Desem Öldürmezler Demesem Ölmem

Abdulvahid Gezer tarafından yazıldı. Aktif .

 

Şöyle modernizm üzerine üç-beş kitap okuduktan sonra benim gibi genç okurların havsalasını bir tutukluk alıyor. Modernizmin hayat tarzımızın şekillenmesine hediye ettiği kırılma artık her olguyu modernizme vurmak,ikircikli görünen her meselede topu modernizme atmaya yeltenmek gibi bir takıntı bahşediyor zamanla. Bu takıntı bir medeniyet olarak Batı modernizminin sunduğu bağlamların söz konusu olguları kapsayıp kapsamadığının test edilmesiyle anlaşılır. Tabi öncesinde medeniyetin ve özelde modernizmin hayata bağlamlık etme serüveninden kısaca bahsetmek gerekiyor.

Medeniyet hayatın üzerine bina edileceği toplumsal zemini inşa edebilmekle alakalıdır. Medeniyetin gücü ise üzerine bina edilen hayatın araçlarına/eşyalarına, onları kendisinden bağımsız düşünülemeyecek kadar sinmesiyle ölçülür. Yani medeniyet, muhatapları bunun bilincinde olsun veya olmasın, olguların bağlamı olmaya devam ettiği müddetçe gücünü korur. Hatta muhatapların bunun bilincinde olmaması medeniyetin zihin kodlarının artık oturduğu, medeniyet bağlamında üreyen hareketlerin sıradanlık kazandığı, örfe dönüştüğü manasına gelir. Mesela bir hikmete dayanan adab-ı muaşeret zamanla gelenekten olduğu için sürdürülen hareketlere dönüşür, zamanla o hikmetler yeni bağlamlarda yeni yansımalara ihtiyaç duysa da adetlerde bir değişiklik olmaz, bu da bir köhnemeye sebep olur. Bu durum da dinamizmini yitiren medeniyetlerin çöküşünün kaçınılmazlığının bir göstergesidir.

Gelelim Batı’nın modernleşme süreciyle kurmakta olduğu medeniyete, bu medeniyet aslında Eski Yunan’a kadar dönülerek okunsa özellikle fikir ve sanat alanlarında devamlılık arz eden bir seyre sahiptir. Bununla beraber düz bir yükselme ivmesiyle açıklanabilecek bir tarihsellikten söz edemeyiz. Eski Yunan ve Latin medeniyetlerinden sonra Rönesans öncesine kadar sürdüğü söylenen kopuş dönemi-ki bazı felsefe tarihçileri bunu Aristo’dan Bacon’a kadar diye de ifade ederler- bu eski medeniyetin hayata yansıttığı hallerin sonuna kadar köhneleştirildiği bir dönem sayılırsa Rönesans dönemi bu köhneyen medeniyetin hayata bağlamlık edişinin çözümlenmesi ve reddi Aydınlanma ise içi boşaltılan hayat alanlarının (günlük rutinlerin) yeni bir bağlama kavuşturulması süreci olarak nitelendirilebilir. Endüstri devrimi ise ‘zamanlaması manidar’ bir gelişme olarak bu yeni medeniyetin omurgasının oturduğu bağlam olmaya soyunur. Günlük hayatın planlanmasının temeline “mesai” ile çöker, gün ortası için yeni bir öğün icad eder, Pazar tatilinden murad edilen ‘din’lenmenin kiliseyle değil yatakla anılmasına sebep olur ve hakeza...

Kuruluş aşamasını aştıktan sonra medeniyetin gelişimini “ihtiyaç”lar belirler. Aslında bu ihtiyaçlar muhataplarının hayatlarıyla medeniyet arasındaki doğrudan ilişkiyi görmelerini engelleyen bir başka unsurdur. Buna en bariz örnek olarak çağın “hız” ve “erişim” tutkusunu gösterebiliriz. Kökeni bariz bir şekilde piyasanın talebine bağlı olan bu tutkular artık en basit vaziyetlerimize bile tesir ediyor. Zaten pazardan başlayan küreselleşmeninher ölçekte aynı hızla devam etmesi (hatta mikro ölçekte daha hızlı bir gelişmeden bahsedilebilir) de bunun göstergesi. Fakat piyasanın ihtiyaç duyduğu bu hız ve erişimin ferdin de kendi ölçeğinde talep ettiği “değer”ler olması fertlerin bunu doğal bir ihtiyaç olarak görmesine sebep oluyor.

Fakat mevcut medeniyetle problemi olanlar, yine “ihtiyaç”tan doğan diğer günlük fiillerle medeniyeti tahkim edenleri birbirine karıştırmak riskiyle karşı karşıyadırlar. Zamana uyum sağlamak ile zamanın hakim medeniyetine boyun eğmek arasında bir fark olduğu aşikar. Fakat zamanda uyum sağlanacak durumun hakim medeniyetin normalleriyle de sıkı bir ilişki içinde olduğunu teslim etmek gerekiyor. Burada takınılması gereken tavır medeniyetin bir hamaset sahasına çevrilmemesi. Nitekim Müslüman medeniyetinin kuruluş macerasına baktığımızda da Bizans ve Sasani devletlerinin teşkilat tecrübelerine kapı açıldığını görüyoruz. Çünkü o medeniyetin kuruluş aşamasında dinamikliği de maya yapmaya çalışan felsefe medeniyetin bir amaç olmadığını söylüyordu. Usûlleri, medeniyetin mayasıyla mihenge vurmak kaydıyla, diğer medeniyetlerden transfer etmekte bir sakınca görmüyordu.

Bağlamını anlatmaktan kendisini tasvire pek fırsat bulamadığım takıntı kendisini mirasçısı bildiği medeniyetin işte bu dinamik haline yabancılıktan kaynaklanıyor. Bunun da başlıca sebebi medeniyet savunmasını hamasi bir dille kurmaya çalışan muhafazakar literatür. Öyle ki, Batı’nın Doğu’yu anlamasının önündeki en büyük engel diyebileceğimiz Oryantalizm’in kardeşi bir zihniyetle Batı’ya bakıyoruz. Fakat bizim için bunu daha yıkıcı kılan, o Batı’nın medeniyet havzasının bizim hayatımıza da sirayet etmesi.

Yazar Hakkında

Abdulvahid Gezer

Abdulvahid Gezer

1994'te Erzurum'da tevellüd, 2012'ye kadar İzmir'de tereddüt ettikten sonra doyduğu yer olarak İstanbul'u belledi. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğrencisi.

 

 

 

 

Kafa Kâğıdı:       

Bu yazara ait diğer yazılar

Online dergiler Online dergiler