İlk Sloganı Masum Olanınız Atsın

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

  

Ya hep birlikte kardeşçe yaşamayı öğreneceğiz,

ya da beraber aptallar gibi öleceğiz.

Martin Luther King

 

 

Horozluk kariyerime erken öterek başladım.

Adı sohbet soyadı siyaset olan pek çok mevzuda peynir gemisi yürüttüm. Apolitiklik, nazarımda kıyamet alametiydi; oysa dünya kurtarılmayı bekliyordu! Gündemin kadrajına giren kravatlı her tırıvırı ilgimi çekerdi. Süngerin suyu emdiği gibi, kuytu detayları atlamaksızın ne varsa okudum... Siyasi tarih üzerine yaptığım malumatfuruşluk ihtisası, otuz sekiz sene önceki seçimin küsuratlı oy dağılımına bile mikrofon uzatıyordu. Her hıyarım diyene tuz yetiştiriyordum, neticede 'her şeyi bilecek kadar genç'tim[1].

Malumunuz, siyaset ata sporumuz, "n'oolacak bu memleketin hali?" hafakanlarına boğulmak ırsî bir hobi.

Ancak genlerimizin berisinde, siyasetin bu topraklarda endemik manaları var. 'Seyis'lik ile akrabadır[2]Hükmetmeye meyyal, kuvvete müştak, muktedirliğe namzet.

En basit misaliyle dekanlık makamı, angaryalar yükleyen idari bir vazifedir aslında; fakat Türkiye'de fetholunması gereken bir mevzi olarak itibar görür. Benzeri birçok ünvan, siyasetin gizli özneliği ile anılır.

Siyaset konuşmak da, siyaset yapmaktan hallice. Köşe olmuş yazarlardan şerbetli lakırdılar aparılır, tek dikişte hafızlanan sloganlar gıdaklanır; dinmeyen bir tenafür... Aynı anda bağırılır ve aynı anda susulur. Çizgili alnın gerisinde idrak çabası yoktur, müdafaa pozisyonunda bikbikleyen taraflar, diğeri konuşurken zihninde ezberini talim eder. Muhatap değil, muarız olduğu için dinlemeksizin cevabını kurgular. İki taraflı monolog; redifli ithamlar yarışması.

Her cenah, meseleleri kendi ehemmiyet sırasına göre tasnif eder: “olimpiyatları düzenlemeye talip olmadan, hükümet Ali İsmail’in, Ethem’in hesabını versin önce”; “ana muhalefet bize akıl vereceğine, kendi tek parti dönemi icraatlarını gözden geçirsin”; “şikeyle, dopingle uğraşılacağına, teröristbaşıyla yürütülen hıyanet projesi gündeme gelsin”; “Suriye’yle ilgilenileceğine, Kürt halkının otuz yıldır devam eden özgürlük savaşı dikkate alınsın”... vb.

Kısaca, “x varken, y konuşulacak konu mu?” sorusuyla özetlenebilecek yaklaşım, üzüm suyu içmek yerine, tarafların garsonu dövmeye kararlı olduğunu ihsas eder.

Yeterince turladık, artık mevzua bağdaş kurabiliriz:

Yaşayan her canlının üzerinde bulunduğu bir yer/koordinat vardır, Cemil Meriç’e göre tarafsızlık “yalanların en alçakçası”dır[3]Herkes yakın olduğu çevrenin mağduriyetini ön plana almaya mütemayildir. Ve muhalif görüşün yaşadığı haksızlıklara karşı çıkmak için ekseriyet hemen heveslenmez.

Peki neden fail ile münfail değişince hukuksuzluklara minare kılıfı dikilir? 28 Şubat’ta günaşırı ‘cop’  yiyen güruh, niye kendisine dokunmayan yılanın sağlığına duacı?

Niçin savunulan değerler ilkesel düzlemde değil, sujeyle mahdut olarak talep edilir? Günde beş vakit örgütlenme hakkını savunan sol tandanslı bir topluluk, okulundaki cemaat yapılanmasına izin(?) vermeyerek -sosyolojik manada- “cemaatçi” bir yaklaşım sergilemiyor mu?

Nasıl her polemiğin ucu, prizde unutulmuş politik bir önkabulle aynı meseleye bağlanır? Bir gazetecinin, cenazede bile şort giyilmesini eleştirmesiyle başlatılmış #direnşort etiketi aynı paranoyak tavra “den den” koymuyor mu?

Demek ki rerorero olan, siyaset mefhumunun temel çerçevesinden ziyade, algılanma biçimi ve magazinsel yönü. Yani siyasetin, kirliliği kendinden menkul niteliği değil; dünyayı pırıl pırıl yapmak isteyenlerin, kirli 'vileda'sı problem teşkil ediyor.

Diğer deyişle Türkiye’nin sorunu, hakikatin tekel bayisi* olunduğu vehmi. Hakikate hürmet değil, hakikati temsil iddiası[4].

Az bilgi, çok fikir ve de önce fikir, sonra bilgi.

Bu insanlar genellikle, her defasında haksızlığa uğradıklarını ve aslında her şeyin en iyisini hak ettiklerini düşünürler: Güneşin kendi fikriyatına dik açıyla geldiği sanrısı.

Tutulan takımdan, alınan cep telefonuna kadar yapılabilecek en iyi tercih onların kararıyla gerçekleşmiş, iradeleriyle kemale ermiştir. Giyilen kıyafet, kullanılan aksesuar ve elbette benimsenilen siyasi görüş, diğer ‘tırt’ muadilleriyle kıyaslanamaz kertede. O halde, nasıl olur da insanlar farklı düşünür? Nasıl oluyor da insanlar gerçeği göremez?

Bilhassa politik konularda sosyal medyadan çehrelere şaklatılan “gerçekler”, BÜYÜK HARFLİ CÜMLELERDE tecessüm eder.

Klavyeye abandıkça, kendisini ve başkalarını birey olarak değil; salt Alevi, Kürt veya sosyalist şeklinde tanımlamaya başlar.

Bilirsiniz; insanlar bir ırkı, dini yahut ideolojiyi, en kötü mensuplarına bakarak ele almaya meyyaldir. Nitekim sevgiye kıyasen nefretin, daha birleştirici/mıknatıslayıcı olduğu inkâr edilemez[5].

Bu nedenle de özne, kendi aidiyetinin altını çizmek için öteki kimliği karalamaya başlıyor.

Dolayısıyla muhalefet, “kurumsallaşmış hınç[6] olarak, ülkemizde safları sıklaştırmanın yegâne aracına dönüşüyor. Alternatif üretmek yerine, ‘anti’leşerek agresifleşmeyi yeğleyen muhalif tavır, her şeye biteviye karşı çıkmakla eşdeğer hale geliyor.

Oysa samimiyetle sormamız lazım: İstediklerimiz gerçek olsa, eleştirdiklerimizden bir farkımız kalır mı?

‘Öteki’nin yaptığı haksızlıklardan söz açmak, bizi haklı kılar mı?

 Başkasının kirli çamaşırlarını ortaya dökmek, bizi temize çıkarır mı?

 Firavun’a karşı olmak, bizi Musa’nın dostu yapar mı? [7]

*İnsan hakikati “avlamak” yerine ona tanık olmanın peşindeyse, eşya ile yatay (yüzeysel) değil, dikey (derin) ilişki kurmalı. Caddenin soltarafından ters istikamette görünen bir arabanın, sağ kenardan bakıldığında doğru yöne gittiği zannedilebilir; büyük resme yansıyan ise sadece köşelerinden atışan ‘yolcu’lar.


[1] Oscar Wilde, Aforizmalar

[2] Sevan Nişanyan, Çağdaş Türkçe’nin Etimolojik Sözlüğü

[3] Cemil Meriç, Jurnal

[4] Dücane Cündioğlu, Mimarlık ve Felsefe

[5] Eric Hoffer, Kesin İnançlılar

[6] Ahmet Turan Alkan, Üç Noktanın Söylediği

[7] İbrahim Paşalı, Öğle Uykusu

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler