Kazananların da Kaybettiği Bir Oyun | Metin Karabaşoğlu

İskele Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

KAZANANLARIN DA KAYBETTİĞİ BİR OYUN

Binlerce yıldan beri, tüm semavî dinlerin açık yasağına rağmen, zalimce bir oyun oynanır yeryüzünde. Görünürde birinin kazandığı, diğerinin kaybettiği bir oyun: faiz.

Son birkaç asırdan beri, bu oyunun tarafları çoğalmış ve hacmi olabildiğine genişlemiş bulunuyor. Artık, faizciliği, adı ‘tefeci’ye çıkmış, zengin de olsa icra ettiği kirli iş dolayısıyla hakir görülen insanlardan ziyade, bankalar yürütüyor.

Oturduğu yerden para kazanmak, başkasının çalışarak kazandığını oturduğu yerden yemek, başkasının batması pahasına da olsa kendi rahatına bakmak isteyen insan bozmalarıparalarını alıyor, ‘aracı kurum’ olarak bankalara yatırıyorlar.

‘Faizin kabı ve kapısı’ olan bankalarda biriken para ise, esasen iki şekilde kullanılıyor. Banka; ya bizzat bu parayı döviz, borsa, tahvil vs. için, yani para piyasası içinde kullanıyor veya bir işe girişen ama yeterli parası olmayan kişilere veriyor.

 Elbette, ‘aracı’lık bedeli olarak, meselâ yüzde 80 faizle aldığı mevduatı, kredi olarak yüzde 150 faizle satarak!

Bu, çoğu kez, alanın da, verenin de razı olduğu bir alışveriş olarak gözüküyor. Çok hikmetlere binaen Cenab-ı Hak tarafından yasaklanan faize, tembel haram yiyiciler razı olduğu gibi, Rablerinin emrini çiğneyecek derecede hırslı müteşebbisler de razı oluyor.

Ne de olsa, ödedikleri faiz, maliyet hesabında yerini alıyor; fiyatlar ona göre belirleniyor. Meselâ, arada faiz olmasa maliyeti elli lira olacak bir ürün, faizin devreye girmesiyle seksen liraya mal oluyor ve satış fiyatı ona göre belirleniyor.

Böylece, sözümona oturduğu yerden ‘kazanan’ların ilk kaybı gerçekleşiyor. Zira faiz devrede olmasa yüz liraya alınacak mal, faizle birlikte yüz elli liraya alınıyor.

Kayıp bununla bitmiyor. Bankalar, ellerinde biriken ve neredeyse katrilyona ulaşan parayla, müthiş bir güç sahibi oluyorlar.

Bu sayede, sermaye piyasasını istedikleri gibi yönlendirebiliyor; borsayı ve döviz fiyatlarını rahatlıkla etkileyebiliyorlar.

Böylece, kayıplara bir yenisi daha ekleniyor.

Ve ayrıca, yine bankalar, bu paralarla devlete yüksek faizle borç veriyorlar. Hazine bonoları, bu borçlanmanın yollarından biri.

Peki, bankalardan aldığı bu borcu devlet nasıl ödüyor?

(1) Kendi ürettiği ürün ve hizmetlere zam yaparak

 (2) Vergi oranlarını arttırarak ve yeni vergiler koyarak

(3) Para basarak.

İlk iki yolla, cebimizdeki para doğrudan alınmış oluyor. Diğeriyle, cebimizdeki para miktarı aynı kalsa bile, bu paranın değeri düşüyor; alım gücü azalıyor.

Sonuçta, bedavadan gelecek paralara tamah edip üç-beş milyonunu veya üç-beş milyarını bankaya yatıranlar sayesinde, faizle hiç ilişiği olmayan insanlar kaybettiği gibi, faiz alanlar dahi kaybediyor.

Bu, kazananların da kaybettiği faiz oyununun maddî yüzü.

Manevî yüzünde ise, gelen haram, emeksiz ve haksız paranın davet ettiği manevî musibetler, aile ve evlat belaları.. kolayca gözüküyor.

Gözükmeyen, ama işin en dehşetli yanını teşkil eden husus ise, Mahşer gününde karşımıza çıkacak. Rabb-ı Rahîm, emek sarf etmeden ve kendini asla riske atmadan üç kuruş kazanmaya tamah edenlere, apaçık emrine açıkça isyanın faturasını çıkaracak. Faizcilere, faizin kabı olan bankalara damla damla attıkları paralar yüzünden mağdur edilen milyonlarca insanın hesabını bir bir soracak.

Zahirde kazanıyor gözükenin bile maddî-manevî böylesi ağır kayıplara uğradığı aptalca bir oyunun içinde bulunmaya bir mü’minin aklının ve kalbinin elvereceğini sanmıyoruz.

Çünkü, feraset ve merhamet, imanın iki gereğidir.

Metin Karabasoglu

Paylaş

Yazar Hakkında

İskele Editörü

Online dergiler Online dergiler