Bir Keşiş Yalnızlığı

Esra Baralı tarafından yazıldı. Aktif .

“döndü halk ve cüzzam ne gün yürüdü

ve hep bir yaprak değil miyiz ki

bir zaman yarıp çıkmak serüveninde

özdalımızı

toputopu bir mevsimi yaşarız işte

müşa’şa’ bir sonbahar figüranıyız

hepimiz de..." 

Bir keşiş yalnızlığına özenmek de değil aslında bizimki, biraz içine dönmek, fısıltıya benzer bir sesle titreyen şarkıya kulak kesilmek ihtiyacı. Meydandaki gürültüye kulak tıkamak da bunca zorken üstelik. Aslında neyi aradığımızdan da emin değiliz. Aradığımızı bulduğumuzda, bu buluş bir vuslata denk düşer mi, bu da şüpheli. Bir filmde adam kendine soruyor: “Ne istediğimi ifade etmek için doğru sözcüğü nasıl bilebilirim? İstediğim şeyi aslında istemediğimi nasıl bilebilirim? Ya da istemediğim şeyi istemediğimi nasıl bilebilirim? Bilincim dünyanın vejetaryen olmasını istiyor ama bilinçaltım bir parça et için yalvarıyor. Peki, ben ne istiyorum?”

Garip değil mi? İnsanda insana karşı koyan bir şey var. Aklına, kalbine giden yollarını tıkayamadığın bir bilinçaltın var. Bütün istediklerini yapamamak, istemediğini yapmak durumunda kalmak ve sonrasında yaptığını -cebren- istemek. Hangimiz bundan tamamıyla kaçabiliyoruz?

İrade verilip hür kılınmış yegâne varlık olarak, hürriyetimizin ve hareketimizin hududunu kestirebiliyor muyuz?

‘Tercih’ ettiğini zannettiğin şey, aslında sürüklendiğin bir gidiş hâli belki de.

Tamam, dur, sakin ol, karanlık bir şeyden söz etmiyorum; bak aslında diyorum ki takdir olunandan öte bir gidiş yolu zaten yok. Ve sana bu hayatta kalabilmenin gücünü verecek bundan başka bir kuvvet de yok. Takdire sığınmanın içine serptiği ümit seni ayakta tutan, hayatın şartı ümit.

İstemediğimizin -ya da öyle olduğunu sandığımızın- hayatımızdaki varlığı,  bunu isteyen bir iradenin varlığının en büyük delili.

Henüz 20’li yaşlarındaysan sürgit devam eden bir ne yapacağını bilememe hali, hangisinin doğru olduğuna karar veremediğin bir 'bilmem kaç yol ağzı’nın orta yerindesindir. Bir ipucu da verilmemiştir üstelik sana, sen büyürken. Bana bunu söylemediniz, bana bunu öğretmediniz diyerek çalacağın bir kapın da yoktur. Hani insan bir rüyadan uyanınca anlar ya aslında ne gördüğünü, muhtemelen çok sonra, bu gençlik rüyasından -ağrısı da denebilir- uyandığında anlayacaksın aslında sana ne gösterildiğini.

Bunca kafa karışıklığıma kâğıdı ortak edip hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edeceğim birazdan. Neyse ki bir kaçış yolumuz var, kendimizden bile. Bazen.

Bazen bir duraksama sebebi oluyor, bir şey oluyor, bir yakınını kaybediyorsun meselâ, gidene senden daha yakın biri senin üşüyen ellerini ısıtmak için avucunun içine almış, ona ait bir anısını anlatıyor o sıra. Gözleri nemli ama koyverip ağlayamıyor erkekliğinden, kendini nasıl sıkmışsa, ellerini nasıl sıktığını fark etmiyor bile. Bak işte hayata böyle mim koyan bir anda fark ediyorsun aslında oyun’u. An’ları, o ’narin kesit’leri.. Şair, şiirli, katı, acımasız, yoğun çağrışımlı bir sözcük, diyor oyun için. Yol, yol ayrımı, kaçış, arayış, istemek, istememek, istemediğini istemek, tercih, takdir  filan filan.. Hepsi gelip bir oyun’da birleşiyor. Ve insan -ne şu ne bu- iyi oyunundan soruluyor sadece.

Yazar Hakkında

Esra Baralı

Esra Baralı

İlk öğrenimini Merkez Efendi Mevlevîhânesi’nden almayı taleb ettiyse de tabi ki talebi karşılanmamış, her zavallı Türk çocuğu gibi mahalle mektebine gönderilmiştir. Mektebin kapısında satılan sahlebin tadı hâlâ damağındadır. Neyse ki orayı sevmek için de kendince böyle sebepler geliştirebilmiştir. Uzun, yorucu, bir yerde kalıcı olmayı becerememiş bir okul hayatının yanında kendi hayatını yaşayabilmek için türlü arayışlar içinde olmuştur. En son  “Ud çalmayı öğreneceğim“ diyordu. Bir de uzun vakittir bir ‘uzak’ hasreti taşır içinde, yâ nasip. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden yüksek lisansını yapabilmek niyetiyle Hâne'sine avdet eylemiştir. Çiçek açmış bahçeleri sever.

Kafa Kâğıdı:    

Online dergiler Online dergiler