Vatan-Millet-Diyarbakır

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

 

İki fiilin zekâ yoksunluğunu gösterdiği söylenir: Konuşulacak yerde susmak ve susulacak yerde konuşmak.

Yeniden öttürülmeye başlanan PKK vuvuzelasının, “vatan-millet-Sakarya” davulcularına eşlik ettiği son günlerde; çözümün namlunun ucunda olduğunu çatallı seslerinin en retorik üslubuyla dillendiren birkaç adam, artık daha boğuk ve yüksek desibelleri zorluyor.

***

Türk ırkı ile diğer uluslar arasında dokuz farklı ışığı bulma çabası, 1969’da CMKP’nin adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmesiyle başladı.

"Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit" olan sağ ve sol mefhumları ile kamplaşmış bir toplumda, düşünsel bir temele dayanmaksızın karşıt düşünceye saldıran yumruklar, 1980 darbesi tarafından kelepçelendi.

Faşist ya da anarşik telakki ettiği kardeşinin, yoldaşı veya ülküdaşı tarafından aynı silahla, birkaç saat aralıklarla katledildiğini idrak edemeyen insanlar; beridekini ötekileştirdi.

Yetmişli yılların sonuna doğru “Tanrı Türk’ü korusun” söylemini, “Allah Türk’ü korusun” açılımıyla müspetleştirerek törpüleyen MHP, milliyetçi ve muhafazakâr bir çizgiye yerleşti.

27 Mayıs öncesinde var olan öncülü Millet Partisi gibi, Turan İmparatorluğu hayallerine kapılıp Moskova’nın ortasına Türk’ün bayrağını dikmek ile gerçek Müslümanlığın ne idüğünü ve nasılını göstermek fikirlerini savunan iki farklı kutup, "Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız" sloganında birleşti.

1992 ise Türk-İslam Ülküsü için bir yol ayrımı doğurdu. Yeniden kurulan partide Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları tasfiye edildi. “Türk isen öğün; değilsen itaat et!” türevi aforizmalar temellük edilip, Nihal Atsız mezurasıyla kafatası ölçümü, mezarı başında yapılan törenlerle yâd edildi.

Mütedeyyin mahiyetini marjinalleştirerek militan bir menşeye meyleden Milliyetçi Hareket Partisi; muhakemesiz, menfi ve malayani tekerlemelerle barut kokan bir siyaset izlemeye başladı.

Tahrik ve tehdit edici para-militer bir örgüt jargonuyla, “asacaksın üç beşini, bak bakalım ondan sonra…” düzeyini aşmayan bir kahvehane popülizminin sınırları içinde hareket ederek; şehit cenazelerinde vatan kurtardı.

ve 9 rakamlarıyla kürsüde harikalar yaratan Devlet Bahçeli [5];ulusalcı, kışkırtıcı ve ithamkâr söyleminin dozunu tabut sayısına orantılı olarak artırıp; partisini,kutuplaşmadan beslenen ve terörden rant elde eden bir konuma sürükledi.

***

Yukarıdaki satırlarda yer alan kronolojik bilgileri, ismi geçen şahısları ve kullanılan sloganları BDP’nin sözlüğündeki karşılıklarıyla değiştirip benzer cümleleri kurmak mümkün.

Süngülerin ucuna takılmış mikrofonlara verilen cevaplar, aynı hastalıklı ideolojinin ürünüdür: Irkçılık.

Etnik aidiyeti ayırıcı unsur olarak addedip, ulus ölçütüyle insanları sınıflandırmak ağır bir görme bozukluğudur.

Kelebeklerin uçuştuğu yemyeşil vatan topraklarını çok sevmek veya geçmiş ve gelecek nesillerin engin kalabalığı önünde trampet sesleri ve konfetiler eşliğinde yürümek ya da ortak kültürel mirasın hatırına gece-gündüz milletinin çıkarları için çalışıp çabalamak, teorik ve retorik bir masaldır.

Irkçılık, ötekileştiren ve kendini de ‘öteki’ kılarak var eden bir olgudur.

Sinsi planlar yapan karanlık güçlere, bölücülük peşindeki işbirlikçi vatan hainlerine; kısacası bir ‘düşman’ siluetinin varlığına ihtiyaç duyan bir zavallılıktır.

‘Milletinin menfaatini her şeyin üstünde tutmak’ mefhumuyla pırıltılı bir zırha büründürülmüş milliyetçilik, söz konusu çıkarlar için her şeyin mübah olduğu sonucunu doğuran bir fanatizmdir.

Bireylerin birlikte yaşadıkları insanlara yakınlık duyması ve birtakım manevi değerleri müşterek kılması, milliyetçilik değildir.

Türkiye’de mevcut bulunan toplumsal zenginlik, beraberce hissedilen sevinç ve keder, hatıra olarak yer edinmiş tarihi miras; milliyetçi zihniyetin ‘bizler-onlar’ ayrımına indirgenemez.

Hiç kimse, bir diğerinden üstün yaratılmamıştır.

Hiçbir insan doğuştan gelen ayrıcalıklara sahip değildir.

“Ne mutlu insanım diyene!” sözü yerine, biyolojik niteliklere göre kırmızı-beyaz şablonlar hazırlamak veya kodeste canı sıkılan elleri kanlı bir palyaçonun direktifleriyle on binlerce çocuğu sokağa yığmak narsistik bir esfeliyettir.

Koyunun yaşam hakkı kasapla tartışılmaz.

Paranoyak bir cehaletle savaş çığlıkları atanlar ciddiye alındığı müddetçe, hayatını kaybedenler arasında şehit/leş ayrımı sürecektir.

Oysa;

Sûr'a üflendiği zaman, artık o gün aralarında neseb -soylar- yoktur ve (insanlar, birbirlerine soylarını) sormazlar.” 

 

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler