Zihin Karıncalanması | Ali Kılıç

İskele Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

ZİHİN KARINCALANMASI

Koşmak hayata, yürümek ölüme yakın…

Yürümek hayata, oturup kalmak ölüme yakın…

Oturmak hayata, yan gelip yatmak ölüme yakın.

Hareket hayattan; durgunluk, statizm ölümden haberci.

 Can Dündar’ın durmadan üretmesi emredilen bahara Gelme üstüme bu kadar…” diye yalvarması bu yüzden. Bahar, Allah’ın yeryüzünü yeniden yaratışı. Ahretten haberci gibi. Bahar zamanı emredilen âlemin karşısında, yani bu muhteşem yaratılışın yanıbaşında tembelleşen, miskinleşen, üretemeyen insan kendini kötülerden bilmekte. “Bahar yorgunluğu” derler ya, yanlış. Asli “bahara haset…” olacak… 

Bu noktada can verilmiş bir vücudu hareketsizliğe mahkûm etmek, ona yapılacak büyük zulüm, en büyük hakaret. Mayışmış ellerin, hantallaşmış vücut sahiplerinin sürekli bir harekâtın içinde akıp gidenlerle mukayese edildiğinde daha büyük acılar içinde kıvranması bu yüzden. Kenara çekilip bekleyerek tefekkür ettiğini iddia etmek bile bir yerde ablak duruyor. İnsanin vücuduna vereceği en sanatsal, en engin, dingin şekil secde hali ise, bu hale bile ulaşmak, yani namazı ikame etmek için dahi bir hareket mevzu.

Yememek başkadır, yemekten kaçınmak başka. Yememek ölüme, yemekten kaçınmak hayata yakin. Tasavvuftaki, yani mesela oruçtaki yememek bir nevi kaçınmak, Hint’in yememesi ölümcül.

Mona Roza destanının sahibi Üstad Karakoç’un fakiri vurduğu kelamındandır:

“Bu medeniyet ne doğuludur, ne Batılı…” der. “Bu medeniyet sırat-ı müstakimi 1400 senedir Allahlarından gözyaşları ile yalvaranların medeniyeti. Ne et yememeyi şiar haline getiren Hint’teki miskinliğin, ne domuz ve şarapla nefsin esaretini kombine eden Batinin bu insanlığın hikâyesinde yeri yok.”

Üstadım ağzına sağlık. Şeker şerbetler düşsün bahtına…

Bu mevzuda vurucu bir muhasebeyi de Şairler Sultani, “Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu”nda kitaplaştırır. “Bu Ülke” fildişi kulenin sahibinin seyahatnamesi. Üç eser de bizi, ne’idüğümüzü, ne olduğumuzu anlamak isteyenlere tavsiyemdir. Zira mütefekkirlerinin dilleri benden fazla dönmekle birlikte, beyinlerindeki kıvrım sayılarının fakirle mukayese edilemeyecek kadar çok olduğuna kani bulunmaktayım.

Lakin tefekkür vazife… Tatsız tuzsuz da olsa, biz dahi peteğimizi dolduracak balı üretmekle mükellefiz.

Üç kitabımız var. Kuran teoriler kitabımiz desem, onu küçültmese tanımlamam. Kur’an şüphesiz her şeyi barındırır.

İkincisi uğrumuza yaratılan âlem. İşte Batı bu noktada cehli aşmış durumda. Kabul etmek lazım.

Newton ile Nasreddin Hoca’nın başlarına düşen elmalara karşı muhasebesi. Biri bu isten bize iş çıkar deyip, matematiğine girişen; diğeri yani bizden olan Allah’ına şükrünü, imanını tazeleyen.

F=Mac bugün fizik kitaplarının ilk atasözü…

 “Başıma düşen su daldaki elma değil de, yerdeki kabak olsaydı…” deyip, şükür secdesine kapanan orta mektep edebiyat kitaplarında.  Artı dört yüklü zirkonyuma, artı iki yüklü kalsiyum zerk edip (eski dilden bilmeyenlere dope edip desem), eksi iki yüklü oksijeni tutmak ve bundan da bir oksijen sensörü geliştirmek Bati’nin isi.  “Bu oksijen sensoru yenir mi?” diye liseli embesil bir espri yapmak bizdeki ahmakların. Lakin bir eksiği var Bati’nin ve hatta hocanın da. Mamafih, eksiklik birbirini tamamlar mahiyette görünmekte.

Batı insanı okumayı beceremedi. İkinci kitap, yani âlem sarayının kitabı tamam.

Ama üçüncü kitap, insan sarayından habersiz. Nasreddin Hoca’yı iste burada kabakla elma arasındaki özellikle yerçekimi baz olmak üzere 9 farkı anlatacak, uygun matematiksel bir dil geliştirememesinden kınıyorum. Tefekkürünün bir bismillah var da güzel hocam, gerisi yok…

Bizim insan kitabındaki tecrübelerimiz çok. Sağlam insan mühendislerimiz var. Mecnun master çalışmasını cins-i latif üzere yapanlardan. Doktorasını gerçek ask üzerine verse de, popüler tüketim  kültürü masterini öne çıkardı. Hâlbuki master çalışmasında, kendisi de doktora tezinde itiraf ettiği üzere bir sürü hata var.

“Leyla’yı Leyla eden, Leyla’dan daha ziyade aşka layık” demişti... Popüler kültürün ilk cinayeti değil, bu hata. Dikkatinizi çekerim! Bizim Mecnun doktorasını verdikten, hatta gerçek sevdiğine kavuştuktan asırlar sonra Avrupa'da seçkin akademisyenlerin katıldığı bilimsel konferanslar düzenleniyor ve "Kadının ruhu var mı?" sorusunun cevabı aranıyordu.

Eskimeyen, çürümeyen, yaşanılası bir medeniyet projesi ancak bu üç kitaba hâkim mimarlar tarafından inşa edilecektir. Falanca filanca mekteplerden diplomalı Avrupa görmüş çakma müteahitler, gecekondu medeniyetlerinin mimari. Ve bu gecekondular ne zaman küçük bir deprem olsa yıkılmaya mahkûm, azizim. “Kalıcı olmak istiyorum.” diyen mahlûklar gibi boşu boşuna ölümcül projeleri insanlara ebedi ideolacyalar olarak sunmak ahmakça. Abdulhamid Han’ın “invention of tradition” sırrını anlamayanlar, bu eseri yazan İngiliz’in kitaplarını okumalılar. Abdülhamid Han bir medeniyet işçisi. Solmayan, soldurulamayan, üreten, gelişen, Allah’ın kitabında anlattığı bir medeniyetin.

Onca iş, güç, final, proje arasında bu yazıdan derdim ne benim? Bir bahar sabahı iste, tam da yeniden yaratılmışken âlem; âlemi kıskandım:

-Bahar… Gelme üstüme böyle bu kadar…

 Gönlümle efendim…

Ali Kılıç


     Ali Kılıç'ın Eski Yazıları

Yazar Hakkında

İskele Editörü

Online dergiler Online dergiler