×

Uyarı

JUser: :_load: 948 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Adımlar

Aktif .

Otobüsten indiğim anda eğlenceli bir temaşayı geride bırakmıştım. Kaldırımda rahvan adımlarla yürüyor, ruhumun dehlizlerinde kaldığım yerden devam ediyordum düşüncelerime.

Çoğu zaman kaldırımlarda hep kaçtığım, kaçındığım meselelerin içinde buluyordum kendimi. Yanımda bana eşlik edecek biri olsaydı bu meselelere dalmazdım sanırım diyordum. Ama kaldırımlarda benimle birlikte yürüyecek birisini düşünemiyordum. Kaldırımlar yalnızlığımın mihveri gibi, adımlarımla dönüp dolaşıyorum etrafında. Ama bu sefer adımlarımı atarken daha bir içliydim, beden yorgunluğum yanı sıra ruhum da yorgundu.

Bölük pörçük, yarım bırakılmış hayallerdi ruhumu yorgun düşürüp kederimi arttıran. Mutluluğa yelken açmış sonra da ilk rüzgârda yan yatıp, ıslanıp, denizin derinliklerine yol alan bir kâğıt gemiye benzetiyordum kendimi.

O sıra Makberin ön sözünü hatırladım, ” Kederimin artması için sevinmeliyim” . Kederinin artması için sevinmelisin çünkü bu sevincin ertesinde seni daha büyük bir keder bekliyor olacak, diyordu şair. Şimdi anlıyorum çocukken neden büyüklerin “ Çok gülme oğlum, sıkıntı basar” dediklerini. Aslında dilimize yerleşmiş nasihat niteliği taşıyan basit cümlelerin, hayata dair ne kadar da büyük bir gerçeği içinde barındırabileceğinin bir örneğiydi bu.

Hayal kurmaktan hep kaçınırım derdim kendime; çünkü bilirim hayal kurup iştiyak halinde beklemenin biz insanlara ne kadar büyük kötülük ettiğini. Ama her seferinde de kendime söz geçiremiyordum. Ben ve kendim çok farklıydılar. Kendim muhtevasında mükemmelliği temsil ediyor ama ”ben”, her zaman yarı yolda kalan mağrur bir kişilik oluyordu.

Kaldırımda yürürken ellerim boşlukta sallanıyordu. Hayal dünyamdan kopup, herkesin bildiği ama kimsenin kimseye söyleyemediği basit ama acı veren gerçeklerle yüzleşiyordum uzun bir süredir.

Yanaklarım alev alev yanıyordu. Oh! Olsun diyordum kendime. Kendimle ben çok uzaklardaydık ve kavuşabileceğimizi bir birimize denk düşebileceğimiz herhangi bir sükûnet, huzur anı yoktu. Biriktirdiğim elvan güller, her kendime yenilişimde kurumuştu avuçlarımda ve bir kum tanesi gibi süzülüp parmaklarımın arasından rüzgârla birlikte savrulmuşlardı.

O rüzgâr hep aynı yöne doğru esiyordu, renk renk güllerimi benden alıp çok uzaklara götürüyordu.

“Hayat da böyledir… Hayat da böyledir. Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez. Batar insan ve boğulur”

Nihayet yorgun adımda olsa gelebilmiştim iş hanına. Birkaç ders kitabı almam gerekiyordu. Girdiğim ilk dükkândan kısa bir süre de olsa pazarlık yaparak kitaplarımı aldım. Cebimde kıtı kıtına birkaç gün yetecek para kaldı.

Dükkândan çıktıktan sonra alt kattaki sahaflar çarşısına uğramak ve uğramamak arasında kararsız kalmıştım. Aklımda sormak istediğim birkaç kitap ismi vardı. Bunları düşüne dururken kendimi çarşının en büyük ve benimde sürekli müşterisi sayılabileceğim sahafçının kapısına gelmiştim. İçerisi her bir yanı iki insan boyu raflarla çevrelenmiş.

Raflarda sararmış, sayfaları yırtılmış, kapak resimleri solmuş kitaplar… Eskimiş kitap kokusunu içime çekerek raflarda göz gezdiriyor bir yandan dükkân sahibini gözlüyordum.

Uygun bir zamanını bulup, Haruki Murakimi, Marcel Proust ve Faulknerr’in birkaç kitabını sordum. Yoktu. Sonra kolay kolay kimsenin tanıyamayacağı adı duyulmamış benimde bir rastlantı eseri yüz yüze de tanıma fırsatı bulduğum bir yazarın kitabını gördüm. Onun kitabını raflarda görmek beni sevindirmişti.

Dükkândan çıkmak üzereyken son kez göz gezdiriyordum. Bu sıra dükkânın öteki ucunda üst üste dizilmiş kitap yığınlarının arasından orta yaşlı bir adam el ediyordu bana. Herhalde kitaplar hakkında soru soracak düşüncesiyle yardım sever bir ruhaniyetle yanına gittim. Orta yaşlı mütevazı bir adamdı ama adamda yersiz bir heyecan vardı söze nasıl gireceğini bilemiyor gibiydi.

Sonra bana eskimiş, sayfaları sararmış bir kitap uzattı “ Bence bu kitabı okumalısın” dedi. Kitabın adı “Alevler ve Güller”di. Adama kanım çok ısınmıştı, tüm bu sıkıntısı bana bir kitap tavsiye etmek içinmiş. Bu durum bana çok değer verdiği bir gizi açıyor olduğunun göstergesiydi. Kitabın ismi de ilgi çekiciydi “Neden bu kitabı okumalıyım?” diye sordum.” Bu kitap benim hayatımda okuduğum en güzel iki romandan biri” dedi diğerini de çok merak etmiştim ama sormaya cesaret edemedim.

Kitabın sayfalarını karıştırmaya başlamıştım roman karakterlerinin isimleri hoşuma gitmişti bu sırada bir yandan da adam kitabı anlatıyordu. Siyasi iklimde geçen bir aşkı anlatıyormuş, kendisini sürekli sorgulayan bir adammış başkarakteri. Kitapta insanlar seviyor ya da ölüyorlardı.

Kitabı sizin için alıyorum diyerek adamı sevindirip, cebimdeki sınırlı sayıda parayı da kitaba vererek dükkândan ayrılmıştım.

Caddeye çıktım, kaldırımda yürümeye devam ettim bu sefer yalnız değildim bir kitap vardı, içinde insanlar seviyor ya da ölüyorlardı.

Online dergiler Online dergiler