Moda ve Dil

Süleyman Kahraman tarafından yazıldı. Aktif .

 

Güncel olaylara karşı her zaman için bir takıntım ve önyargım vardır. Güncel olandan kastım; yeni çıkan, eskinden olmayan yani, “moda” kelimesinin içeriğini dolduran kavramlar gibi. Bu takıntımı kendimi aşağı düşürücü bir olay veya bir kompleks olarak da görmüyorum.  Bunu bir örnek ile desteklemek gerekirse, geçen sene çıkmış olan gazete hakkındaki ilk düşüncelerimi verebilirim.

Gazete diğerlerinden farklıydı: Boyutu farklı, sayfa yapısı ve baskı kalitesi. Bu” farklılıklardan” ötürü bir takım ilgi duyulması bende rahatsızlık hâsıl etti ve hala bugüne kadarda almışlığım yok.

Gazeteye karşı olduğumdan değil; ama sadece bir kaç farklılığı var diye o güne kadar sanki memlekette hiç gazete yokmuşçasına ona saldırılmasına ve düne kadar hiç gazete okumuşluğu olmayan insanların  “ gazete ahanda böyle olur!” deyişleri canımı sıkmış ve güncel karşıtlığımı arttırmıştır. Neyse bu sadece kendimin basit bir serzenişidir. Asıl anlatmak istediğime gelelim, yani “moda” ya.

Modadan hiç haz etmem.

Başkalarının ortaya koymuş olduğu şeylere kendimi adapte ederek yaşamak, hayatımı başkalarının çizmiş olduğu sınırlar içersinde belirlemek, bana her zaman için ters gelmiştir.

Sagopa Kajmer’in de dediği gibi “Ben en doğruya en yanlışlardan geçerek ulaştım.”  diyor ve insanın kendi doğrularını ve yanlışlarını kendi bulması gerektiği kanısını taşıyorum. İşte bu kanıdır ki benim bu moda konusunda aşağılık kompleksine kapılmama engel olan.

Konu biraz kapalı oldu, bunun farkındayım. Bu yüzden bugünün güncelini, daha doğru ifadeyle “moda”sını birkaç başlık altında; aklımdan geçenleri dilimin döndüğünce açıklamaya çalışmak istiyorum.

Dil Modası:

Dil, Bir memleket veya bir millet hakkında çok önemli sırlar verir, dışarıdan o millete bakanlar için. En önemli sırrı da o milletin bağımsızlığı hakkında vermiş olduğu sırdır bence.

 Bağımsızlıkla olan alakasına örnek olarak; Hindistan’ın resmi dilinin Hintçenin yanında İngilizce olması,  Orta Asya’da Rusçanın anadil gibi bilinmesi(şu günlerde Kırgızistan’da bir devrim oldu. Muhalefet ihtilal yaptı. Arkasında kim var dersiniz?) Afrika’da resmi dili Fransızca olan ülkelerin olması ve çok yaygın bir şekilde Fransızca konuşulması gibi…

Bu örneklerden herhalde dilin bir milletin bağımsızlığı konusunda bize bilgi verdiği anlaşılmıştır. Yani dil çok anlam ifade eder ve dikkat edilmesi gereken nokta bu ülkelerin bağımsızlıklarını yitirmiş oldukları için (bu bugün bağımsız olmadıklarını göstermez; ama bir zamanlar yitirildiğini gösterir.) dillerinin değiştiği noktasıdır.

Dil defalarca dile getirilmesi gerektiği gibi çok önemlidir.

Peki “moda” ile ne alakası var?

Alakasını içimize;  yani kendi ülkemize dönerek anlatmaya çalışayım:

“Türkçe giderse Türkiye de gider.” diye bir şeyler duymuştum. Bu sava tamamen katılmakla birlikte, bu savı değiştirip şöyle söylemek istiyorum:

” Türkiye gitmişse, Türkçe zaten gitmiştir.”

Yani az önce bağımsızlık hakkında dikkat edilmesi gereken “nokta”dan bahsettiğim gibi, Türkçenin gitmiş olması meselesi bir “sonuç”; başka bir ifadeyle de bir gösterge meselesidir.

Bu konunun daha iyi anlaşılması için örneklerle açıklamaya çalışayım. Geçen sene Türkçe dersinde yaşadığım bir anımı anlatmak istiyorum. ( “Sen mühendislik okumuyor muydun?” diye soran arkadaşlar için söyleyeyim:  Birinci sınıfta bizde de Türkçe dersi vardı)

 Türkçe dersimize giren hocamız, derse bir gazeteden almış olduğu haberi getirmişti. Haberin içeriği ise, Türk alfabesine “q,x,w” harflerinin eklenmesiyle ilgili bir yasa tasarısının olduğu yönünde bir haberdi ve yalan bir haberdi.( Yalan diyorum; çünkü yaklaşık bir sene sonra Kürt açılımı mevzubahis olduğunda, bunu karalamak isteyenler, her zaman yaptıkları gibi, çamur at izi kalsın mantığıyla bu haberleri yapmaya devam ettiler ve en sonunda İçişleri Bakanı ve Açılımdan Sorumlu Devlet Bakanı olarak Beşir Atalay böyle bir olayın mevzubahis olmadığını yönünde açıklama yaptı.) 

Yalan olup olmaması önemli değildi. Önemli olan hocamızın serzenişiydi ve şöyle söyledi haklı olarak, ”Eğer böyle bir şey olursa bana ne ihtiyaç kalır ki? Ben daha ne anlatacağım?”

Hocamız bunu söylerken şunu kastetmişti: Türkçeye bu harflerin eklenmesi; Türkçede ne bir kural , ne bir uyum, ne de başka bir şey bırakır . Kurallar kalmayınca da anlatılacak bir şey kalmadığı için bana ne ihtiyaç kalır manasıydı.

Yüzde yüz haklıydı.

Asırlık bir dil olan Türkçeye;  herhangi bir ses uyumu gözetmeden, dilin yapısı incelenmeden, sırf siyasi rant uğruna (gazetedeki habere göre) bunu yapmak Türkçeyi katletmekten başka bir anlam ifade etmez.

-eeee modaya gelsek!

Geldim ishte. “Moda Türkçesi’’ nden kastım da tam olarak buydu işte. “qeldim, eywallah, ßey@zıd…” gibi bir ton zavallı zırvası saçmalık.

Tanıdık gelmiştir büyük ihtimalle. (Böyle şeylere aşina olmamak tek temennim; ama gerçekler bu yönde değil maalesef)

Peki, soru 1: Türkçenin katili bu harfler dilimize nasıl oldu da girdi?

Soru 2:Bunlar kimin çıkarmış olduğu “moda”lar ve biz neden 2009 ilkbahar-yaz sezonu kreasyonu olan bu harfleri kullanıyoruz?

Soru 3: Hiç düşündünüz mü?

Aman ne olacak canım; ha “ß” demiş ha “B” demiş. Ha “g” demiş ha “q”, ha “w” demiş ha”v”… der misiniz? 

Şahsen ben demem. Onun yerine şöyle derim: Hatırlarsanız “Türkiye gitmişse, Türkçe zaten gitmiştir.” manasına getirmiştik bir cümleyi. Bunu yapmamızdaki sebep, Türkçenin gitmiş olması, bağımsızlık olgusunun yitirilmesine dayandırdığım bir sonuçtu ve bir göstergeydi. İşte ben de ona geliyorum.

Türkçeyi böyle pervasızca kullanan adam zaten marjinalleşmiş ve kültürel olarak deforme olmuş bir insan siluetinden ibarettir ve bu adamın Türkçesi en fazla 600-700 kelimeden oluşur. Böyle olunca siz bu adamdan ne gibi bir fayda bekleyebilirsiniz ki, bu kadar önemli konuda bu kadar zavallıyken?

“Faydası yok... Peki ya zararı var mı?”

Bu tür zavallıların zararı da her türlü galeyana getirilebilir bir kitle olması zorunluluğudur.  Yani; düşünme yeteneği olmayan, çok kolay kandırılabilen, düşüncenin değil, sloganların peşinde koşma zavallılığına eren bir tür olmasıdır! Yani “g” ile “q” arasındaki fark böyle bir göstergeymiş, sonuçmuş.

Peki bu sonuç neye sebep olur?

Düşünme yeteneğini yitirmiş bu halk kitlelerinin, memleketi yönetmeye çalışan her türlü zararlı mihraklar için bir propaganda uğruna kullanılmasına sebep olur. Devleti zafiyete düşürme, milleti maddi manevi zarara uğratma amacı güden bu mihrakların; propaganda malzemesi olması yolunda kullanılmasına sebep olur. Bkz: Maraş katliamı, Madımak oteli, 28 Şubat süreci, genel olarak darbe öncesi dönemler, sağ-sol olayları. 6-7 Eylül olayları…

Yukarıda saydıklarım q harfini kullanmıyordu belki; ama o zamanların modası başkaydı ve yine aynı şeye hizmet ediyorlardı: yani sloganlara… Ayrıca bu olayları sadece Türkçenin katledilmesine bağlamak elbette çok saçma olur; ama toplumun değer yargılarına sahip çıkılmadığı takdirde bu “sürü psikolojisi “memlekete çok büyük zararlar vermektedir. Yukarda saydıklarımın hepsi bazı mihrakların propagandası değil miydi yoksa?..

Bir sonraki sayıda bu “moda” bahsine tarih penceresinden değinmeye çalışacağım. Aklımdan geçenleri dilimin döndüğünce anlatmaya çalışarak…

Saygılarımla…

 [Yardımlarından ötürü Gizem Acar’a sonsuz teşekkürler…]

Not:”Zavallı” dediğim için özür dilemiyorum. Bu durumda olan arkadaşların yazının sonuna kadar okuma becerisinin bulunmadığını düşünerek, editör kardeşimizden bu notu büyük puntolarla yazarak dikkat çekmesini rica ediyorum. KİTAP OKUYUN! Nacizane kitap da önereyim:

Kemal Tahir / Esir Şehrin insanları.

Yazar Hakkında

Süleyman Kahraman

Süleyman Kahraman

Doğum yeri, kaybedilen toprakların aziz hatıraları sayılacak topraklardır. Daha henüz emekleme safhasında iken Türkiye’ye adım atarak 21 sene T.C topraklarından ayrılmadı. Bir senelik Karl Marx Stadt’da eğitimine yama yaparak, makine mühendisi olma yolunda özgeçmişine bir parantez ekledi. İlkokul ve liseyi İstanbul’dan önceki başkentte, üniversiteyi ise sanayi göbeği Kocaeli’nde okudu. Birkaç deklanşör hamlesiyle fotoğraf işinde amatör, birkaç karalamayla da yazmakta…

 

Kafa Kâğıdı:    

 

 

Online dergiler Online dergiler