Gündüz İnsanı

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

GÜNDÜZ İNSANI

 

Gündüz insandı gece hırt...

Böyle olana kadar öyle değildi, gündüz insan gece minsan idi. İşin aslı tam da öyle sayılmazdı, yalnızca ve galiba öyle olmayı istemekle yetinmişti. Sabahtan akşama, yani gündüz -hatta güpegündüz- insan gibi olup sularla beraber hava karardıktan sonra gece boyu hırt biçiminde yaşamayı hayal etmişti. Nasıl Bursa o hayalle uyursa her gece, o da bu hayalle uyumuştu her gece... hergele! Sosyal statüsü uygun, ictimai mevkiî müsait değildi. Yoksa o da bilirdi İstanbul’un Beyoğlusunda tinerci takılmayı. İyi olmayı denemek varken ve herkes -en azından- öyle yaptığını sanırken zırt pırt, hırt olmayı istemek de -yine- anlaşılır şey değildi. İçinde palazlanan ikinci kişilikten habersiz yıllar tüketmişti; iyi de etmişti. Sanki o yapıp etmese yıl denen nesnenin tükeneceği neyin yoktu.

 Gündüz feneri, gündüz gözü değil ama gündüz insanıydı. Gece insanları ise geceyi yaşayan değil, garip taifesinden olup geceler garibin tesellisine sığınmış sıradan, sade, iddiasız, kimliksiz, bilinçsiz, bilgisiz, ilgisiz canlılardı.

 Ne inin ne de cinin top oynayamadığı ve bu yüzden bunalıma girdikleri bilinen apaçık bir gerçektir. Bunun böyle olduğunu herkes bilir. Herkesin bilmeyip yalnızca bazılarının bildiği ise, oradaki (neredeki?) inin, küçük mağara, vahşi hayvan barınağı olan in değil, insanın kökü olan ins olduğudur. Yani işin aslı ins ile cin olmuş oluyor. Ve elbette insanın insten sonra cins diyesi geliyor. İnsan bu, su misali aktığı gibi bazen de cinsliği tutabilir.

 Gündüz insan gece minsandaki giz perdesini aralamak daha ilgi çekici heyecanlar getirebilir (getirsin hele). Minsan denilen kavram, min ve san ile ilgilidir ve bizi ister istemez ardısıra tâ Caponyalara kadar sürükleme kabiliyetine sahiptir. Aslı ming olan min, Çin-Capon ortak kullanımına ait bir kelime. Öyle ki hanedan adı olarak da tarihte seçkin bir yer edinebilmiştir: Ming hanedanı... (Bu noktada babasının bir zamanlar Maocu olduğunu hatırlamadan edemiyordu). San ise yine Caponcada ağa, bey, efendi, beyefendi, samuray çetesi başı karşılığı epey yaygın kullanım alanına sahiptir. Anjin-San’daki dizifilim tadı min-sandaki kadar köklü değildir. Ezcümle, minsandan beylerbeyi, beyefendi kere beyefendi falan gibi bir şeyler anlaşılmak mümkündür.

 

***

 

O eskiden böyle birisi değildi, aklı başında söz eder -yer yer- akıllı geçinirdi. Kendi dahil herkes ondan memnundu veya en azından öyle görünüyordu. Tıkırında giden her şey, bir gece değil de bir günün gün ortası olan öğle vakti değişti.

 Sıkılmıştı...

 Durum, konum, statü, mevki, kabuller, anlayış, yaklaşım, algı, vergi, cemiyetteki ismi, çevresi, sevapları, tövbe beklemekten gına gelmiş günahları, sıradanlıklı amaçları, taranmayı bekleyen saçları, gidip yapmadığı maçları, yerde sürünen taçları, gaspedilmiş tahtı, tutmadığı ahdı... hepsi birleşti; bu yetmedi birleşmeyi ikileşme, üçleşme, üç yüz bin kere üç yüz binleşme izledi. Sağduyu kendini sol yanda gizledi, durum(u) yakıp eriten, terleten öğle sıcağını da terkibine alarak (galiba temmuz günlerinden bir gündü) dokundukça devleşen masal hayvanları gibi büyüdü büyüdü... Dikildiği yerde bayılıp düşmemek için kıyıya çekildi. Kaldırım önüsıra sahte hayat yaşayan yüzlerce sırt ile doluydu. Bu kadar sırtı daha önce bir arada görmediğini düşündü. Neler oluyordu... Acaba hep oluyordu da o yeni mi farkına varmıştı... Sırt sayısı binleri, sonra yüz bin kere yüz binleri bulmaya yakın, hırt olmaya, ama sabredip geceyi beklemeye karar verdi. Çünkü olmayan tecrübelerine göre hırtlığın çağı gece idi.

 Gece...

 Geç gelen, bir türlü geçmek bilmeyen, günün gündüzün ışığın aydınlığın düşmanı; beyazın tersi, akın zıttı, ağır, hantal, kunt ve karanın öteki adıydı. Tanıyordu geceyi; gece kimi zaman aşkla yer değiştirmiş, nicesine bağır deştirmiş, ürküten, korku püskürten, gırtlak öksürten karadan daha kara bir feraceydi.

 Gece yapılacak ya da olacak -olmasını isteyip kararını verdiği- bir işe gün ortası öğlen vakti karar vermek tuhaftı. İşin tersliği, kendini daha ilk başta ele verir gibi olmuştu.

 Evi, işi, vücudu güzel bir sevgilisi, duyguları vardı ve iç dünyasında esen fırtınalarla sıradan bir sapıktı. Gündüz insanı, dağ sırtı, pala pırtı türünden ilgisizlik ve dengesizlik örneği biçiminde yaşadığı yozlaşma süreciyle gece hırtı olmaya hızla ilerlediği söylenebilirdi. Gece hırtına hırtapoz, zırt pırt densizlik edenlere de zırtapoz denen bir sosyal gerçeklikte hali acaba nasıldı ve n’olacaktı?

 İkidebir ve zırt pırt hırt olunmazdı. O yüzden belli saatlerde hırtlık etmeye karar vermişti; karar vermesinin sebebi buydu. İlk o akşam (karar verdiği sıcak gün ortasının gecesi) denedi ve sonucu tatmin edici buldu. Yıllardır içinin bir yerlerinde kıvrılıp bükülmüş ince uzun bir yılan gibi zamanını bekleyen ikinci kişiliğini keşfetmekten memnundu. O gece tam iki köpek ve üç kedi öldürmeyi başardı! Zavallı yaratıklar şehir hayvanı olmanın getirdiği rahat tedbirsizlik ve sahte güvenle olacağı tahmin bile edememişti. Ensiz küçük balta başlarına (ikisinin sırtına) inerken bile bunu hayvanseverliğin yeni bir yansıması sanmışlardı.

 İlk iki ay dikkat çekmedi. Acar ama paranoya sahibi olmakla da kınanan genç bir muhabir gasteci, artan hayvan cinayetleriyle ilgilenmek istedi. İşe gastelerin üçüncü sayfalarını taramak ve şehir radyolarıyla ilişki kurmakla başladı. Belediye itlaf ekipleriyle özellikle ilgilenmedi. Onlar gündüz çalışır ve atılabilir zehirli iğne kullanırdı. Hayvan soykırımı dördüncü ayını doldururken adını koymakta zorlandığı bir tespite ulaşmayı başarmıştı: Birisi ya da birileri sistemli ve aynı yöntemle hayvan katliamı yapıyordu! İşin çoluk çocuk, fıttırmış deli, sıyırmış emekli ya da bunak dede işi olmadığı belliydi. Ulaştığı ikinci sonuç daha da önemliydi: Öldürülme işi kesinlikle gece yapılıyordu. Vahşete dehşet katan bu zamanın bilerek seçildiği apaçık meydandaydı. Anneannesinin adı noya olmamasına karşılık iç dünyasında paranoya yansımaları barındıran genç gasteci kız, beş aya varmadan katilin sosyopsişik yapısıyla ilgili çılgın bir tespitte daha bulundu: Adam -ki kadın olmadığından adı gibi emindi- gündüz insan gece hırt türü bir hastaydı!

 Aylarla ifade edilen zaman diliminde gündüz insanının becerdiği özel vahşet örnekleriyle de karşılaşmıştı. Bilmem kaçıncı olay ertesi adamın hırtlığını hissetmişti. Bin bir uğraş sonucu bir hayvan gönüllüsünün önayak olmasıyla yaptırabildiği otopsi sonrası -zaten sabitleşmiş- düşüncesi tamamen kesinleşmişti. Taze köpek leşinin ön sırt bölgesindeki etsiz iz, bir canlının dişleriyle -ancak- açabileceği yaraydı. Çıplak gözle bile bunun türdeş bir varlık eseri olmadığını anlayan sosyete baytarı, iki saati aşan inceleme sonucu “Olamaazz... olmamalı... yani şimdi bu... nasıl... hoppala...” şeklinde zırvalamaya başlamıştı. Zırva zanırtmaya dönüşmeden önce veteriner hekim Olgun Özbudun Bey gasteciye “insan dişi izi” diyebilmeyi başarmış, ardından baş dönmesi şikayetiyle en yakın koltuğa yığılmayı seçmişti. Adamcağız izleyen günlerde evinde sağlık sebepli uzun bir dinlenme süreci yaşayacaktı. Gasteci kız insafa gelip olayı haber yapmadı.

 Gasteci, gazeteye bir sürü doldurma haber yanında sık sık hayvan cinayetlerini de işleyen bilgi taşıdı. Hepsi olmasa da üçü beşi yayınlandı. Bu arada son yedi aydır birlikte yaşadığı kimya mühendisi çocukla nişanlanıp yine yedi ay sonunda evlenmeye razı etti. Kimyacı sevgilinin nerdeyse hiç gece hayatı yoktu, tam bir gündüz insanıydı. Birkaç yıl daha gecikirse şişme, sarkma gibi şeyler yüzünden kızkurusu kaderi yaşayacağını ve haber müdürünün metresi olacağını biliyordu. Evlilik konusunda yançizme eğilimli kimyacıyı iknada fiziği sayesinde fazla zorlanmamıştı. Son on gece meme iriliği, but yuvarlağı, saç yumağı, ağu, buğu, oluk, soluk, ter, doku, koku, kıvrım, tütsü, davultozu, minare gölgesi, az söz çok muamele ile epey yoğun geçmişti. Tasarlı saldırıya fazla dayanamayan mühendis, on birinci gece daha başlamadan “mayna, yelkenler suya” demek zorunda kalmıştı. Eşeğini sağlam kazığa bağlayan gasteci, nişana sekiz gün mütecaviz zaman ertesi ilgisini yeniden hız kesmeyen hayvan katline verdi. İkinci vermeyi ise köpekdişi ağrısından yakınan kimyacıya tanıdığı bir dişçi adresi vererek yaptı.

 Gastecinin tek tesellisi, çılgın herifin insan ırkını hedef seçmemesiydi. Mevcut birikim ve cinayet deneyimiyle savunmasız insan, tinerci, şarapçı, otçu, bimekan tiplere yönelse ortalıkta adam komaz tüketirdi. Yine de içinde belirip kaybolan “Eh fena da olmazdı hani, kurtulurduk pisliklerden” düşüncesiyle irkilecekti.

 İpucu izlemesi, işüstü yakalaması, ihbar, tanık, vazgeçiş bekleyen gasteci kız rastgele gittiği bir trafik kazası haberiyle işi çözdüm sanacağını hiç tahmin etmemişti. Bilinen bir akşamüstü kazasıydı. Hızlı araba kaldırımda yürüyen bir yayaya çarpmış adam da hemen oracıkta ölmüştü. Sürücü muhtemelen içkili çıkacaktı. Artık iyice kışlığını gösteren havadan korunmak için uzunca bir palto giydiği anlaşılan otuzlu yaşlardaki ceset yerde boylu boyunca yatıyor, üzerine örtülecek eski gazete bekliyor... Yandan, önden, üstten ve ne kadar açı varsa hepsinden resim ve iki görgü tanığından bilgi alan gasteci kız, ayrılmak üzereyken kazayı yapan pahalı araba sahibiyle de görüşmek istedi. Adam üzüntü ve şaşkınlıktan ne yaptığını bilmez durumda, kimi görse özür diliyordu, kızdan da diledi. Söyleyeceği fazla bir şeyi yoktu, iş böyleyken böyleydi, o kadar... Bu arada gelen cankurtaran, cesedi almak istedi. İki görevli cansız yatan adamı sedyeye koymak için kımıldattı. Yukarı yükselen vücuttan madeni bir ses duyuldu. Onca kargaşa arasında yitip gitmesi gereken demir hışırtısı gasteci kızın kulağına, oradan da beynine ulaşmayı başardı. İçgüdüsüyle atıldı ve az önce kaldırıma sürtmüş, şimdi de kayışla bağlı olduğu sol omuzdan sarkan baltayı gördü. Çabuk davrandı hızlı düşündü âni karar verdi: Oydu!

 Ertesi gün “Hayvan Canavarı trafik Kazasında Öldü” haberi baş sayfada yer aldı; hem de haber müdürünün metresi olmadığı halde...

 

***

               

              Artık uzatmalı sevgilisi kimyacıyla evlenmiş gasteci kız, bir gece işten geç çıktı, eve varması da bir dizi aksilik yüzünden ayrıca gecikecekti. Araba da eşindeydi, o da bu akşam geç gelecekti. Kız yakın saydığı eve doğru yürümeyi seçti, bu saatte dolmuş falan çekemezdi. Yol üzeri çöp bidonları yanında eyleşen iki köpek gördü, önlem olarak uzak durmaya çalıştı. Artık enikonu depreşen temizlik kuruntusu yüzünden çekeceği vardı. Karşı kaldırıma geçmek istedi, olmadı. Nasılsa kesilmesi unutulmuş bir akasya ağacı gölgesine sığındı. Aksine aksi sokak lambası da yanmıyordu, bulunduğu yerde görünmez oldu “Hay aksi diyordu, işe bak”. Çok beklemeyecek gibiydi, hırlaşan iki hayvan uzaklaşmak üzereydi. Tam bu sırada yanlarında bir araba durdu, sürücü yerinden birisi indi, iner inmez elinde bitiveren baltayı da köpeklere indirmeye başladı. Her şey beş on saniyeye sığmıştı, hayvanlar bırak havlamayı gıkını bile çıkaramamıştı. Az önce iki köpek gebertmiş adam sakince, motoru hırlayan arabasına binip uzaklaştı. Bunlar olurken gasteci kız iki faltaşı göz eşliğinde yalnızca iki defa “Aman Allahım” diyebilmişti.

           Araba, adam, elindeki balta, öldürülen köpekler, arabanın kendi ve adamın kimliği... Gece plakayı okuması ve katilin yüzünü görmesini engellemişti ama durduğu yakınlık sesi tanımasına yetmişti. Yeni evli kimyacı balta sallarken hiç de gerekmemesine rağmen iki köpek için -sanki anlıyorlarmış gibi- hem de iki kere “Sırıt bakalım sırıt, gündüz insan gece hırt” demişti.

 

                                                                                                                       Osman Kibar 


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler