Namder Suphi, Suphi ve Pilavüstü Hayati | Osman Kibar

Administrator tarafından yazıldı. Aktif .

Ara sıra hatta çoğu zaman eskiden Suphi’yi bi alt sokakta oturan hayırsız evlat kötü çocuk ve mafya müsveddesi denebilecek Namder Suphi adlı başka bir kişiyle karıştıranlar görülmüştür.

Peki adıgeçen Namder kimdi?

Kısaca şuydu:

Nam-ı diger yerine nam-ı değer’e dönmüş, sonradan sonra bu söyleyiş de namder’de karar kılmış biriydi.

Namder Suphi, ikisinin de (ama Namder’in epey yakından) tanıdığı ve ünsüz bir şair olan Hayati ile aynı mahalle çocuğu idi ve/fakat ikisi ayrı dünyalar insanıydı.

Suphi’nin Hayati ile yakın teması kısıtlı idi keza aralarında ciddi anlamda bir teşrik-i mesai de var denemezdi.

Hele Namder ile dirsekteması bir araya gelmiş dahi değildi ama adını bi’şekilde duymuşluğu vardı. O genç için salaş bi pavyon önünde kimvurduya gitti falan deniyordu. İşbu hadise mahallede günlerce konuşulmuştu. Suphi duyduklarına temelli kayıtsız kalmamış bi keresinde talihsiz adaşı için “yazık ama değil mi, insan gene de acıyor” demekle yetinmişti. Niye böyle söylemişti, şunun içindi: Namder’in vuruluş ve canveriş hikâyesi pek tırajik idi de ondan.

Hadise kısaca şöyle cereyan etmişti:

Islak bi akşamdı

Havada yaş cisimler titreşiyordu

Renkleri ak değildi ve kelebek gibi uçuşmuyorlardı

Salih Zeki Bey “Şu yağmur da bi kar’a dönmedi gitti, nerden baksan beş gündür böyle yani hiç değişmedi” diyordu. Tek şef yanısıra sekiz garsonlu yirmi dört masalı aşçı bulaşıkçı karışımı iki karılı meyhane sahibi olmanın da bir karşılığı olmalıydı ve elbette vardı vaktiyle böyle ödenmiş bir bedel (Bu mevzu-yu dîgerdi ve bir ölü iki yaralıdan ibaretti). Garsonlardan üçü haklısın âbi dediler. Yaşlıydılar da o sayede öyle dediler yoksa Salih Zeki Bey’e beysiz hitap kimin haddineydi!

Cılız ışıklara mahkum salaş meyhane (Kimisi pavyon diyordu viran olası bu mekana mübârek mülktür vîrân olmasun yârab hesabı) henüz pek tenha idi, daha kimsecikler düşmemiş idi. Kemani Faiz Efendi kemanı, Udi Basri Bey udu, Tamburi Aziz Bey tamburu (ki yaylı cins idi) ile son bi fasıl kaymıştı. İçlerinden sadece Faiz Bey’e efendi deniyordu, adam gerçekten de öyle yaratılışlı ve çelebi mizaçlı bir eskizaman kişisi idi ayrıca ötekilerin zıttına Cihangir’de dede yadigarı konakta oturmakta ve nerdeyse zevk (ya da keyf belki de sanat) için keman çalmakta idi. Ondaki -çok az kişinin bildiği- bir başka yön ise cuma akşamları dostlarına ney üflüyor olmaktı.

İşte gene benzer bir akşam yaklaşmaya başlamıştı.

Akort amaçlı birkaç tel büküp gevşeltmekle yetinilmiş âhenk yeterli görülmüş aralarına katılmayı beklenen ve kimin nesi pek bilmedikleri darbukacı Lüleburgazlı Faik adlı karaşın delikanlı için “Hayr’etmez, baksana daha ilk geceden işe geç kalıyor mîrim” denmişti (Bu Faiz Efendi’ydi). Basri Bey alışıldık üzre neşeli, Aziz Bey nedense bu akşama mahsus sanki biraz keyifsizcene gibiydi. Evden ayık gelmiş burada da içmeyerek saz arkadaşlarını epey şaşırtmıştı. Oysa ikitek atmadan dışarı adımını atmayan bu adam için kaygılanmamak mümkün değildi. Eh vardı elbet bi derdi ama bakalım hayırlısıydı. Aziz Bey için bu aralar iyi söylenmiyordu, babadan tevarüs kibir yanında kapris terslik aksilik tahammülsüzlük ve çekilmezliği haddi aşmıştı, yani benim diyen ona yoldaşlık edemez kertede gemi azıya almıştı. Yine benim diyen hiçbir mekan sahibi patron da ona katlanamazdı. Salih Zeki Beyinki de okkalı sabır idi yani!

Onun vaktiyle aba yaktığı Maryam adlı Ermeni bir dilber ardınca tâ Beyrutlara gittiği bilinirdi. Bugüne dek gereksiz gurur ve temelsiz hıncı yüzünden çevre edinememiş muteberlik muamelesi görememişti. Hep sebepsiz küskünlük kimliksiz öçler peşinde gibi idi. İçindekiler yetmezmişçesine kendi dışında da birikmiş öyle çok şey vardı ki... Bardağı taşıracak son damla gözleniyordu. Sanki bütün dünya ona karşı birleşmişti, gizli eller acımasız mihraklar kendisini ezmek harcamak alçaltmak çürütüp yiyip bitirmek için nihai karar vermiş bulunuyordu, fermanı yayınlanmış kalemi kırılmıştı. Musiki camiası öz evladı üstât bir müzikadamının dünyaya az gelir bir müzisyenin üzerini çizmişti. Gece, kaçınılmaz son için uygun bir zaman dilimi gibi duruyordu nitekim öyle de oldu.

Sağ öne düşen birleştirilmiş iki masalı müşteri yığını sırf eğlence için yaratılmış havasında gecenin tadını demliyordu. Ama yerden altmış santim rakımlı el-kaide üzerinde saltanat kurmuş basit saz heyeti aynı kanaatte değil ve masanın tavrını onaylamaz cüretkar bir tutum eşliğinde segah başlayıp rastla devam ediyor hatta uşşak için ısrarlı görünüyordu. Ritmin kuntluğuna daha fazla dayanamayan bir masa oturanı -nezaketi elden bırakmadan- fantezi eser çalınmasını rica eden bir pusulayı gençten bir garson eliyle sahneye yolladı. Bu hep olurdu ve normalde bu tür bi’şeyden ne hır ne gür çıkardı. Velev ki istek belgesi Aziz Bey’e uzatılmamış ola... Ama işte kağıt parçası onda ve patlamaya arzulu bir bomba halinde öz avuçlarında sıkılı idi. İstenmeyen alışılmadık kabul edilemez nâhoş şey ve durumlar yaşanacağı kesindi.

Aziz Bey’in isteknâmeye tepkisi masaya gidip yumruklayışı şarkı adını yırtması bağırıp çağırması nazikçe -az miktar da karga tulumba- dışarı atılması Salih Zeki Bey’in arkasından söyledikleri...

Ve olanları sola düşen karşı yan masada ifadesiz nazar eşliğinde seyreden bir Namder! Ez-cümle Aziz Bey Hadisesi cereyan ederken Namder mevzuya ilgisiz kalmıştı, ihtimal aile/meyhane içi bir mesele diye görmüştü.

Bu akşam hadise yalnızca Aziz Bey’in kovulmasından ibaret kalmayacak gibi duruyordu. Karnında büyüttüğü neseb-i gayrisahih bir ceninin kulhakkı ağırlığını yüzüne ifade eylemiş kötülüğe gebe bir İstanbul geceyarısı başlamak üzereydi.

*

Namder teki düşük omuz ve yedeğinde rahatsız bir öksürükle yaklaşmış beklenmedik anda fakat bildik tavırla Salih Zeki’nin Yeri’ne girmişti. Âleme akmayalı çok olmuş işrete de mecburiyete dayalı uzun bir ara vermişti, içeri düştüğü konuşuluyordu, demek yeni çıkmıştı. Salih Zeki Bey “mekanın içine sıçacak bu gene” deyip iç geçirdi mide ekşitti yüz düşürdü. Bi cenabetlik var bu akşama dair diyordu, işte Çingene Faik de görünmedi, darbukasız heyet mi teşekkül eder meclis mi kurulur fasıl mı geçilir...

*

Namder’in masaya karı istemesi istenmeyen olaylar zincirinin ilk halkası idi.

-Bi karı bulun bana lan!

-...

-Derhal!

-...

-O karı bu akşam bu masaya gelecek, o kaddaar!

-... (Hangi karı nasıl karı diye de sorulmadı zira o derece utançlı ve olmazlı bir istek idi).

-Yoksa...

-...

-Neyse ben bi kenefe gidip geleceğim, dönüşte masada münasip bi karı göremezsem o zaman siz düşünün, yakarım lan bu dükkanı!

-...

Namder’e karşı bu akşamın başında Salih Zeki Bey’in yağmur ve kar’a dair tesbit yüklü malum sözüne “haklısın âbi” diyebilen yaşlı üç garson da dahil teki bile gıkını çıkaramadı. O ölçü çirkin bir kepazelik idi ki bugüne dek eşi emsali ne görülmüş ne de işitilmişti. Bar pavyon taverna filan olsa tamamdı lakin bura hatırlı bir meyhaneydi, itibarı vardı adı vardı geleneği vardı kendine özgü türlü damak zevkine uygun mezesi piyazı vardı, belli itiyatlara sahipti. Yani kaç yılın Samatyasında olacak iş değildi nerden baksan!

Salih Zeki Bey de o yüzden ilk elde “Yok yok bu kadarı da fazla, hakketen fazla” demişti (Tokatlı olduğu için hakikaten demiyordu). Elbet duyduğuna inanmış fakat gene de iyimser ihtimalden yana bir acabalık payı ayırmıştı.

Herkes o heladan beriye adımını atınca n’olacak diye adıbelli bir tedirginlik duyuyordu.

Namder beklenenden önce çıkmıştı. Bir eli kasığında kendini tutar gibi yüzü asık bir hasta yürüyüşü eşliğinde masaya değil kapıya yönelmişti. Masa hâlâ karısız garsonlar kararsız müşteriler zararsız bir halde zor anlar tüketiyordu. İlk olağandışılığı sezen henüz sahneye teşrif etmiş Darbukacı Faik oldu ve hiç çekinmeden “Aga baksana herifço temelli aykırı gidiyî beyaw” demişti. Faiz Efendi uzun bir tövbe çekmiş, Basri Bey küçümser betimser bakmakla yetinmişti. Aziz Bey o malum ve elim hadise yaşanmasa ve her zamanki yerinde oturuyor olsa ilgilenmez görünüp fakat yan dönüp ağız bozup “gebersin pezevenk” derdi.

Namder her zamanki yürüyüşüne pek benzeyen adımlarla dış kapıya vardı, sahanlıkta şöyle bi duralar gibi yaptı, basamakları ağır indi, niyeti herhalde kaldırımüstü gitmekti ama ona tanımsız bir şey engel oldu bunun üzerine o da durumu kabullenip yere yığılıverdi! Yüzüstü kapaklanmış dizüstü kalmıştı o yüzden ilk bakışta esrik serhoşun teki işte çok kaçırmış da kusuyor falan sanıldı.

Aziz Bey’in tan vakti gelecek ve sekte-i kalbe dayalı ölümüne karşılık Namder’inki erken bir yollanış sayılırdı. İçerde patlayan şampanya tıpalarını andırır (Aziz Bey’in takıştığı masa olmalı) ama daha boğuk ve madeni bir sesi kenefte domalmak üzereyken hemen yanıbaşında -fazla yakınında- duyan Namder Suphi, hemen oraya çöküp gitmek varken kaderine direnmiş yaralı hayvan gibi can vermeye uygun kuytu bucak bir yer aramış esatiri bir dirençle kendini dışarı sevketmiş ve orayacak düşüp ölmüştü.

Sabahleyin en yakın karakol dosyasına bir fail-i meçhul daha eklenecekti.

Görüldüğü üzre pek naif epey gerçeküstü yıllardı.

Bütün meyhaneler hâşâ kültür pınarı içkisatıcılar işadamı çalgıcı taifesi üstât ayyaşlar hâzâ ârif ve beyfendi kişiler imiş gibi takdime cüret edilebiliyordu.

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler