İdeolojinin Gölgesinde Türk Müziği | Sedat Akel

İskele Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

İDEOLOJİNİN GÖLGESİNDE TÜRK MÜZİĞİ

Klasik Türk müziği denildiğinde çoğu insanın aklına genellikle koroyla icra edilen ve oldukça temposu düşük eserler gelir. Geçmişi ve oluşumu hakkında daha çok ipucu elde edebileceğimiz ismiyle Osmanlı müziği de denilen bu tür, getirilen güncel yorumlarla bu izlenimi değiştirmeye başladı. Ancak sevilen ve tarihi boyunca belli bir dinamiğe sahip olan Türk müziğinin kendini uzun yıllar boyunca güncelleştirememiş olmasının hikâyesi oldukça manidardır.

Türk müziği, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Batılılaşma hareketlerinden etkilenmişse de bu etki kısıtlama veya yasaklama getirme şeklinde değil, alternatifi olan Batı müziğinin desteklenmesi şeklinde olmuştu.

1920’li yıllarda Cumhuriyet’in ilanıyla beraber yeni bir kimlik oluşturma çabası kendini gösterdi. Yeni bir insan tipi tasarlanıyordu. Bu insan “çağdaş” kıyafetler içinde, “ilerici” ve “akılcı” düşüncelere sahip olmalıydı. Tabii ki bu insanın “irticai”, “ilkel” ve “Osmanlı’yı anımsatan” Klasik Türk müziği dinlemesi düşünülemezdi.

Bu mevzuda Ziya Gökalp’in düşünceleri kabul görüyordu:

“ … Şark musikisinin hem hasta hem de gayrı millî olduğunu gördük. Halk musiki harsımızın, garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikisi olduğu için ikisi de bize yabancı değildir. …”

Derhal bu bize “yabancı” müziğe bir şeyler yapmak lazımdı. Yapıldı da: Alaturka musiki yahut şark musikisi denilen geleneksel müziğe Klasik Türk musikisi denilerek milli bir anlam kazandırıldı. Makam isimlerinden sultanîyegâh da saray kokan bir ifade olduğu için “millî yegâh” olarak değiştirildi.

1926’da akademi işlevi gören Mevlevihanelerin ve Darülelhan (sonradan Belediye Konservatuarı) ‘daki Türk müziği bölümünün kapatılması büyük bir darbe oldu. 1936’dan itibaren kurulan konservatuarlardan da dışlanan Klasik Türk müziği eğitimi 1976’da İTÜ Türk müziği konservatuarı kurulana kadar yasak kalacaktı.

Batı müziği ise devlet eliyle desteklenerek yaygınlaştırılmaya çalışılmaktaydı. İstiklal Marşı’nın Ali Rıfat Çağatay tarafından acemaşiran makamında yapılan bestesi yerine Osman Zeki Üngör’ün Batı müziği formlarındaki bestesi kabul edildi. (1930) Okullarda ve halk evlerinde mandolin, keman, gitar gibi enstrümanlar tercih edilmişti. “Türk Beşleri” diye anılan besteciler Avrupa’ya gönderilerek müzik eğitimi aldılar ve 1930’lardan itibaren etkin oldular. “Çağdaş Türk Müziği” olarak anılan çalışmaları aslında Klasik Batı müziğinden başka bir şey değildi.

1935 yılının Ocak ayından itibaren ise İçişleri Bakanlığı’nın emriyle Türk musikisi yasaklandı. Radyoda alaturka müzik dinlemeye alışmış olan radyo sahiplerinin önemli bir kısmı ise geleneksel müziğe daha yakın olan Mısır radyosundaki Arap şarkılarını dinlemeye başladılar. Ancak yasak fazla uzun ömürlü olamadı.

Engelleme ve yasak koyulmasının başlıca gerekçeleri Alaturka müziğin teksesli, dolayısıyla da çağdışı ve Türk milletine yabancıolmasıydı. Yabancı olma konusu aslında Geleneksel müziğin bir Osmanlı sanatı olmasıydı. Osmanlı kültürüne ait diğer olgular gibi bu neticeye ulaşması kaçınılmazdı.

Teksesli ve dolayısıyla da çağdışı olma gerekçesi ise adeta modernleşmenin çarpık ruh halini yansıtan delillerden biri. Klasik Batı müziği gibi sürekliliği olan belirli bir gelenek oluşturabilmiş olan Klasik Türk müziği makamsal, motif ve usul zenginliği olan bir türdür.İmparatorluk coğrafyasında meydana gelmiş olması dolayısıyla birçok kültürden beslenmiştir. Doğu toplumunun özelliklerini yansıtır. Yani Batı müziği gibi tekniğin duygusal yoğunluğun önüne geçtiği bir yapıdan çok alabildiğine duyguyu temel almış bir müzik türüdür. Yani teksesliliğinin makamsal ve melodik esaslara dayanmış olmasından kaynaklandığı söylenebilir.

Yasaklı dönemde köylüleri “çağdaşlaştırmak” için Anadolu’ya opera götürülmeye karar verilir. Dört saat süren bir opera eseri, Sivas’ta, zorla getirtilmiş köylülere dinlettirilir. Daha sonra köyün muhtarından fikir almak için operayı nasıl bulduğu sorulur. Muhtarın cevabı malumun ilamıdır: “Sivas Sivas olalı Timur’dan beri böyle zulüm görmedi.”

 Sedat Akel

Paylaş

Yazar Hakkında

İskele Editörü

Online dergiler Online dergiler