Savaşın Kazananı, Barışın Kaybedeni Olmaz

Kemal Gökkaya tarafından yazıldı. Aktif .

 

1989 Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1991’de Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla başlayan etnik milliyetçilik akımları, bir nevi Kürtleri de etkilemiş oldu. 70’li yılların başlarında Güneydoğu’da baş gösteren aşırı sol ve İslami terör örgütlerini dizginleyip, bastırmak amacıyla, MİT’in kendi elleriyle kurduğu PKK, ilk silahlı eylemini 80’li yılların ortasında gerçekleştirdi. 90’lı yılların başlarında ise artık yeni bir kimliğe kavuşmuştu; ‘Kürt Milliyetçiliği Savunucusu’

Zamanla MİT’in kontrolünden çıkarak, Ortadoğu’da söz sahibi olan ve/veya olmak isteyen ülkelerin tekeline giren örgüt, her dönem başka başka ülkelerin çıkarına, Türkiye’ye silahlı eylemlerde bulundu. Üstlendiği ‘Kürt Milliyetçiliği’ misyonunu zamanla sadece bir maske olarak kullanan PKK, hiçbir zaman Kürtlerin temsilcisi olamamış veya olmayı başaramamıştır.

Devletin, cumhuriyetin kurulduğu ilk günlerden yakın zamana kadar yanlış yürüttüğü doğu ve güneydoğu politikaları yüzünden, yöre halkı her daim muhalif olmaya ve kandırılmaya müsait olmuştur. Eğer bu gün ortada bir sorun varsa bunun suçlusu yalnızca PKK değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Şimdi 1925 Şark yasalarından falan girip konuyu daha da dallanıp budaklandırmayacağım. Sadece giriş olarak bilinmesi gerekenleri söylemek istedim…

Artık daha önemli bir noktada daha önemli bir konuyu konuşmanın tam zamanı. Artık ‘Barış’ zamanı.

Bildiğiniz üzere ‘İmralı Süreci’ olarak başlayan, daha sonra ‘Diyalog Süreci’ ile devam eden ama 70 milyona yakın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının gönlünden geçirdiği ismiyle  ‘Barış Süreci’ne girmiş bulunmaktayız. Yakın bir zamanda denenen ve barışa balta vurmak isteyenlerin akamete uğrattığı ‘Oslo Görüşmeleri’nin ardından Öcalan, devlet tarafından tamamen devre dışı bırakıldı. Ve bu süreçten sonra artan terör olaylarına devletin de cevabı bir hayli sert oldu. Operasyonların yanı sıra yürütülen KCK davasında sayısız gözaltı oldu. Her şey 3 Ocak sabahı değişti ve tek muhatap İmralı alınarak, şeffaf -ya da şeffaf olması hala beklenen- yeni bir süreç başlatıldı. Doğrusunu söylemek gerekirse şu anda iki tarafın da birbirine olan güveni pamuk ipliğinden beter. O yüzden en ufak bir kıvılcım bu süreci de yerle yeksan edebilir. Barışı istemeyen iç ve dış güçlerin her türlü provokasyonuna açık olan bu süreç her anlamda titizlikle yürütülmelidir. Bu yüzden ilk koşul kesinlikle şeffaflık…

Çok kısa Ruşen Çakır’ın bu süreçle ilgili bir yazısının başlığını da sizlere aktarmak istiyorum; ‘Kürt Sorununda Silah Artık Kapı Açmıyor Tam Tersine Kapatıyor’ Çakır, yazının devamında ise PKK’nın silahsızlaşmasının çok zor ama imkânsız olmadığını da söylüyor. Çakır’a göre çözüm ‘Ateşkes’den değil ‘Silahsızlanmaktan’ geçiyor. Kendisine katılmamak elde değil…

Sanırım bu son süreç çözüm adına son şansımız. Her iki tarafında –Kandil kısmında hala soru işaretleri var- iyi niyetli olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, Paris infazlarının ardından Türkiye’ye getirilen 3 örgüt mensubu kadının cenaze merasimlerinde başta BDP ve yöre halkı başarılı bir sınav vermiş, sağduyulu çağrılar yapmıştır. Özellikle hafızalara kazınan ise cenazeye katılan Kürt bir vatandaşın elindeki pankarttı; ‘Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz…’

Evet, biz Türkler ve Kürtler 1000 yıllık kardeşler olarak birbirimize karşı yürüttüğümüz savaşı kazanamadık. Ama şimdi barışı, birbirimizi yeniden kazanmanın tam zamanı. Ki, ikili ilişkiler mikroya indiğinde pek de sorun olmadığını hepimiz biliyoruz. Hepimizin Kürt bir arkadaşı, Kürt komşuları vardır. Çoğumuz bir Kürt kızı ya da erkeği sevdik. Birbirimizden kız alıp verdik. Biz, ecdadımızın santim santim kanla çizdiği bu sınırlarda asırlardır olduğu gibi beraber yaşamak, yaşlanmak istiyoruz. Ve artık gayet iyi biliyoruz ki, Kürtler bunu daha çok istiyor. Selahattin Demirtaş’ın da dediği gibi; ‘Bu topraklar kana doydu, bu topraklar barışa aç.’ Nasıl ki bugün bir terörist annesi çıkıp, ‘Ben ülkemin askeri öldüğünde de ağlıyorum diyorsa’ nasıl ki Şehit ve Gazi aileleri ‘Yeter ki bu kan dursun artık’ diyorsa, sokakta işsiz yürüyen gencimizden en tepede ki yöneticimize kadar herkes bu taşın altına elini koymalı ve kangren olmuş bu geçmişi barışla temizlemeliyiz. Bize düşen ve yakışan da budur…

Korkak medyadan, terörden nemalanan, aramıza nifak tohumlarını eken, şiddetten beslenen, Türkiye’nin büyümesini istemeyen iç ve dış bütün provokasyonlara karşı dikkatli olunmalıdır. Unutmayalım ki, her ne kadar barışı isteyen bizler çoğunluksak, istemeyen güruh da hala mevcuttur…

Ben bu süreçte en çok, dinamik, bilinçli gençlerimize güveniyorum. Gerekirse karınca gibi gece gündüz çalışıp bu süreci herkese anlatmalıyız…

Hiçbir annenin gözyaşı dökmediği, hiçbir babanın evlat yolu gözlemediği aydınlık bir Türkiye’ye adım adım ilerliyoruz. Çetin bir süreç olacağı, çok geniş bir zamana yayılacağı aşikâr ama asla imkânsız değil. Doğru ve bilinçli yürütülecek politikalarla –kastım verilecek tavizler konusudur. Tavizin taviz doğuracağı da bilinen bir olgudur. Bunu başlı başına daha sonra konuşuruz- biz bu işin üstesinden geliriz. Ve unutmayalım ki, uzun vade de kazanan yine BİZ oluruz. Türkiye olur. Hakkâri olur, Edirne olur, Tunceli olur, İzmir olur, Sinop olur, Şırnak olur…

Haydi!
Elimizi taşın altına koyalım. Taş ağır, belki elimizi kanatır. Ama bir annenin gözyaşları kadar yüreğimizi acıtamaz…

 

Yazar Hakkında

Kemal Gökkaya

Kemal Gökkaya

1989 Sinop doğumlu. Uzun sürmüş bir öğrencilik hayatının ardından İşletme Fakültesini bitirdi. Ele güne karşı Denizcilik Fakültesini kazandı, ancak okumadı. Sağlam Galatasaraylı’dır. Ayrıca Sakaryaspor'u da tutar. Öğrencilik yıllarında kız tavlamak için yazdığı şiirler, zamanla keskinleşti; ve önce kendisini kesti, sonra başkalarını kanattı. Postiga Yayınları tarafından neşredilmiş bir şiirsel deneme kitabı bulunmaktadır: MÜSTAH'A(ş)K [2012]. İlerleyen zamanlarda çıkacak olan bir roman ve öykü kitabını aynı anda yazmaya devam ediyor.

Kafa Kâğıdı:    

 

Online dergiler Online dergiler