Ekmek Parası

Tolga Gündoğan tarafından yazıldı. Aktif .

 

Sabah çıkıyorum çok değil birkaç adım sonra Ankaray merdivenlerine varmadan bir simitçi karşılıyor. Bu adam sabah sabah niye bu kadar bağırıyor, diye geçiriyorum içimden, sonra arkamdan bir ses cevap veriyor âdeta “N’abarsın ağabey, ekmek parası…”.

Birkaç basamak iniyorum sağda bir kadın, oturuyor buz gibi taşta kucağında bir bebek, bakıyorum uyuyor daha, nasıl uyansın ki bu saatte. Bura çok esmiyor mu diyorum “Allah sevdiğine kavuştursun, bebeğime süt parası” diyor. Atıyorum elimi cebime birkaç bozukluk veriyorum ama neye yarar ki… Genç daha 25-30 arası bir şey, fena değil üstü başı, gücü kuvveti yerinde. Yarın görüşürüz hayırlı işler diye geçiriyorum içimden.

Sonra düşünüyorum, düşünmek denmez buna kafa patlatıyorum; nasıl yapıyor, nasıl tahammül ediyor?..

Her gün açmak avucunu ve klişeleşmiş onlarca sözcüğü; hiç umursamadan karşındakini ve göz göze gelmemeye çalışarak asla değdirmeden gözlerini karşındakinin sana aşağılama, acıma, tiksinti ile bakan o mide bulandırıcı, alaycı gözlerine; hiç açmadan ağzını uğuldayarak çıkarmak, bağırmak adeta kahretmek hayata…

Sadece bakmak belki de ayaklara, bilmediğin, duymadığın, giymediğin daha da önemlisi giyemeyeceğin ve sahip olamayacağın onlarca, yüzlerce, binlerce markalı ayakkabılar.

Bazen bakmak yüzlere seninle yaşıt birçok kadın. Süslü, şık giyimli, makyajlı, bakımlı, saçlar boyalı… Yüzlerine bakmak en zor olan…

Ne düşünüyorlardı acaba sabah evden çıkarken, üstündeki pembe kazağa vermesi kaç dakikasını almıştır?

Eee dünyadaki en büyük problem tabi o kısa siyah eteğe uygun kazağı bulmak…

Bebeği düşünüyorum sonra onun mu acaba, onunsa nasıl kıyıyor diye, nasıl kıyıyor bu soğukta? Bu kadar zor mu bir süt parası?

Daha bebek birkaç aylıkken boğazından geçecek birkaç damla süt için değer mi bu kadar soğuk, ayaz, bu kalabalık buz gibi merdivenler?

Bebek olmasa yapar mıydı acaba, bebek için mi her şey derken yapışıyor biri koluma ince tiz bir ses, “Bir kalem al abi okul harçlığı”… Kızım okulunun zili çoktan çaldı burada ne işin var?

Okul, harçlık, kalem geveliyor ağzında; bakıyorum bebeğe o da kalem o da okul, harçlık geveleyecek mi ağzında?

Aklıma soğuk bir kış günü kaldırımda otururken önümden geçen o çocuk geliyor ne tarih aklımda ne de o tarihte tam olarak ne olduğu… Yalnızca iliklerime kadar işleyen o soğuk nedense hissediyorum o kadar.

Sallana sallana geçiyorum önünden, cebinden çıkarıyor bir poşet yavaşça götürüyor ağzına, burnuna… Bakıyorum yüzüne anlamıyorum yaşını. Gözler yaşlı bakıyor hayata… Umutsuz, cansız, kuru hiç duygu yok o gözlerde. Öfke bile duymuyor hiçbir şeye kızgınlık hatta kırgınlık bile yok.

Ölümü bekliyor diyorum kendi kendime, cesedini bir çöplüğe atacak birinin olup olmayacağını getirmeden aklına, elindeki torbaya bakarak minnetle kendini önemli hissettirdiği için belki de; sessizce inleyerek ölmeyi bekliyor.

Acaba o bebek konuşabilecek mi diye hayal ediyorum, abi diyebilecek mi en azından, o kadar olsun var mı şansı?

Zar zor atıyorum kendimi vagona hayır patlım sıkıştı korkuyorum, neyse ki yok bir vukuat… Bakıyorum insanlara vagondaki hepsi dört duvarı ve çatısı olan bir yerden gelip, bir yerlere giden, gece yatacak bir yatağı ve kafasını gömeceği bir yastığı olan şanslılar…

Hepsinin yüzünde sabah mahmurluğu, müzik dinleyenler, pencereden zifiri karanlıkta hafif sırıtan boruları izleyenler, uyuklayanlar…

 Ne düşünüyorlar acaba?

Dertsiz insan olmaz ne de olsa, insanoğlu işte illaki dert edinecek bir şey bulur.

Yazar Hakkında

Tolga Gündoğan

Online dergiler Online dergiler