Aynadaki İhtiyar

Ömer Çiftçi tarafından yazıldı. Aktif .

Kırk yaş, gençliğin tükendiği, her şeyin tazeliğini yitirmeye, kokuşmaya başladığı ve kaybettiklerini hayatın geri kalanında bulma umudunun bittiği, kabullenilemez olanların da mecbur kabullenilmeye başlanıldığı yaştır ve her kabulleniş mutsuzluklarla birlikte, kurtuluşu olmayan çaresizlikleri de beraberinde getirir. 

O da, kırk yaşına iki ay önce girmişti ve geçen kırk yılda hiçbir şey değişmemişti hayatında; halen geceleri, karanlığın da ötesinde yokluktu; ışık girse dahi tutunacak bir yer bulamaz, kaybolurdu gecenin yokluğunda.

Hayatın kısa olduğunu düşünürdü, daha yirmi yaşında bile hüzünle; ”Bir yirmi yıl daha gitti, geriye ne kaldı?” diyebilecek kadar kısaydı hayat onun için; yaşıtları ise o zamanlar sonsuza değin yaşayacakmış gibi yaşıyor, kocaman hayaller kuruyorlardı.

Bir gün annesinden sonra hayatındaki tek kadına, komşusu handan hanıma arkadaşları hakkında şöyle demişti: 

” Sanki kısacık ömürlerinde birden fazla hayat yaşayabileceklermiş gibi başka, başka hayatları düşlüyorlar.”

Arkadaşlarıyla bu yüzden içten içe alay ederdi, arkadaşları da buna karşın kendisinin bu heyecansız hallerine acıdığını düşünürdü.

Kırk yaşında nerdeyse yirmisinde olduğu gibi çok yakışıklıydı, böyle yakışıklı bir insanın bu zamana kadar normalde sevgilileri olur, aşklar yaşar ve etrafındaki insanlar tarafından sevilirdi; ama aşka inanmıyordu, gerçeklikten koparılıp idealize olunmuş dünyada, insanların söylemiş olduğu en büyük yalan olarak görüyordu aşkı, ”insan en çok kendisini sever” diyordu.

Etrafı tarafından sevilmekte umurunda olmadı hayatı boyunca. Kısacık hayatında, kendisini diğer insanlara sevdirmek için yalanlar söyleyerek, kendi hayatını da bir yalana çevirmek istemiyordu. Bu düşünceler onun etrafını cam bir fanus gibi sararak yalnızlaştırıyordu hayatını.

Yalnızlığı için ”Yalnızım çünkü yalnız olduğumu söyleyebileceğim kimse yok” diyordu; ama yalnızlıktan kaçmıyordu. Yalnızlıktan korkup ömürlük birliktelik kuran çiftleri ise küçük görürdü.

Kendisini ve hayatını sınırlamazdı; hayatına ne zaman bir tanrıça girse ona tüm benliğini vererek tapabilmeliydi; bir hayat kadınını da, kendinden yirmi yaş büyük kadınları da sevebilmeliydi; buna kimse engel olamazdı.

Kırk yaşına kadar da kimse engel olamamıştı; ama artık engeller vardı; göremediği, aşılmaz engeller ve bu engeli başkası koymuyordu, hayatını başkası sınırlamıyordu, kendi korkularıydı bunların tüm sebebi. Daha önce yaşamadığı yaşlanma korkusu sarıp sarmalamıştım tüm hayatını. Ölümden değildi korkusu, yaşlanarak öleceğini hiç düşünmemişti.

Şimdi aynanın karşısına geçmiş düşünüyordu, yalnızdı. Aynada kendisini incelemeye başladı; teni tazeliğini yitirmiş, göz kenarları kırışmış, gözlerindeki o eski ışık kaybolmuştu, en çok da belirginleşmeye başlamış gıdığını sevmiyordu. Diğer tüm yaşlılık belirtilerini kendisine yakıştırabiliyordu belki; ama gıdığını bir türlü yakıştıramıyordu. Uzun uzun ve nefret dolu bakışlarla bakıyordu gıdığına ”Sen beni yaşlandırdın” dedi. Sanki onu yaşlandıran cevabını bulamadığı sorularla tam kırk yıl yaşamak değilmiş gibi.

Aynaya uzun, uzun bakmaya devam etti; saçlarını ovalıyor, ellerini yanaklarına koyuyor, başını eğiyordu, sanki yaşamı o an düğümlenmişti ve bu düğümden o anda çıkamazsa hiçbir zaman çıkamayacakmış gibi derin, derin düşünüyordu.

Sonra aynaya döndürdü bakışlarını, kaşlarını kaldırarak umarsız bir ifadeyle:

”Ben yaşlanmam. İnsan, hayattan bir beklentisi kalmadığı zaman yaşlanır. Ama benim beklentilerim bitmez ki, benim açlığım doyurulamaz.”

Sonra durdu, kederli kederli nefesini çekti, başını eğdi ; ”Ben yaşlandım, hem de çok oldu ben yaşlanalı. Hayatı küçük görmeye ve anlamsız bulmaya başladığın vakit yaşlanmışsındır, ben ihtiyarın tekiydim ve şimdi de öyleyim.

Derin bir nefes daha çekti, düşünmeye başladı, bir yerlerde hala genç olan hiç yaşlanmayacak bir yanı olduğunu hissediyordu.

Aynadaki ihtiyarı inandırmaya çalışır gibi; ”Ama ben yaşlanamam ki, benim hayattan beklentilerim hiç bitmeyecek, biliyorum ”.

Sinirden titremeye başladı bir sonuca varamıyordu.

Sonra birden gözleri büyüdü, halen aynaya bakıyordu, yavaşça derinden gelen bir sesle;” Ben yaşlanmayan, bir yaşlıyım, ben yaşlanmayan bir yaşlıyım...”diye tekrarladı.

Öfkeleniyordu, kendisi inanıyordu ama aynadaki ihtiyarı inandıramıyordu dediklerine sonra aynadaki ihtiyara bakarak her şeye karşı; hayatında olup bitmiş ve olacak ne varsa hepsine karşı nefret duymaya başladı.

Duyduğu nefret ayakların ucandan başlayarak göğsüne kadar dalgalanarak geliyor göğsünü sıkıştırıyordu ve nefes alırken hırıltılar duyulmaya başlamıştı. Kendisini zorlayarak, ” Öyleyse yaşadıklarımın ve yaşayacaklarımın da benim için bir önemi yok” dedi.

Eli çekmecedeki silaha gitti, nefesindeki hırıltılar gitgide artıyordu. Kolunu uzattı elinde demirin soğukluğu hissetti gözlerini kapadı, odada sadece insanı ürperten hırıltıları duyuluyordu, tüm vücudu titremeye başladı ve silahı ateşledi.

Silah tüm gürültüsüyle patladıktan sonra hırıltılar kesilmiş odada ses duyulmuyordu, huzur veren bir sessizlik kapladı odayı, açık pencereden yağmurlar temizlenmiş caddelerin, ıslanmış toprağın kokusu yayıldı odaya.

Aynadaki ihtiyar ölmüştü.

Kırık ayna parçaları üzerinden, çıtırta çıtırta yürüyerek pencerenin kenarına geldi sigarasını içmek için, temiz havayı soludu ve bu sefer hastalıklı bir gülüşle; ”Yaşlanamayan bir yaşlıyım” dedi.                                                                                              

Yazar Hakkında

Ömer Çiftçi

Online dergiler Online dergiler