-ü sefayı amaç edinen insanlar vardır. Bunları ben elastik toplara benzetirim. Yani siz ona ne kadar yük uygularsanız uygulayın o plastik dezenformasyona uğramaz. Plastik yani kalıcı şekil değiştirmezler. Yani o yük tesiri ortadan kalkınca gene elastik top hallerine geri dönerler. Yani kısaca gelen kuvvete göre şekil alırlar. Bu da onların karaktersizliklerine bir benzetmedir ve daha da kötüsü bunun farkında bile olmayan zavallıdırlar.

Bu tip karakterler spektral analize tabi tutulduğunda içlerinde %hiç gam, keder, zorluk, sıkıntı çekme kabiliyeti olmadığı için sevda nedir bilemezler. Zira sevdada bu tür zorluklar vardır. Bunların böyle olmasına mukabil, bir de bunlara gönül bağlayanlar vardır. Bu gönül bağlayışının sonucunda da %çok gam, keder, sıkıntı vardır bağlanan için.

Bütün anlamsız paragraflar; bir cümlenin bende uyandırdığı fikirleri paylaşmak içindi aslında. Yaşadığımdan veya yalnızlığımdan değil. Yani bana söylenenleri de anladığımdan değil. Sadece olaya dışarıdan akıl gözüyle bakınca görülenlerin “bencesiydi.” O cümleye gelince:

“Bir intihar gibi puşt olunca sevdalar.” idi…

Sürçtü lisan yoktur, alınan varsa affola…

Saygılarımla…

Yazar Hakkında

Süleyman Kahraman

Süleyman Kahraman

Doğum yeri, kaybedilen toprakların aziz hatıraları sayılacak topraklardır. Daha henüz emekleme safhasında iken Türkiye’ye adım atarak 21 sene T.C topraklarından ayrılmadı. Bir senelik Karl Marx Stadt’da eğitimine yama yaparak, makine mühendisi olma yolunda özgeçmişine bir parantez ekledi. İlkokul ve liseyi İstanbul’dan önceki başkentte, üniversiteyi ise sanayi göbeği Kocaeli’nde okudu. Birkaç deklanşör hamlesiyle fotoğraf işinde amatör, birkaç karalamayla da yazmakta…

 

Kafa Kâğıdı:    

 

 

Online dergiler Online dergiler