Olay Lay Lom - Yusuf Bahri Özsoy | Makaleler - Kasım 2012

Administrator tarafından yazıldı. Aktif .

OLAY LAY LOM

 “Bu devirde aynadaki aksine (yansımana) bile güvenmeyeceksin arkadaş! Sen sağ gözünü kırptığında, aksin sol gözünü kırpar” dediğimde şaşkın gözlerle bana bakan birkaç dinleyicim vardı masada… Biri cesaretini toplayıp da “Nasıl yani?” dediğinde çok sevinmiştim; zira bunu fark edeli hepi topu 2 sene oluyordu benim de… Yalnız değildim. Oleydi! Yaşasındı!

Evet, aynadaki akis aslında her seferinde senin tam zıttını yapıyordu. Sen sol elini kaldırdığında, o sağ elini kaldırıyordu mesela… Eminim bu satırları okurken bunu yeni fark edenler olacaktır. (Yani olmalıdır, vardır di mi?) Hatta ayna karşısına geçip sağlamasını yapmak üzere ayaklananlar bile…

Esasen çok da matah bir durum değil. Ama bu durumu sadece ben çok geç fark ettiğimi sandığım için kimseye bahsetmiyordum. Ta ki o gün, “güven” temalı muhabbet esnasında o cümleyi kurana kadar…

“Harbiden lan!” dedi üniversiteden arkadaşım Mustafa… “Anaaaa… Oğlum harbiden lan!” dedi şaşkınlığını bir kat daha pekiştirerek… Yanımda duran ve Mustafa’nın şaşkınlığına şaşıran Sedat, gayet soğukkanlılıkla ve kendinden emin bir İngiliz asilzadesi ifadesi takınarak, “Aynanın olayı bu zaten…” dedi.

“Aynanın olayı bu!” mu? Tamam, aynaya tapının demiyorum; ama “Aynanın olayı bu!” diye geçiştirmek niye? Yani, enteresan bir hadise değil mi şimdi bu? “Gerçekleri aynalar bile yansıtmıyor” başlığı altında felsefî paragraflar serpiştirilemez mi örneğin?

Her mevzuya “olağan”, “sıradan” ve “normal” yaftası yapıştıranlara ifrit oluyorum. Tamam, sen her bir haltı çözdün diyelim de, “küçük tepeleri yaratırken Tanrı’yla ortaklaşa çalıştık” edası takınmak nedir?

Bu tarz kimseler uzun zamandan beri düşünmeden ve sorgulamadan yaşadıkları için, maruz kaldıkları düşünsel monotonluktan ötürü hiçbir şey onlar için sıradışı ve yahut da üzerinde durulmaya, konuşulmaya, tartışılmaya, sorgulanmaya değer konular değildir.

-                      Ağbi su hadisesi çok garip bence… Yani iki hınzır hidrojen, bir muzur oksijen bir araya geliyo ve ne bileyim acayip yani…

-                      Suyun olayı bu ağbi!

-                      Mesela sonsuzluk nedir hacı? Evrende bir nokta bile değiliz! Var olmadığımızı bile söylemek mümkün. Havsalam almıyor!

-                      Evrenin olayı bu ağbi!

-                      Rüyalara ne demeli? Yani bilinçaltı dediğimiz hadisenin--

-                      Rüyanın olayı bu ağbi!

-                      Ot?

-                      Otun olayı bu ağbi!

-                      Bok?

-                      Bokun olayı bu ağbi!

-                      Oğlum, sen ne dingil bi adamsın!

-                      Benim olayım bu ağbi!

Bence senin “olayın” değil; “kolayın” bu güzel kardeşim… Peki Newton kafasına elma düşüp de “mâlum” yasayı keşfettiğinde hiç şaşırmamış mıdır? Ya da Newton’un senin gibi dangalak bir arkadaşı olsaydı ve Newton’a, “Elmanın olayı bu ağbi! Düşer yani en nihayetinde…” deseydi halimiz nice olurdu?

Tamam, bahsettiğim hiçbir hadise, herhangi bir keşif içermiyor olabilir; ama hayata olağan bakmak sıkıcı değil midir? Bir arının, keşif uçuşunda bulduğu bir çiçek kümesinin krokisini, kovandaki arılara, sadece kendilerinin anladığı tarzda bir dansla çizmesi sadece bana mı çok garip geliyor yani? Gül kokusu, karınca yuvası, örümcek ağı; bilimsel, ilahî, felsefî çerçevede tartışılsa, kayda değer mevzular değil midir? Hangi konular kayda değer, düşünülesi, sorgulanasıdır peki? Hangi konunun “olayı o değildir” üstat?

-                      Doğal seleksiyon, evrim?

-                      Darwin’in olayı bu ağbi!

-                      Mesnevi, “Ne olursan ol gel”?

-                      Mevlana’nın olayı bu ağbi!

-                      Düşünüyorum, öyleyse varım?

-                      Descartes’ın olayı bu ağbi!

-                      Düşünüyorum da, sen yoksun bence…

-                      Nasıl ağbi, anlamadım?

-                      Boş ver! Benim olayım da bu işte…

 Yusuf Bahri Özsoy

Paylaş

Online dergiler Online dergiler