Hukukçuları Neden Öldürmeliyiz?

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

Meseleye bağdaş kurmadan karınları içeri çekelim: Hukukçu denilince akla, janti giyinen, fasih konuşan, boyu kadar kitap yutmuş bir hanzade gelir. Sahip olduğu nosyonla düğümleri çözüverir; her eve lazım. Acil numaralar listesindedir: "Better Call Saul"[1]. Ne kuş ne uçak... Adeta Süpermen!

Şimdi kemerleri gevşetebiliriz. 

Günümüz insanı eve iş getirmeyi pek sevmez, bilirsiniz. Düşünce ve eylemi arasında mesafe vardır. İmamın yaptığı değil, dediği örnek alınır. Fikir ile zikir genellikle çatışır. Sözgelimi Kant, ahlâk felsefesi üzerine peynir gemisi yürüttüğü için bizatihi ahlâklı addolunamaz. Diğer bir ifadeyle mesai harcanan hususun soyut içeriği, öznede karakteristik özellik arz etmez. Yaşam şablonlara ayrılmıştır. Düzinelerce misalde olduğu üzere, tutarsızlık normalleşir. Olgularla yatay münasebet kurulur. Eşya ile ilişki yüzeysel kalır. Kadim dönemin aksine dünya algısı bütüncül değil, bölmelidir[2]. Bakış açısı parçalandığı için, modern insan her bir rolü kendi indinde tanımlar. Gündelik düzenine ilişkin tali unsurları, muayyen vasıflara inhisar eder. Yani hayat şartlarını ilgilendiren birçok pratiği, belirli branşlara ihale eder. Evini müteahhide yaptırır, musluk için tamirci çağırır. Reçeli kendisi yapmaz, marketten alır.

Ve evet, hukukî bir uyuşmazlıkta da avukatına danışır. 

Çok doğal, öyle değil mi?

Değil. Mevzu müvekkilin cüzdanını hafifletmesinden ziyade, hukuk ile irtibatında düğümleniyor. Zira bireyin hukuk ile etkileşimi azaldıkça, adalet duygusu zayıflıyor.

Diğer disiplinlerin berisinde hukuk, sadece uzmanının icra edebileceği bir meslek hâline geldikçe, kolektif iradeden uzaklaşır. Netice itibariyle hukuk adamı 'spesifik' bilgisiyle cemiyetten ayrılırken; hak ve hukukuna bigane kalan toplum, adaletsiz edimlere karşı duyarsızlaşır.

Bir tecavüz vak'asını düşünün. Hukukun özümsendiği ["internal point of view"][3] toplum tahayyülünde, bireyler sağlıklı tepkiler verecek ve yasal mekanizma da mâ'şeri vicdana uygun bir sonuç bağlayacaktır. Nitekim hukukçu ile toplumun perspektifi bütünlük arz ettiği ölçüde -görece- isabetli kararlar verilecektir.

Oysa bugünü ele aldığımızda kanunlara yabancı, adalet fikrini içselleştirememiş bir yurttaş tablosu karşımıza çıkıyor. Âdil olmayan pek çok hükme rağmen, uyanan infial epey cılız kalıyor. Hukuka karşı alakasızlık, insanları umarsızlığa ve dolayısıyla sorumsuz davranmaya itiyor.

Yaraya tuzlukla koşmaya devam edelim. En başta söz edildiği gibi nispeten olumlu bir hukukçu intibaı bulunsa da, "hukuk" mefhumunun zihinde uyandırdığı imge neden 'sıkıcı' sıfatlarla tasvir ediliyor? İlgisizliği ne körüklüyor?

Pirincin içindeki ilk taş: Dil. 

Her ilmin kendine has bir ıstılahı vardır; nitekim yoğun manayı karşılamak üzere terimlere başvurulması olağandır. Bununla beraber mevzuata hâkim dilin göz pınarları kurutan yanı, Osmanlıca menşeli terminolojik ifadeler değil. Kestirmeden evvel okumaya uygun ilk derece mahkemesi kararlarında da görüleceği gibi, gri ve betonarme bir üsluptan bahsediyorum.

Vatandaşlar, Türkçe yetmezliğinden ölecek tafsilatlı cümlelerle baş edemiyor, etmek istemiyor. Böylece geçmişte kadı karşısında ahvalini dolaysız dile getiren insanlar, artık hukukla iştigal eden kimselerin vekilliğine gereksinim duyuyor. Sonuç itibariyle teknik dil, özümsemeyi de engelliyor.

Kâğıdın oduna en yakın hâlini ifade eden söz konusu metinler, muğlâk ve etrafından dolaşılmaya müsait bir görünüm arz ediyor. Yazımı sorunlu kanun maddeleri ise, afakî olduğu kertede gelişigüzel yorumlara açık durumda. Keza havarilerden birinin verdiği sufle üzere, "yasalar da insanlar gibidir; yeterince işkence ederseniz istediğinizi söyletirsiniz". 

Belirtilen vaziyet bizi bir diğer başlığa götürüyor: Kanun yazımı ve 'yazılı kanun' kavramı.

Bilindiği şekliyle hukuk, bir eylemin sonunda hesap sorar. Ahlâk ise hesap sormayı başa alır. Bu itibarla somutluğu, yani mekanizmayı ifade eden hukuk, topluma şamil ahlâkî ilkelere uyumu nispetinde makbûldür. Diğer deyişle, yazısız kurallara paralel olmayan mevzuat hükümleri kadük kalmaya mahkûmdur.


Günümüzde yasal uygulama ile vicdanî tutum arasında zuhur eden ikilem göze çarpıyor. Adalete aykırı her karar, güveni de zedeliyor. Temyiz, davalı ile davacıların müşterek hobisi. Tümdengelim metoduyla kodifiye edilen normlar, elbette ki toplumsal değer yargılarına intibaksızlık gösterecektir[4]. Nitekim bu bağlamda resepsiyon/iktibas yönteminin de uzun uzadıya sorgulanması gerekir[5]. Ortaya çıkan şizofreni, vatandaşları riyakâr davranmaya itmektedir. Yozlaşma merkezde baş gösterir; torpil için Ankara'ya, 'akraba' ziyaretine gidilir. Nihayetinde hukuksuzluk normalleşir. Yasal boşluk avlamak üzere avukatlar aranır. Ve hukukun üstünlüğü lakırdısı, "altta kalanın canı çıksın" olarak anılmaya başlar. Sahip çıkılacak bir hukuk düzeni kalmadığında ise kamuoyunda mündemiç bir hakkaniyet duygusundan söz edilemez.

Lafı geçmişken biraz da 'kanunkoyucu'yu çuvaldızlayalım.

Üst paragraflarda karalanmış olan tespitler, aslında sebepten ziyade sonucu ifade ediyor. Öyleyse soru(n) farklı: Muktedir niçin teamüllere ve içtimaî önkabullere sağır bir eğilimle yasama faaliyetinde bulunur? Beri tarafta fıkıh neden Mecelle başlığında sistematize edilmiş, sonrasında Medeni Kanun hangi sebeple İsviçre'den fotokopi çektirilmiştir?

Hukukun, modernleştikçe müdahaleci olduğu söylenir[6]. Otorite bireye yüklediği ödevleri giderek artırır. Deontolojik bir yaklaşımla kurallar vaz'eder. Yazılılık unsuru, iradenin değişmezlik iddiasına matuftur; nitekim her kanun yazımında pozitif metnin ideal olduğu varsayımıyla hareket edilir. 

Ancak tüm bunların ötesinde, hukuka işlevsellik yüklendiği dikkat çekmektedir. Başka bir deyişle, "dönüştürücü etki". Topluma, değiştirilemeyecek normlar kümesi şeklinde bir 'konsensüs' empoze edilir: Üstün akıl vehmi. Keza devlet, bu normlar etrafında kurumsallaşır; altı oku hatırlayın. Sahip olunan aşkıncı ["transandantal"] anlayış gereğince, halkın eğitilmesi esastır[7]. Aşkın devlet yönelimi, kendi 'doğru'larını kanunkoyucu vasfıyla dikte eder.

İşte burada karşımıza paternal devlet olgusu çıkıyor. Söz konusu jakoben yaklaşım, ülkemizde ailevî ünsiyetlerle kendisini meşrulaştırır[8]. Devlet, 'baba' addedilir; izinden sapılmayacak 'ata' figürü inşa edilir; memleketin ekmeğini yeme edebiyatı yapılır. Birey karşısında devleti önceleyen "aşkıncı" temayül, hukuku da bu bağlamda araçsallaştırır.

Peki hukuka bakan veçhesiyle bu düzen, sürekliliğini nasıl sağlar? Pozisyonunu hangi yollarla konsolide eder? Eğitim? Medya? Siyaset? Walt Disney?

Diğer başlıkları ikinci bahara bırakıp, iğneyi kendimize batıralım: Günah keçimiz yine hukukçular.

"Hukukçu denilince akla, janti giyinen, fasih konuşan, boyu kadar kitap yutmuş bir hanzade gelir," demiştik; "ne kuş ne uçak, adeta Süpermen!". İroniyle dedikodusunu yaptığımız kimseler, tüm hukuk camiasını teşkil etmiyor. Mevzuatı tek dikişte hıfzeden ve zahiren başarı elde eden 'hukukçu'lardan söz ediyorum. 

Bireyin karşısında devleti korumaya mütemayil bu kanun adamları, normatif uzman kimliğiyle toplumu okumaya çalışır[9]. Sıkıntı burada başlar. Sözgelimi, 'sünnet' geleneği, Ceza Hukuku kitaplarında "kasten yaralama suçu" kabul edilir[10]. Mesleğe ilişkin teraküm/yığılım, yaşamı idamenin aracıdır; ancak hayatın merkezine mevzilenen müfredat bilgisi, insanı diğer kutsal olgulara karşı kör etmektedir. 

Önceki satırlarda bahsedilen bölmeli dünya algısı (ikili mantık) hukuken de tutarsız hükümlere varılmasını intac eder. Aidiyetlerini portmantoya bırakıp, titriyle koltuk kabartan 'hukukçu', bir emir eri olarak verili kimliğinin gereğini yapar. Bu cihetle paternal devlet, kendisine kutsiyet atfeden ve değişime kapalı hâkim ve savcılar yetiştirir.

Nitekim günümüz hukuk eğitim sisteminde, felsefî altyapıyı oluşturmaksızın hafızlamaya meyyal öğrenciler, 'yüce kanunkoyucu' algısının inşasına hizmet eder. Paradoksal biçimde insan, anlamadığı şeylerden daha fazla emin olur[11]. Ve sorgulamadan ezberlenen kanun hükümleri, geleceğin hukukçularını icramatiklere dönüştürür.

Manipülatif bir ifadeyle, resmi gazete harici bir yayın takip etmeyen hukukçular, sosyolojik arkaplanı (ve benzer faktörleri) hesaba katmadan, çözümü pozitif metinlerde arayacaktır. Kanun maddelerinin adalet idealine bigâne biçimde yazılması ve yorumlanması ise zikredilen sakıncaları doğuracaktır.

*

Sonuç olarak hukuk, mevcut içeriği sebebiyle toplum tarafından içselleştirilemedikçe, insanî/fıtrî ölçüden uzaklaşacaktır. Pozitivist mantığa göre kurgulandıkça, felsefî bilgiden yoksun kalacaktır. Devletin tepeden inmeci edimlerine minare kılıfı diktikçe, "güçlülerin delip geçtiği, zayıfların takılı kaldığı bir örümcek ağı"[12] hâline gelecektir.

 

[1] Breaking Bad isimli dizi filmde geçen, “Avukatını Ara” manasına gelen motto.

[2] Turgut Cansever, Şehir ve Mimari, s.11

[3] Raymand Wacks, Hukuk Felsefesine Kısa Bir Giriş, s.26; ilgili kavram için bkz. H.L.A Hart.

[4] Rasim Özdenören, Kafa Karıştıran Kelimeler, s.145

[5] Ayrıntılı bilgi için bkz. Gülnihal Bozkurt, Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi

[6] Söz konusu değerlendirmenin yanı sıra, yazıda yer verilen birçok tespit Halit Uyanık hocamın kitap tahlil toplantılarında not edilmiştir.

[7] Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, s.27

[8] Hilal Kaplan, Türkiye’nin ‘Ölmeyen’ Babası, s.122

[9] Mahmut Koca, “Hukuk Eğitimi Nasıl Olmalıdır”, Çevrimiçi: http://bavder.com.tr/?p=makaleOku&id=112

[10] Ayşe Nuhoğlu, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, s.218

[11] Eric Hoffer, Kesin İnançlılar, s.92

[12] Aforizmanın Balzac’a ait olduğu iddia ediliyor.

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler