Eleştiri: Okumak, Yazmak Ve Yaşamak Üzerine | Kültür&Sanat

Kültür-Sanat Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

 

OKUMAK, YAZMAK VE YAŞAMAK ÜZERİNE

Arthur Schopenhauer denince ilk akla gelen, bu öfkeli filozofun, ardılı Nietzsche’yi ne kadar etkilemiş olduğudur.

Felsefe tarihinde önemli bir kırılmaya yol açan bu etkinin yanı sıra, günümüzde de geçerliliğini yitirmeyen din ve aşk üzerine kimi düşünceleri ve münzeviliği de Schopenhauer’a ayrıcalıklı bir konum atfetmek için yeterli sebepler.

Fakat filozofun başka bir özelliği daha var; edebiyatçılar tarafından en çok sevilen filozoflardan biri oluşu. “Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine” adlı kitap, onun edebiyatçılar tarafından niçin önemsendiğini gösteren metinlerden oluşuyor. Schopenhauer’ın acıyı bilgiye dönüştürme argümanı, bu kitapta da işlerliğini koruyor. Yazılardaki filozof titizliğine sanatçı sezgisinin eklenmesine yol açan da bu olsa gerek. Kitaptaki yazıların sonuna, Schopenhauer’ın hangi yapıtlarında yer aldıklarına dair birer dipnot konulsa yol gösterici olurmuş.

 Çevirmen Ahmet Aydoğan da dile daha çok özen gösterebilirmiş. Yine de, bu sıra dışı filozofun okumak, yazmak ve düşünmek üzerine notlarının her okur-yazarda bulunmasında fayda var.

İnsan Mutluluğunun İki Temel Düşmanı: Can Sıkıntısı Ve Istırap

Yazar bu iki ideolojiyi insanlığın  yaşamı boyunca temel sıkıntısının olduğunu ifade eder. Kitapta yaşamanın ve zamanın nasıl harcanılması, nasıl kitap okunması ve nasıl yazılmalı sorularını bir bir ele alır.

Ona göre akıllı insan münzeviyane hayatı seçecek ve eğer büyük bir ruhu varsa yalnızlığı seçecektir. Çünkü vaktini diğer insanlarla harcayan insan kendisini tanıyamayacak ve içinde var olan esas mutluluğu, kavrayamayacaktır. Dâhiyane kişilerin de yalnızlığı seçmelerindeki  sebep budur. Yelpazenin diğer ucundaki kişiler topluma ne kadar karıştıkça, ne kadar sosyalleşirse, kendisinden uzaklaşacağını ve kendisi uzak durmaya çalıştığı şey haline geleceği kesindir. Herkesin kendi yeterlilikleriyle karşı karşıya bırakılacağı gün sahip oldukları o gün ortaya çıkar ve bu insanlar kendi karakterleri altında inim inim inler. Zaman kavramının ne denli önemli olduğu ve bunun boş eğlencelerle harcanmaması gerektiğini sık sık vurgular.

Bir insanın olabileceği ya da başarabileceği en büyük şeyin kaynağı insanın kendisidir. Mutluluğun kaynağını ne kadar çok kendinde bulabiliyorsa o kadar fazla mutlu olacaktır. Sefalet ve ıstırapla dolu dünyada insanın içindekileri dışındakine feda etmesi, sükûnetin boş vaktin ve bağımsızlığın bütününü ya da büyük bir bölümünü, makam zevki, şan, şöhret, unvan ve ihtişam için kurban etmesi muazzam bir budalalık örneğidir. Sahip olduğu kuvvetlerin asıl amacı onu etrafındaki kötülüklere karşı mücadelesini sağlamaktır. Can sıkıntısının en büyük kurbanlarını ise sefil ve bedbaht durumda olan yüksek sınıfların olduğuna inanır.

Yazar üç mümkün haz kaynağı belirler:

-hayat gücü hazzı: yeme, içme, uyuma, dinlenmenin zevki. Bunu ulusal ve ayıt edici haz olarak tanımlıyor ki fikrimce bunlardan ödün verebilecek kişilerin dâhilerin olduğunu savunacaktır.

- adele gücü hazzı:  yürümek, koşmak, dans, etmek, ata binmek, zaman zaman spor biçimine  bürünürler kimi zaman ise askerlik hayatının ve savaşın bir parçası olurlar.

-duygu ve duyarlılık hazzı: temaşa, düşünme ,duygulanma, veya şiir, kültür, müzik, öğrenim okuma vs.

Diğer taraftan yazar insanlığı iki tabloya bölüyor: bir taraftan kişisel mutluluğun küçük ve önemsiz şeylere, sefalete adanmış, çaba ve mücadelenin sonunda bu hedeflere ulaşır ulaşmaz can sıkıntısının doğurduğu insanın yüzüstü bırakıldığı iflah olmayacak bir hayat. Diğer taraftan; düşünce bakımından zengin, hayat ve anlam dolu bir yaşam süren, bunlara vakit bulacak, her fırsatta kıymetli ve  değerli amaçlarla meşgul yüksek bir zihni kudrete sahip bir insan.

Ruh zenginliği yegâne hakiki zenginliktir, çünkü diğer bütün zenginlikler beraberinde kendilerinden daha büyük dert ve belaları getiririler. Bir insan ne kadar kendisine ve kendisinde olanlara sahipse, diğer insanlardan o kadar az şey bulabilecek ve onların haz duydukları yüzlerce şeyi yavan ve sathi bulacaktır.

Philister denilen kimse zihinsel ihtiyaçlarını ve dolayısıyla zihinsel zevklerinin olmadığı yegâne sevginin çabuk tükenen duyumsal türden olduğu  kimsedir. Onun için hayatın hedefi bedensel faaliyetlerini katkıda bulunacak ne ise onu elde etmektir. Hayatın bütün lüksleri başına yağsa o kaçınılmaz olarak bundan sıkılacak ve çaresini ise kuşkusuz çaresini ise toplar; tiyatrolar, partiler kâğıt oyunları, kumar, atlar kadınlar içki, seyehat ve daha bir yığın benzerleri. Fakat bütün bunlar  kendisinde doğacak sıkıntısını gidermeyecek çünkü zihinsel zevki yoktur. 

Bütün bunlar onun zihinsel ihtiyaçları olmayan bir insan olmasının sonucudur. Budalaların başına gelen en büyük bela fikirlerle değil de gerçekliklerle uğraşmasından kaynaklanmaktadır.  Fakat bu gerçeklikler  tehlikelerle dolu ve uzaktadır. Düşünce dünyası ise sınırsız ve sakindir. Sonuç olarak yazar felsefeye adanmış bir hayatın en mutlu hayat olduğu sonucuna varır.

Okumak ve Kitaplar Üzerine

Yazara göre; okumak kişinin kafasının yerine  bir başkasının kafasıyla düşünmesidir.

“Okurken bir başkası bizim için düşünür. Kendi düşüncelerimizle meşgulken kitap okumak bizi rahatlatır. Fakat okurken zihnimiz bir başkasının oyun alanı haline gelir. Bu sebeple çok okuyan ve düşünmeksizin zaman geçiren kimse, zamanla kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder.”

Birinin ne kadar fazla okursa okuduklarından o kadar az izler kalacağına inanan yazar beyni üstüne sürekli yazılar yazılıp silinebilen bir tablete  benzetiyor. İnsan midesindeki besinlerin ancak beşte birinin hazmedileceği gibi çok fazla okumanın insana kendi düşüncelerini kaybettirmekten başka bir şey yapamayacağını söyler.

“Okuyarak edebi bir üsluba  sahip olunmaz ancak bu nitelikler bizde varsa bunu okuyarak nerede ve ne zaman kullanacağımızı öğreniriz. Sadece okuyarak üslup edilmez bu taklitten öte bir şey olmaz.”

 Yazar kötü romanları sadece para ve mevki için yazılanları ile onları zaman zaman sadece meşhur olduğu için de olsa okuyan bizleri sert bir dilleeleştiriyor. İyi olanı okumak için, kötü olanı hiçbir zaman okumamayı düşman edinmeli insan çünkü hayat kısa. Kitabın iki kere okunmasından yana olan yazar kitapta bu tavsiyesinin verirken; ikinci defasında ruh halinin farklı olmasından kaynaklanan farklı izlenim ve yeni ışıklara kapı açacağını savunuyor.

Yazarlık ve Üslup Üzerine

Yazarlığı genel olarak ikiye ayırıyor:

1. Ele aldığı konu için yazanlar: Bunlar paylaşmaya değer görünenleri yazar ve daha çok tecrübe ve bilgiye sahiptirler.

2. Yazmak için yazanlar: Para için yazarlar dolayısıyla doğru yanlış ayırımı yapamazlar. Açıklılık ve sarihlik bunlarda eksiktir.

Telif hakkının korunmasının edebiyatının bir yıkımı olduğu görüşünde olan yazar, aslında edebiyatın bu vahim durumunun tek sebebi olarak para için yazmayı gösteriyor. Bunun diğer bir sonucu ise dilin yıkımı.

Bir başka bakımdan üç tür yazardan bahsediyor: Birinci türde düşünmeksizin yazanlar. Sayıca kalabalık olan bunlar hafızalarındaki veya hatırlayabildiklerini, hatta doğrudan başka insanların kitaplarındakini yazarlar. İkinci kümede ise yazarken düşünenlerdir. Sayıları oldukça kalabalıktır ve yazmak için düşünürler. Üçüncü küme ise yazmaya başlamazdan evvel düşünen kimselerdir ki sadece düşündüklerini yazarlar ve çok nadirler.

Genel olarak yazar, içi boş sözü gereksiz yere uzatan hantal, tumturaklı üsluplu sadece yazmak için, para, mevki, şan için yazılan kitapların içeriklerini çok boş bulur ve bu boş safsataların asla okunmaya değer olmayacağını açıkça belirtir.

Bir yazar malzemesini doğrudan  kendi kafasından, kendi müşahedesinden, çıkarmadıkça okunmaya değer değildir. Derlemeciler, tarih yazıları, vs. bunlara örnek olarak verilebilir. Başlığın etkileyici olması, gizli anlamlara gebe veya mümkünse içeriği tek bir sözcükle anlatmalı.

Bir kitap yazarın düşüncelerinden fazlasını taşımaz. Okunmaya değer bir yazarın üstünlüğü yazarın malzemeye bağımlılığı ile ilgilidir. Ne kadar az borçlu o ise o denli büyüktür. Yazmadan önce düşünmenin önemi büyüktür tıpkı yürümeye yardımcı olan baston gibi. Yazarın üslubu onun nasıl düşündüğünün ve onun düşüncelerinin genel niteliğinin tam bir yansımasıdır. Yazar üslubu fikirlerin şekillendiği hamura benzetir.

Birçok anlama sahipmiş gibi görünen, hiçbir faydası olmayan tumturaklı üsluplu yazarları ve bunları okuyanları kınamıştır. Buna karşılık fikirce zengin bir yazar ise okuyucularının güvenini kazanır ve bu akıllı okuyucuya yazarı dikkatli bir şekilde takip etme sabrı verir.

Somut yerine daha soyut kelimeler kullanılmasını ise bu yazarların arka kapısı olduğunu zikrederek bunları gülünç bulur. Sohbet tadında yazanlar da anlaşılmayı güçlendirir.

 Ve ona göre küçük bir düşünceyi anlatırken çok kelimeler kullanılmasını vasatlığın eseri olarak görür Schopenhauer.

Düşünmek Üzerine

Bilmediği şeyi düşünemez düşünmediği şeyi ise bilemez.  Okumak ve iğrenmek irade ile yapılır ancak düşünmek o konuya olan ilgi ve merakla ortaya çıkar. Bir insan ancak kendi düşüncelerinin kaynağı kuruduğu zaman okumalıdır. Aksi halde sürekli okumak bu sayede kendi düşüncelerini kaçırmasıen büyük günahtır. Bilgiyi herhangi bir kitaptan hazır elde etmek yerine ona düşünerek ulaşmış ise bin kere daha kıymetlidir. Daha sonra ise bu bilgi onun uzuvlarından biri haline gelecektir. Kendi kendine düşünebilen insan zihni kazanımlarını son safhaya ulaşmıştır.

Online dergiler Online dergiler