Diktatörler Zamanı

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

DİKTATÖRLER ZAMANI

Nasıl, Emir Kusturica’nın Çingeneler Zamanı adlı bir filmi varsa, bazı ülkelerin de ‘diktatörler zamanı’ diye bir geçmişi -veya gerçeği- vardır. Herkesin olduğu gibi diktatörlerin de dolu ve boş olmak üzere iki zamanı bulunur. İki zamanlı basit motorlar gibi olmasa da onlar da ‘bir’ tür zaman ikizlemesi, ikili zaman, düalizm yaşayan canlı organizmadır. Târih bize diktatörlerin zamanlarının çoğunu dolu geçirdiğini söylüyor. Öyle ya, kötülük denen iş boşluk kaldırmaz! Hamurlarının ne kadar su kaldıracağını ise, yine zaman gösterecektir. Yâni, zaman diktatör için çok önemlidir. Ve kötülük, onlar için ara sıra yaptıkları bir fiil değil, bir dindir! Kötü olmak, kötülük yapmakla yetinmemiş, bizzat kötülüğü din eylemişlerdir. Bu dinin tanrısı kendileridir. Her diktatörün kalın ciltli ve dininin umdelerini vâz eden bir kitabı vardır. Gariptir ama, hemen hepsi tek bir kalın kitap telif etmekle yetinmiştir. Çok kitaplı diktatör yoktur; çünkü, kendileri ‘her dinin bir kitabı olur’ düsturundan haberlidir. Tek kitap tespiti, bizi yanıltmamalıdır; kendilerinin tek ama, kendileriyle ilgili sayısız kitap basılmıştır; basılmaktadır. Kitap telifi, ölümlerinden sonra da devam eder. Bunun da bir adet şartı vardır: Kendisine tapınma kurumlaşmış olmalıdır. Yoksa, bu işi zavallı gönüllüler sürdürmek zorunda kalacaktır. Bu tür kitapların hangisinin kaçıncı baskı olduğunu belirlemek, iktibas ve intihâl trafiğini tâkipten âciz kalınır. Resim, rölyef, büst, heykel işi ise, sektör bazında kurumlaşmıştır.

Çok azı dışında bütün diktatörlerin doğum günleri bellidir ve ‘iyi’ kutlanır. İstek ve ihtiyaca göre pek çok anma ve kutlama günü belirlenmiştir. Zafersiz, özellikle savaşsız (kahramanlıksız!) bir diktatör -tabiatı gereği- düşünülemeyeceği için, hepsi mutlaka savaşmış, târifsiz yiğitlik göstermiş ve zafere ulaşmış kişilerdir. Ama, çok mütevâzı olduklarından, zaferin kutlanma işini pek sevdikleri halka bırakırlar; hattâ bunu bedelsiz bir lütuf olarak sunarlar. Bu armağan, kutlamakla tükenmez bir hazinedir! Ama hazinenin bulunduğu yer -masallardakini andıran- namlu, palet ve postal görünümlü türlü canavarla çevrilidir. Elbette, her şey tören ve halkın güvenliği adınadır!

Diktatörlerin boş durmadığı zamanları pek dolu geçer. Herkes tarafından ve mecbûren ezbere bilinen, zaferlerle dolu bir hayat hikâyeleri vardır. Orta boy kaleyi andıran bir köşkte otururlar. Viski, votka, tekila veya rakıdan sızılmış, sabah geç kalkılmış olur. Yatak arkadaşının mahmûr uykusu sürerken, o kalkar tıraşını olur veya yaptırır. Birkaç kapı ötede susta duran adanmış, sâdık bendeler (scuritita) kuşsütü eksiksiz sofraya buyurmasını beklemede... Yakın korumalar ya aşîretten ya da ideolojik kaynaktan gelen seçme kâtillerdir. Standart sabah makyajından sonra, sıradaki en önemli figür ‘ayna’dır. Üniformasını giydiren uşağın çıkışıyla, her sabah yaptığı gibi aynaya yönelir ve kendisine bakar. Bak bak; bitmez... Yaşına göre hâlâ yakışıklıdır; becerikli terziler göbeğini gizleyen iyi dikiş çıkarmıştır. Aynada kendinden çok ‘güç’ü seyreder. Bir ân için tanrılığından emin olur; içi de narsist dürtüyle ‘bi hoş’ olur. Yeterli bulduğunda aynadan ayrılır; günlük biat ve perestijleri kabûle hazırdır; çıkar. Güneş onunla doğmuştur; kendisi bizzat güneştir. Bütün gün sunulan saygıları -lütfen- kabul buyurur. Gündemde ‘balkon’ varsa, o gün daha önemli geçecektir. Sık olmayan aralıklarla balkonda görünmeyi sever. Özgürlük meydanında toplanmış sevgili halkı -ülke nüfusuna göre on bin, yüz bin kişi olarak- bilinen sloganlarla onu yüceltecektir. Balkon, bir lütuftur. Madalyaları -ki, hepsi kendine yine kendisi tarafından verilmiştir- apoletleri, çizme veya rugan patileri pırıl pırıldır. Her cümlesi vecîze kabîlinden atılan nutuklar ve alkış... Hiç durmayan, gittikçe yoğunlaşan alkışlar... Türlü tatminle geçen sıradan gün sona erdiğinde, verilen gerdan parti ve akşam sofrası kendisinin seçkin eylediği dâvetlilerle donanmış olarak onu bekler; öğlen yemeği önemli değildir! Coğrafya ya da damak zevkine göre sâbitleşmiş viski, votka, tekila ve rakı; dahi bitmeyen ama bıkkınlık da getirmeyen perestij, ululama, tapınma...

En iyi zaman dolu geçendir; boş olanı ise, tam bir işkence! Bu formül halka göre düşünüldüğünde, ters orantı denen bir cilveye dönüşür ve ‘iyi’ addedilir. Diktatörün boş zamanı, işkence yapmadığı zaman dilimine tekâbül eder. Evlenme, doğum, yıldönümü vb. gibi istisnâlar, halka -bir nebzecik de olsa- soluk alma fırsatı sunar.

Diktatörlerin boş zamanına geçmeden önce, dolu zamanlarında işledikleri belli işlere bir daha bakalım: Muhâlifleri susturma ve imhâ; yola gelmekte direnen câhil halkı ehlileştirme; bol bol yasa çıkarma ve yönetmelik yayınlama; normal enflasyon yanında at başı giden tören ve kutlama enflasyonu; bol sıfırlı, çok renkli ‘kağıt’ paralar; sık sık iç ve dış düşmanlardan bahsetme; istikrarsızlaştırma; her fırsatta ülkenin istikrâra ihtiyacı olduğunu hatırlatma; birlik ve beraberliğin erdemini dile getirme... Korku, endîşe, panik, şüphe, tedirginlik, tâkip, fişleme, güvenlik soruşturması; istihbârât... Hapisâne, dârağaçları, gözaltılar, tuhaf kazâlar, tesâdüfler, kaybolmalar, fâil-i mechûller... Kimliği belirsiz hedefler; iç, dış ve görünmez düşmanlar; sûikast beklentisi... Korumalar, zırhlı arabalar... (En önemli mesele şahsî güvenliktir). İsviçre bankalarına aktarılan milyon dolarlar... Sistemli fakirleştirme, sistemli câhilleştirme ve sistemli baskı... Mutlaka rakipleri vardır; rakipsiz, muhâlifsiz yaşayamazlar. Rakip, bazen bir kişi veya grup, kimi zaman da bütün halktır. Bu tablo tam bir korku imparatorluğu manzarasıdır.

‘Diktatörler boş zamanlarında ne yapar’ sorusu  târihî, sosyal ve teknolojik değeri olan bir merak sonucu üretilmiştir. Cevabı ise -şaşılacak ölçüde- şaşırtıcıdır: Evet, aklı başında diktatörler boş zamanlarında ‘teknoloji’ üretir!

Standart diktatör tanımına uymakla mâruf Hitler, Stalin, Mussolini, Franco ve Solazar boş zamanlarında -gerçekten- sosyal ve teknolojik yeniliğin de öncü motoru olmuştur. Gariptir, onlar zamanlarına göre ileri olan bu standardı mazlum halkla paylaşmıştır. Stalin, köyden köye gidişi bile pasaporta bağlayan, dahi kırk milyon mazlumun kanına giren –ki, otuz milyonu Müslümandır- hatırı sayılır bir diktatör olmasına rağmen, zulmettiği halka akıllara ziyan lütuflarda bulunmuştur. Uçak inebilecek genişlikte caddeler, kamyon geçecek ölçüde kanalizasyon sistemi; otoyollar, metro, havayolu trafiği, uzay teknolojisi; bedava elektrik, su, havagazı, iletişim vs. Hitler’in seçkin gıda politikası, her âileye bir araba, yüzyıl sonra bile hizmet veren altyapı; iş ve üretim imkanlarının sınırını zorlayıcı sanâyileşme faaliyetleri de kayda değer... İçlerinden Franco, haylazlığıyla eksi puan toplarken, Solazar’ın ‘3F’formülü diktatörler terminolojisinde seçkin bir yer edinmiştir.

Çizgi üstü diktatör örneği için yukarıda anılanlar yeterlidir. Ya çizgi altında kalanlar; boş zamanlarında kölelere bir şey vermeyenler; sadece işkence ve balkon bülbülü, nutuk canbazı olma seviyesini aşamayanlar? Onlar, mevcut diktatör geleneği için tam bir yüzkarasıdır. Bol bol rakı sofrası kurmuş, çaldıklarını istiflemiş, yurt içi geziye çıkmış (Yurt dışına pek çıkamazlar. Çünkü, koltuklarını rakip diktatör adayına kaptırma riski vardır), elişi sergisi türünden açılışlara katılmış; kimisi de yetmişinden sonra ressamlığa, karpuz ve hıyar yetiştiriciliğine özenmiştir.

TC diktatör geleneği yönünden şanssız ve dahi bahtsız bir ülke olarak literatüre geçmiş bulunuyor. Gardrop, şapka, takke, şalvar, çorap, başörtüsü; saç, sakal, bıyık, perçem seviyesinde ortaya koyduğu düşük performansla, sıralamaya alınmayı bile hak etmiyor (Bu yönüyle, belki uluslararası terzi ve berberler dayanışma derneğinin ilgisini çekebilir). TC’nin daha işin başında diskalifiye olmak gibi bir tâlihsizliği yaşaması içler acısıdır. Ama mûtad zulüm, dinsizlik dayatması ve cana kıyma yönünden değerlendirildiğinde, emsallerini bile hayrette bırakacak bir standartın da biricik örneğidir.

Ve metin Erksan’ın Sevmek Zamanı, kısa Yeşilçam tarihinin en iyi filmi olmayı  sürdürüyor. Biz de -3o misâl- usanmadan sevgi çağ(lar)ını özlüyoruz.

Hep söylüyoruz; bizim yerli diktatörler boş zamanlarını -ne yazık- boşa geçirmiştir. Onlarca kara yıl yaşamamızın kara bahtlı oluşumuzla olan ilgisi de yeniden incelenmelidir. Evet, boş zamanlarda sadece rakı içmekle işler yürümüyor; votka veya tekila denenmeli!

 

Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler