Eleştiri: Sherlock Holmes | Kültür&Sanat

Kültür-Sanat Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

“İMKÂNSIZI ELE; GERİYE GERÇEKLER KALIR”

Polisiye edebiyatın ortaya çıkışının modern zamanlara denk gelmesi bir rastlantı değildir. İlahi olanın yerine aklı yerleştiren ve metafizik olan ne varsa dünyevileştiren moderniteye koşut olarak, polisiye edebiyat da aklın tüm gizemleri çözebileceğini öngörür. Bunun en iyi örneğini hiç şüphesiz Arthur Conan Doyle’un yarattığı dünyanın en ünlü dedektifi Sherlock Holmes verir.

Soğuk aklın cisimleşmiş hali gibi duran Sherlock Holmes, en çetrefilli olayları, çözülmez gibi görünen labirentleri ayrıntıları fark etmedeki üstün yeteneği ile serimler ve bilinemez olana açıklık kazandırır.Aklının yanında iletişim yeteneklerinin fazla gelişmemiş olması, toplumsal yaşama karşı mesafesi, elitist tarzı, aşırı titizliği ve katı mantıkçılığı onu benzerlerinden ayırır. Bir bakıma Sherlock Holmes bu özellikleri ile o dönemin İngiliz kent soylusunun izlerini taşır. Arthur Conan Doyle’un “Sir” ilan edilmesi de böylelikle açıklık kazanır.

Bu açıklamaları yapmaya gereksinim duymamızın sebebi, aslında herkesin çok iyi tanıdığı bu dedektifin temel özelliklerini yeniden hatırlatmak. Guy Ritchie’nin Sherlock Holmes filmini bir de bu bilgiler ışığında izlemek. Çünkü Guy Ritchie’nin Sherlock Holmes’u, ünlü dedektifin camera obscura’ya konulmuş hali gibi: Baş aşağı duran bir Sherlock Holmes karşımızdaki. Arthur Conan Doyle’un yarattığı dedektifin karşıt özelliklerini taşıyan korkunç bir ikiz kardeş gibi duran Ritchie’nin Sherlock Holmes’unun isim dışında ana karakterle herhangi bir ortak özelliği yok.

O nedenle Ritchie’nin neden bir Sherlock Holmes filmi çektiği gerçekten tam bir gizem olarak kalıyor. Robert Downey Jr.’ın Cehennem Silahı’ndan çıkmış gibi duran dedektif tiplemesinin Holmes ile uzaktan yakından alakası yok. Doyle’un karakterinin bir anti tezi söz konusu olan: Dağınık, pasaklı, serseri ruhlu, kavgacı, düzensiz bir alkolik olarak karşımıza çıkan Sherlock Holmes, mevcut karakterden çok, Tony Stark’ın izlerini taşıyor.

Tek bir şiddet sahnesine rastlamadığımız orijinal Sherlock Holmes hikayelerini hiç okumadığını düşündüren Guy Ritchie, yarattığı karakteri Dövüş Klübü’nün ortasına yerleştiriyor. Deyim yerindeyse avamdan olabildiğince kaçan alaycı Sherlock Holmes’un alt sınıf eğlencelerinin düşkünü bir kumarbaz olduğunu gördüğümüzde, artık izlediğimizin bir Sherlock Holmes filmi olmadığından emin oluyoruz. Rush Hours, Lethal Weapon gibi filmleri hatırlatan Sherlock Holmes, gerçek bir kafadar filmi olarak da niyetini belli ediyor.  

Dr. Watson karakterine olması gerektiğinden daha fazla karizma biçen Ritchie, herkese ulaşmaya çalışan beceriksiz bir politikacı gibi, hedef kitlesini genişlettikçe genişletiyor.

 13 yaş grubunu tatmin edecek bir eğlence vaat eden Sherlock Holmes, iki erkek arasındaki ilişkiye dair homoerotik çağrışımları ile eşcinsel kitleye de sesleniyor. Yönetmenin yaptığı işinden ne kadar emin olduğunu da bu tavrından anlayabiliyoruz.  

Bizi yeni bir Sherlock Holmes filminin beklediğini gözümüze sokan Ritchie’nin bu ismi satacak bir markaolarak kullandığı gayet açık. Ritchie’nin bir sonraki filmde Sherlock Holmes’un eline Hattori Hanzo kılıcı verdiğini görürseniz, şaşırmayın.

 

Ancak ilkinde tongaya düşürdüğü izleyicinin ikinci kez aynı tuzağa takılabileceğini düşünmesi, Ritchie’nin Sherlock Holmes’un zekâsına yaptığı en büyük hakaret oluyor…

 

Paylaş

Online dergiler Online dergiler