Şehir Özel Dosyası | Mustafa Taşkın

Şehir Özel Dosyası tarafından yazıldı. Aktif .

 

Günümüzde modern binalardan müteşekkil şehirlerde yaşıyoruz.Modern kelimesi Latincedeki ‘’modo’’dan türemiş, yani ''şimdi''. Şimdiye (yaşanılan ana) hitap eden ihtiyaçlar sonucu tasarlanmış yapılar. Uzun vadeli düşünülmeden, temel barınma ihtiyacını karşılamakla yetinen, estetikten yoksun yuva yığınları.Başını sokabileceği nispeten işlevsel bir bina bulabilen insanın aklına komşuluk haklarını gözetmek niyeyse pek gelmiyor.Bahsettiğim komşuluk hakkı pişen yemekten götürülen bir tabak değil, onu kaybedeli uzun zaman oldu.Komşunun göz hakkından, onun estetik zevkinden bahsetmeye çalışıyorum.Kapısından çıktığı zaman tekdüze, soluk renkli, asimetrik pencereli, cesametinden zarafetin bile ürktüğü binalarla karşılaşan insan haliyle asık suratlı oluyor ve bunu tüm yaşantısına yansıtıyor.Şehirde Tefekkür Mümkün Mü? İçlerindeki aile bağlarının da tıpkı kendileri gibi alt üst olduğu yapılardan oluşan apartmanlarda ikamet eden günümüz insanı etrafını kaplayan yoğun beton tabakasından kainat kitabını okuyamaz hale geldi. Ne bir ağaç ne de bir toprak görebilmek mümkün, öyle ki artık yağmur sonrası toprak değil; asfalt kokusu solur olduk.

Devasa rezidanslara bakarak tefekkür edebilen var mı bilemem ama asık suratlı o yapılar bana hiçte Allah'ı hatırlatmıyor. Hadi bunu geçtim, Allah'ı hatırlatacak güzelliklerin üzerini de maalesef betonla kapatıyorlar.Dört bir yanı metalarla çevrilmiş insan maneviyattan da doğadan uzaklaştığı gibi uzaklaşıyor.Hayatını elle tutup, gözle görebildiği eşyalardan ibaret sanmaya başlıyor.Hal böyle olunca da insan gittikçe doğasından, özünden uzaklaşmaya başlıyor.Etrafımızı kaplayan yapaylık ruhumuza da sirayet ediyor.Artık sosyal ilişkilerimizde, duygularımızda, davranışlarımızda yaşadığımız ortamın kokusu üstümüze sinmeye başlıyor.

Mustafa Taşkın

Şehir Özel Dosyası | Mihrican Can

Şehir Özel Dosyası tarafından yazıldı. Aktif .

 

Çırpını çırpını giden atlardan indik

Girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına

İsmet Özel

 Tarihsel bir silsile içinde süregiden mevzuların varacağı nokta bellidir; derin bir iç çekişle ‘Ahh bir zamanlar…’ özlemi. Söylemeden geçemeyeceğimiz bu tabirin devri daim baştacı olacağı aşikâr. Ancak Cündioğlu’nun da deyimi ile kafamızı ve gövdemizi bitiştirmek zorunda oluşumuzun ikircikli acımasızlığı bizleri zaman ve mekân mefhumlarını anlamlandırmaya zorluyor. Esasında bizlere tevarüs edilenleri yokuş aşağı sürmesek işimiz pek zor olmayacak. Zengin bir kültürün mirasçıları olarak her iz bizleri başka bir medeniyetin eşiğine bırakıverecek. Misalen, mutad meskenimizin tarihini kurcalar isek kaşımıza üç bin yıllık bir geçmişle çıkıverecek tabi gösterge olarak temaşa edeceğimiz tanıklar listesinin üstü çizilmese.

Dersaadetin gerçek ev sahipleri bilir ki geçmişin yankıları zaman geçtikçe cılızlaşmakta ve uzaktan uzağa, bizlere seslenmeye çalışan bu şehrin veçhesi gün geçtikçe solmaktadır. Bu halin nedenini sorgulamak için önce aynayı kendi ruhumuza ve bedenimize tutmamız gerekecek. Zira her şehir insan prototipinin panoramasıdır ve doğal olarak her bina, cadde, meydanvs. onunpsişik durumunun yansımasını taşıyıverir günümüze. Özellikle son yüzyılda insanoğlunun gelgitleri öyle çok artmıştır ki şehri kendi eli ile tarumar edip nevroz geçiren insanın yaptığı gibi eline aldığını bilinçsizce, kaygısızca ve amaçsızca şekillendirip yozlaştırmış ve tektipleştirmiştir. Yoksa hangi aklıselimin aklına gelir göğü delmek, denizleri karartmak ve çiçekleri soldurmak. Maalesef ki akli olan ile doğal olanın mücadelesinde gittikçe fıtri olandan uzaklaşılmakta ve bizlere emredileni es geçmekteyiz. Haliyle göğe, aya ve güneşe bakmaktan imtina ederek tahayyüllerimizi dumanlı hava sahasına çark ettirmekteyiz. Oysa bu kadar huzursuzluğa ve gürültüye gerek yoktu. Sükûnetle hareketlilik de sağlanabilirdi. Zira eskilerin yaptığı bu idi. Dersaadet’te tevazu ile zarafetini korumaya çalışan eserler mevcut, ancak muhkem duruşlarını sergileyecek mecalleri kalmadı, zira büyüklükleri mukallitlerin meydan okumak için diktikleri yığınlar arasında görülmeyecek denli küçük kaldı. Görünmek isteyen görmenin derdine düşmeyeceğinden her an yıkılmanın eşiğinde olsalar da keskin bakışları, katları saymakla meşgul olanlar için bu mesele epey uzakta bir yerlerde de durmakta.

Bir zamanlar komşusunun evi ile uyumlu olsun diye evinin dış rengini değiştirmekten söz edenler vardı, onlara kulak kabartarak estetik kaygıyı heybemize yerleştirmemiz gerekiyor. Ya da evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpmeye giden şairin peşine takılmamız. Hoyratça esen rüzgâra yıllarca direnmiş ulu çınarın altında gölgelenirken hatırımızda kalsın bir vakitler yaptığımız vedia akdi. Korku, ümitsizlik salarak değil huzura kucak açarak yontulmuş mimari eserler, asudeliği ile durur iken onlara selam vermeyi vefa borcu olarak bilmeli.

Mihrican Can

Şehir Özel Dosyası | Esra Baralı

Esra Baralı tarafından yazıldı. Aktif .

 

Medeniyyet, yani sözlük anlamıyla medenîlik, şehirlilik. Bir şehre aidiyet hissedebilmek için, o şehrin ruhuna vâkıf olmak lazım ki bu da şehre insanî ve mimârî yönüyle bakmayı gerektiriyor. “Bizim bakacak ne’miz kaldı?” deme işi maalesef bizim neslin bahtına düştü. Baudlaire bir şiirinde “ Eski Paris yok artık, ne yazık bir şehrin şekli, bir fâninin kalbinden daha çabuk değişiyor.”diyor. İnsan doğduğu, yaşadığı şehrin otuz kırk yıl sonraki hâlini, benimseyemediği hayat tarzı, mimârî üslûbu yüzünden yadırgayabilir. Bu insânî bir durumdur; çünkü içinde biraz gençliğe, geçmişe özlem barındırır. Fakat hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, her şey değişir; değişmelidir de. Ancak, mesele bu değişimin nasıl, ne biçimde teşekkül ettiğidir. Tanpınar, “İstanbul’u tanımadıkça kendimizi bulamayız” der. Kendimizi, yani rûhumuzu, medeniyetimizi. İnsan ancak anladığını tanır ve bilir. Anlamak için de duymak, duyumsamak, kavramak lazımdır. Ancak bu şehirde duyduğumuz şey, inşaat makinalarının ve araba kornalarının gürültüleri; gördüğümüzse göğü delen gökdelenler maalesef. Mekânlar, dönemin zihniyetinin resmini de çizer aslında bize. Her şeyin bu kadar hızlı şekilde değişmesi ve üstelik bunun bir gelişme olarak addedilmesi, derin olmayan yaşama kültürümüzden kaynaklanıyor. Değişirken, eldekinin üzerine bir şey koymak şöyle dursun, yapılanı dahî koruyamıyoruz... Dört nala modern görünene koşuyoruz. İşte bunun sonucunda her birimizin oyun logolarından yapılmışcasına, ufacık pencereli ve alabildiğine selvi boylu evlerimiz oluyor, bahçeler “dede” lerin bahçesi olarak kalıyor.

Ancak bu neslin çocukları, göğe baktığında füze şeklinde, sözümona modern taş binaları değil, göğün maviliğini görmek istiyor. Umarım bu koşuya bir ara verir, durur ve neyi kaybettiğimizi hatırlarız.

Esra Baralı

Şehir Özel Dosyası | Buket Abanoz

Şehir Özel Dosyası tarafından yazıldı. Aktif .

 

Hızlı ve plansız kentleşmenin hukuki, sosyolojik ve psikolojik birçok sonucu var. Elbette her biri üzerinde durulmaya değer bahisler. Ancak bu yazıda, değişimin ve dönüşümün birinci tekil şahidi olarak; bana ve dolayısıyla “insana’’ bakan veçhesinden bahsetmeye çalışacağım.

Yaşadığımız şehir, oturduğumuz ev, uyuduğumuz oda. Bu mekânlar hayatımızı ve pek tabi kim olduğumuzu belirleyen mühim yerler esasında. Dünyayla kurduğumuz ilişkinin ipuçlarını taşıdıklarından, bir toplumu okumanın da en iyi yolu idi bir zamanlar. Ancak şahsiyetsiz ve tek model günümüz yapıları mukayeseye imkân vermiyor; haliyle bu yapılarda yetişen insan, kimliksiz ve tek tip olmaktan öteye geçemiyor.

‘O’ plazada oturan insanlar, ‘bu’ gökdelende çalışıyor ve ‘şu’ arabaya biniyor. Bu konumunu muhafaza ettiği müddetçe de  ‘öteki’ olmuyor. Burada Z.Bauman’ın omlet örneği aklıma düşüveriyor hemen: Yemek tabağında ağzınızı sulandıran bir omlet, yastığa döküldüğünde iğrenç bir leke haline gelebilir. Yani bu kurulmuş düzen, bir ayakkabı işçisine mesleğini sürdürme şansı vermiyor. Bir nesil sonramız, nasıl yapıldığını göremediği o ayakkabıyla mağazada tanışacağından bir diğerine hemen gönlünü kaptırabilecek. Ve kim bilir, kaçımız gökyüzünü göremeden bir günü daha tamamlayacak.

‘’Güzellik varlığın kanunlarına uyumdan doğar.’’ diyor Turgut Cansever. Etik ile estetik arasındaki ilişki, zihinlerimizde yalnızca bir ses uyumu olmaktan öteye geçtiği vakit; çevremize de farklı bir nazarla bakmaya başlayabiliriz.

Buket Abanoz

Şehir Özel Dosyası | Ahmet Kaynar

Ahmet Kaynar tarafından yazıldı. Aktif .

 

Dedesi İstanbul'da doğmuş olsa da, hiç bir çocuk İstanbul'lu değildir. Çünkü burası o çocuğa ait değildir, kendisini asla buraya ait hissedemeyecektir. Hiç bir yeşilliği yok ki İstanbul'un, hayaller kursun çocuk sırt üstü yatarak; saksılar dışında toprağı kalmadı ki Payitaht'ın, ölen kuşunu gömsün; aylarca her geçtiğinde, kafesin bile renklerini hatırlasın. Parkı bile kalmadı ki, âşık olduğunda gidip şiirler yazsın, yazdıkça umutlansın...

 

Ahhh! Sonra zaman geçti ve bu çocuklar büyüdü... Bir çokları gibi şehrini sadece çalışırken kullanacağı iş elbisesi gibi gördü. Köyündeki evinin merdiven mermerini bile özenle seçerken, şehirdeki apartmanına sıva bile yaptırmadı. Nasılsa taşınacağım diyerek, 3 kuruş kazanınca berbat kenar mahallere, çirkin inşaatlar dikti. Yaşadığı yeri kiralanmış futbolcu edasıyla izleyen bu büyümüşler ordusu, az para kazanınca gittikleri yeri de sevmedi, sevemedi. Daha kaliteli bir iş kıyafeti giymiş gibi davrandı. Ve sonra her gittiği yere kenar mahallesini taşıdı, İstanbul'u yarattı... Evlerini gelecek nesiller bile beğensin diye değil, krediye uygunluğa göre tasarladı.

 

İstanbul, herkesin inatla ve umutla geldiği; ama sadece bazılarının kendine ait kabul ettiği lanet şehir... Seni o kadar seviyorum ki, her sokağını seni baştan aşağı yıkmayı hayal ederek adımlıyorum.

Ahmet Kaynar

Diğer Makaleler...

Online dergiler Online dergiler