Fikir Okumaları

Administrator tarafından yazıldı. Aktif .

Okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülakattır.

2011 yılından bu yana ruh çağırmaya devam eden Fikir Adası kitap tahlil şubeleri, şu ana dek otuzdan fazla eser takip etti. Son olarak şehir ve sinema temaları üzerine çalışma yapan Okurgezer grubu, etkinliklerine bir müddet ara verdi. 

Okumaların yeni takvimi buradan duyurulacaktır. Bağdaş kurmak isteyenler için 5N1K:

Ne? Eserin ana hatlarının tespiti, satır aralarında kalmış noktaların telafisi ve önemli detayların tetkikine çalışılan bir fikir atölyesi. 

Nasıl? Önceki toplantılarda belirlenmiş kitap evde okunur ve fosforlu kaleme bulanır. Sayfa değiştirirken uyanan çağrışımlar, akla damlayan fikirler kenara not edilir. Söz konusu ifadelerin lisan-ı kâl ve hâle yansımasına çaba gösterilir. Tevfik Allah'tan...

Ne zaman? Üniversite öğrencileri için bir gün 36 saattir. Dolayısıyla haftalık periyotta toplanıyoruz; kimi zaman 10 günde bir. Sınav takvimi yumurta sepetini kapı önüne koyduğunda ise paydos.

Nerede? İstanbul’da, sakin bir mekânda, tercihen yuvarlak bir masa etrafında.

Neden? ”Aramakla bulunmaz, ancak bulanlar arayanlardır”.

Kim? Mevcut katılımcılardan herhangi birinin kefil olması yeterli. Öte yandan zihnen defans oynayan, ezber sloganlarla konuşan, muhatabını muarız belleyen, söz kesip peynir gemisi yürüten veya müptezel lakırdılarla ortamı sulandıran arkadaşlara yeniden düşünmelerini tavsiye ediyoruz. İstikrar esastır; organizasyon takvimini belirlerken, "başka hiçbir işim yoksa gelirim" tavrını anlayışla karşılamıyoruz.

***

"Şehir" temasının ardından, yeni dönemde Okurgezer sinema kuramına sondaj yapıyor.

Bir aylık süreç dahilinde; teknik çözümleme ve sinema terminolojisi, tarihsel arkaplanıyla sinema, ideografi kavramı, senaryonun kimliği, imge ve karakterleriyle Hollywood, propoganda aracı olarak sinema, Yeşilçam ve Türk sinema tarihi.. vs. gibi olgulara matuf kitaplar karıştıracağız. Söz konusu tahlilleri, film okumaları ve söyleşilerle takviye etmeye çalışacağız.

Yapılan toplantılarda, değinilen noktaların özeti aşağıdadır.

*

Kitap Tahlili: Sinemanın ABC’si

19 Şubat 2014

1- Fotoğraf makinasının, ve dolayısıyla sinema edevatının icadı, yüzyılının en önemli keşfi kabul edilir. Atom parçalamak veya hadron çarpıştırmak beri dursun, başka hiçbir buluş görüntünün kaydedilmesi ve yansıtılması kadar yaşam pratiklerine tesir etmemiştir.

2- 'Nehirde akıp gidenleri' ayrıksı tutup, çözümlenebilir hâle getiren bu makina, modernizme yaşıt addedilir. Kadim zamanlarda, gören ile görülen arasında, zaman ve mekân müşterekliğini kaldıracak bir vasıta yoktu. Ancak kamerayla birlikte insanoğlunun zihni karıncalanmaya başlar: Dünde kalmış varlığına bakan göz, gerçekle değil, görüntüyle ["image"] muhatap kılınır. Sîret fotoğraflanamazken, suret ayan olur. Bu cihetle imaj olgusu, hayatın her ânına nüfuz etmiş, 'varoluşun nişanesi' hâline gelmiştir. Görünür olma iptilasını bir yönüyle açıklayan mezkûr tespiti, sosyal medya alışkanlıklarıyla birlikte okumak faydalı olacaktır.

3- Her ne kadar fizikî gerçeklik kaydediliyor olsa da, sinemanın alâmet-i fârikası zaman ile mekânı "-mış gibi" göstermesidir. Nitekim teknik olarak sinema, görüntünün kesilip biçilmesini ifade eder; kurguya bağlı surette aslolan gizlenir, değiştirilir ve de manipüle edilir. Dolayısıyla yönetmenin gösterdiği değil, neyi göstermediği önem kazanır. Kestirme bir tabirle sinema, illuzyondur.

4- Kurmaca veya belgesel fark etmeksizin izleyici, filmin hikâyesinde inandırıcı ögeler arar. Gerçeklik algısını zedelemeyen iç tutarlılık, bu bağlamda önem arz eder. Daha genel bir ifadeyle, izleyici inanmak ve hatta kandırılmak ister. Varoluşuna bir anlam yüklemeye çabalayan modern insan, inanç eksikliğini telafi etmenin peşindedir. İsmet Özel'in de belirttiği üzere, her şey yolunda gidiyorsa sanattan söz edilemez; zira sanat, hayatın tezatlarına karşı bir ahenk arayışıdır. Nitekim günümüz insanı, yaşadığı açlığı, sinema ve sair sanat dalları aracılığıyla bastırma çabasındadır.

5- Görüntü akışına vurulan ışığın beyaz perdeye yansıması, sinemayı tekniğin ötesine taşımaz. Bugün 'yedinci sanat' olarak kabul gören sinema, farklı sanat dallarını tekniğinde harmanlamış ve fakat yönetmenler sayesinde eklektik yapısını aşmıştır. Diğer bir deyişle, kımıldayan fotoğrafları sanat kılan teknik keyfiyet değil, tekniği sanatına vasıta kılan yönetmenlerdir. Bununla beraber sinemanın kolay ulaşılabilirliği ve tüketime meyyal niteliği sanat boyutuna zarar vermektedir.

6- Sinemanın geniş kitlelere bakan yönü, W. Benjamin'in iddiasıyla "sanatın toplumsallaşmasını" sağlamaktadır. Oysa sanat, topluma mâl olduğu kertede fersudeleşir. Keza 'sanat eseri' vasfına matuf tartışmalar, subjektif kriterlere göre şekil almaz. Günümüzde Şahan Gökbakar'ın bile filmlerini sanat olarak tavsif etmesi, göreliliğin üstünü çizmeyi gerektirmektedir. Zira kişisel zevklere hitap, esere kendiliğinden sanat değeri yüklemez; dolayısıyla yönetmenin estetik anlayışının ötesinde, ancak objektif kıstaslara koşut bir sanat tarifinde bulunabiliriz.

7- Sinema filmlerinin gişe kaygısıyla hasifleştiği, yönetmenin üslubundan ziyade aktörlerin ön planda olduğu ve bu suretle belirli formların tekrarlandığı göze çarpmaktadır. Endüstriyelleşen sinema, vurucu görsellerin yoğunluğuna ağırlık vererek maliyeti pahalı, ancak niteliği itibariyle ucuz yapımlar üretmektedir.

8- Karanlık bir odada seyirciyi görsel bombardıman altında bırakan sinema; etkileşime, düşünce ve hayale izin vermeyen 'totaliter' bir yapıdadır. Daha fazla duyuya hitap ederek, diğer propoganda araçlarından da ayrılmaktadır; bu minvalde otokontrole müsait olmayan yapısını kullanmak suretiyle insanın gardını düşürür. Hikâyeye karşı önyargıları bulunan bir seyircinin dahî bilinçaltına anafikri zerk eder. Sözgelimi Rambo serisi, kurgusal nâkıslığına karşın, Amerikan süper güç tasavvuruna katkıda bulunmuştur. [Bu konu kısa kesildi, "sinema ve propoganda" başlıklı okumada devam edilecek]

9- Bir filmin ideolojik arkaplana sahip olması, onu kendiliğinden menfi kılmaz. Unutulmamalı ki her film bir mesaj taşır; ancak ve ancak içerik ya da teknik yönleri itibariyle tenkide müsaittir. Devletin ideolojik bir aygıt olarak sinemayı istimali ise farklı bir parantezde değerlendirilmelidir.

10- "Peygamberlik devam etseydi, tebliğ sinemayla yapılırdı" tespitiyle Mecid Mecidi, sinemanın önemine dikkat çeker. Keza Marksist sanat eleştirmenleri de sinemayı, ileri toplumların egemen uğraşı olarak niteler. Hayal gücüne ket vurması bir kenara bırakılacak olursa, iyi yönetmenlerin elinde külliyatlık bilgiyi derceden filmlerde söz edebiliriz. Dolayısıyla sinema kuramına, sanatsal veya endüstriyel boyutları bulunan bu dünyaya bigâne kalmak, 'dert sahibi' herkesi noksan bırakacaktır. 

11- Gördüğü her rüya birer kısa filmi andıran insanoğlu için sinema, gerçekleşmiş bir rüyadır.

 

***

Okurgezer yeni sezonu "şehir" temasıyla açıyor.

Bir aylık süreç dâhilinde; mekânın ruhu, kentlilik kültürü, kozmopolitanlık, kimliğe dönük arayışlar, mimarî doku, felsefi ve tarihi arkaplan, kentsel dönüşüm... vs. gibi mefhum ve mevzulara matuf kitaplar karıştıracağız. Söz konusu tahlilleri, konuya paralel film okumaları, gezi ve söyleşilerle takviye etmeye çalışacağız.

Yapılan toplantılarda, değinilen noktaların özeti aşağıdadır.

*
Film Okuması: Ekümenopolis

9 Ekim 2013

1- Modernizmin aynîleştirici/tektipleştirici etkisi mekânın dilini de kısırlaştırıyor; kendine münhasır yapılar yerine, konstrüktivist bir anlayışla kutu kutu binalar dikiliyor.

2- Mimari de ‘zamanın ruhu’ndan nasibini alıyor; kapitalizmin dayandığı seri üretim mantığı, yalınkat, hantal ve birbirinin fotokopisi apartmanlar dikiyor.

3- Ülkemizde “high-tech architecture” akımı, niceliksel düzeyde daha irisine ulaşmak hırsıyla bâninin [bina eden/ettiren] ve keza iktidarın ego tatmini biçiminde tezahür ediyor

4- Gün geçtikçe ‘kat’lanan yanlışlar, komşuları da yan yana olmaktan çıkartarak ilişkilerini “alt-üst” etmiş vaziyette.

5- İnşaat, müteahhidin bigâne ve duyarsız yaklaşımıyla, numaralanmış parselleri, ölçümü yapılmış metrekareleri, harcanacak maliyeti ifade eder. Oysa ikamet edenin müşahhas bakış açısı, bir bebeğin dünyaya geldiği ev, nişan töreninin yapıldığı mekân veya emeklilik sonrası taşınılan daire gibi hüviyetleri ihtiva eder. Hususi ve şahsi olgular, kemiyetin çimentosunda katılaşarak kurban ediliyor.

6- Betonlaşma eğiliminin arkaplanında kalkınmacı ve tüketime meyyal ekonomi anlayışı yatıyor. İstanbul’un yüz yıl boyunca aynı hızla büyüyeceği varsayımı, ‘yağma’nın boyutlarını göz önüne çıkarıyor.

7- Pansuman tesiri gösteren köprü inşaatları, aslında geçici ve zahiri bir rahatlatmaya matuf. Son 15 yılda 200.000’den 2.000.000’a yükselen araç sayısı, üçüncü köprü ve benzeri projelerce teşvik edilerek artacaktır.

8- Şehrin çeperlerinde ucuz konut temini için kurulan TOKİ, günümüzde ülkenin en büyük müteahhidi haline gelmiş durumda.

9- Mevzuatında plan yapma yetkisi tanınan TOKİ, eline verilmiş balyozu; tarihi ve estetik hassasiyetlere aykırı surette kullanıyor.

10- Kentsel dönüşümün şehri fragmanlara bölerek sınıfsal ayrışmalara sebep olması, kimliklerin birbirini farklı “cins” hüviyetiyle kabul etmesi sonucunu doğuruyor. Diğer deyişle, gecekonduda oturan yoksul kimselerin şehrin merkezinden ‘kentsel dönüşüm’ vasıtasıyla sürülmeleri, hem gettolaşmayı hem de birbiriyle etkileşim imkânı kalmamış farklı ekonomik kategorilerin yabancılaşmasını netice veriyor.

*

Kitap Tahlili: Mimarlık ve Felsefe / Dücane Cündioğlu

27 Eylül 2013

1- Gerek etimolojik kökeni gerekse içerdiği esas unsurlar itibariyle mekân ile imkân mefhumları akrabadır. Şehre hâkim olan kaos, ferdî ve toplumsal ihtiyaçlara ket vurmaktadır.

2- Acelesi olmamasına karşın bir insanın, misalen Mecidiyeköy’de kendisini koşar halde bulması, mekânın ruhunun sirayet/tesir edici niteliğine bir örnek arz ediyor.

3- Asimetrik yapılar, “mutsuz” apartmanlar, bireyin gündelik münasebetlerine etkide bulunup, kavgalarını uzun yaşamasına dahî sebep oluyor.

4- Şehir kültürümüzde bulunmayan ‘meydan’ unsuru, kamusal bağlamda ifade olanaklarını kısıtlıyor. Günümüzde meydan olarak nitelenen pek çok alan aslında bir kavşak veya yol ağzından ibaret. Nitekim idari organların da ‘meydan vermemesi’, sorunu derinleştiriyor.

5- Diğer sanat dallarında olduğu gibi, mimar da topluma sinmiş kargaşadan nasibini alarak mekân tasarımında özensiz davranıyor. “Beğendirmeyi düşünmeyen beğenemez”düsturunca, bencil bir tavrın ürünü olan yapılar, estetikten bütünüyle yoksun surette hacim kaplıyor.

6- Devrin fizik, matematik ve astronomi öğretilerine istinad etmesinin yanısıra, felsefi eğilim ve dini simgeselliğin etkisiyle inşa edilmiş olan kadim yapılar, ikonolojik mesajlarıyla muazzam bir dünya tasavvuruna işaret ediyor. Keza dönemin fizik, matematik ve astronomi öğretilerinin tasavvufi yorumlarına müracaat edilmeden Mimar Sinan gibi ustaların eserleri hakikatiyle değerlendirilemez.

7- “Yeter ki soru sormasını bil ey talib, o takdirde taşlar bile seninle konuşur”

8- Mimari donmuş/taşlaşmış müziktir. Mekânın ahengi, sükûnet ve huzurun da kurucu şartıdır.

9- Yurdumuzu etkisine alan ‘gürültü’, inşaat sektöründe içselleşmiş bir bilinç olmaksızın siyasi saiklerle hareket edilmesinin bir sonucu. Günümüzde taklit eserlerin (örn. Ataşehir Mimar Sinan Camii) sembolik değeri dini olmaktan ziyade, sosyal ve siyasidir. Köksüzleştirilmiş dindar anlayış, pozitivist-jakoben baskı rejimine karşı güç gösterisi olarak çimentosu nispetinde devasa ve şişman minareler dikiyor. Niceliği bir kenara, niteliğiyle Sinan dönemi eserlerine ne asalet ne de cesamet bakımından yaklaşması mümkün olmayan camilere fallik imaların eklenmesi, kolektif bilinçdışının da modernleşmesi sebebiyledir; tıpkı gökdelenlerde olduğu gibi.

10- Sonuç olarak, Türkiye’de mimari kaybedilmiş bir savaştır ve yağma sürüyor. On yıllardır şantiye görünümünden kurtulamayan ülke, giderek betona gömülüyor. 

Not: Eserden alıntı yapılmaksızın, yaklaşık üç saat süren toplantının sadece ana hatları paylaşılmıştır.

Online dergiler Online dergiler