Boğacı

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

BOĞACI

Hani yelin savurup sürüklediği gazeller olur ya, işte öyleyim. İç dünyamda kopan fırtınaları kimse bilmiyor. Herkesin hayatı kendine göre -mutlaka- bir romandır. Buna da itirazım yok tabiî. Bu konuda pek çok kader arkadaşına sahibim. İnsan bazen efkâr dağıtmak ister; öyle oldu.

Tebdil-i mekanda ferahlık var denmiştir.

Geçenlerde Üsmen’le köylerine gittik. Niyetim birkaç gün kalıp dönmekti.  Olmadı, on gün kadar kaldım. Üsmen’le arkadaşlığımız epey eskiye dayanır. Üniversitede birlikteydik. Benim şimdi Ankara’da bir tuhafiye mağazam var. Memurluktan gınâ getirip iki arkadaşla açtık, işler iyidir, halimiz de içgüveyinden hallice... Üsmen’se bin bir zahmetle -başı balâdan kurtulmadan- mekteplerde hocalık ediyor.

Çok hoş, verimli bir gezi oldu. Tabiî benim için öyle. Yoksa köydeki hayat ve insanlarda herhangi bir değişiklik yok. Sonradan saydım, değişik tipte tam yirmi bir adamla yüzgöz olmuşum. Her merhabalaştığımı saymadım; ne bilsinler benim fahrî tipoloji uzmanı olduğumu. Köy güzel... Kuzeydoğudan kır kokulu, aceleyle ve yuvarlanarak gelen rüzgârlar esiyor. Bu esiş yazın üşütmeyen, sadece yaprak kımıldamasına gücü yeten isimsiz bir kımıldanış. 

Bu köyde gereğinden fazla çavuş lâkaplı adam, bir nefer, komando, bahriyeli, onbaşı, gedikli, teğmen, paşa bir de mareşal var. Çoğu da yaşlı. Yalnızca içlerinden Komando Üsên derler birisi yirmili yıllarını sürüyor. Komando bizim Üsmen’in çocukluk arkadaşı. Canayakın, konuşkan, içli, hisli, işi bitmez cinsinden aceleci birisi. Sohbeti seviliyor.

Köyde üç üsmen daha var, diğer ikisi dede-torun. Ölmüş bir amiş, yine merhum bir abduş yerine torun abduş. Pek çok zeynep’e karşılık bir aliş bulunmayışı büyük talihsizlik. 

Komando Hüseyin’in biri daha iki atlama yapmış küçük ile öteki yetişkin iri, safkan iki boğası var. Suni dölleme zor ve masraflı olduğundan komşu köylerden bile onun boğasına hayvan getirenler oluyormuş. İşte bizim Komando’nun bütün derdi bu boğalar; boğacılık! Bütün vaktini boğaya hayvan çekmek alıyor. Her atlatmaya yedi sekiz bir lira gibi bir ücret isteniyor. Ayda otuz-kırk hayvan bu işe talip olduğuna göre, bağın durumu iyi; ekmek, çay parası çıkıyor. Esas işi çiftçilik, süt ve besicilik. Zaten bu köyde damında sağılır ineği olmayan ev yok. Bütün bunlar iyi hoş da hele şu Rıfkı olmasa! Tamam olsun da ille evi hemen karşıda olmasa. Olsun da illâ velâkin Rıfkı’nın boğası olmasa...

Rıfkı Aga altmışa yakın bir yaşa, epey gelişmiş bir göbeğe, kırmızı bir benze, çoluk çocuğa ve ne yazık boyu alçak hüneri pek çok boğacığa sahipti. Koca köyde -hatta yörede- iki boğacı ve evleri de alın alına birbirine bakar. İşte bu evlerin tokat kapılarından da millet birbirine bakar. Bu bakışlar acep ne yürekler yakar... Boğa işinin mûcidi Rıfkı Aga imiş. Hüseyin sonradan seçkin bir danasını boğalaştırmış. Eş dost akraba falan derken iş büyümüş ve/fakat karşı komşunun işler küçülmüş. O günden beri göz süzmeler, sert bakmalar, anlam yüklü hareketler, kıl karartmalar, ayıp oluyô yâniler ve sonunda ‘müşteri ayartma’ suçlamaları başlamış. Suçüstü yapmak için yedeğinde hayvan görülen canlı insanı takip etmeler, ‘bize gel’ demeler, olmazsa selamı sabahı kesmeler, türlü türlü nâne yemeler, sinirden terli terli ayran içmeler, iç çekip kendinden geçmeler... Hâsılı, Rıfkı Aga ile Hüseyin’in vaziyetleri az şekerli olup çıkmış.

Sıcak bir gün öğle üzeri Kocaçeşme’ye giden sokak başında yedeğindeki düveyi çekiştiren bir adam göründü. Bu Ninenin Azizi’nden başkası değildi. Ninenin Azizi üşenen, eskilerden kalma bir yürüyüşle evlere yaklaştı. Adamcağızın tek derdi, zavallı boğasak düvesini bir kerecik boğalatmaktı; başka bir amacı yoktu. Yürüdü geldi, müphem nazarları sağdaki tokat kapısına sabitleşti. Her misafirin yaptığı gibi duyulmaya yetecek bir sesle haykırdı. Karısı ve iki küçük kızıyla yemek başında olan Komando, cevap bekleyen sesi duydu. İşte yine acemi bir düve getirmişlerdi.Yâni, bunlar da hep yemek sırası gelirdi.

Telaşsız dışarıya seyirtti. Tokat altına vardığında tezkereden kalan pantolonu ayağına geçirmişti bile. Selamlaşma, nasıllaşma ve ayaküstü dertleşme yapıldı. Hayvan çekildi, boğa getirildi, iş oldu da bitti. Hediyesi neyse verildi. Bugünlük de kaynayan kazandan hâriç çay masrafı çıkmıştı. Herhalde akşama kadar bir düve daha gelirdi. Yirmi dakika geçmeden Ninenin Azizi kendini uğurlanmış buldu. Bütün bunlar olurken, karşı tokat kapısı aralığından bir çift gözün olanı biteni seyrettiğini kimse farketmedi. Çift ışıltı olanları bilinmez bîr ilgiyle takip etmişti. Sonra gözlerin âit olduğu beden yavaşça kımıldadı, yerinden sıyrıldı, belli olduğu anlaşılan bir gaye için avlu içinde hareketlendi. Sâdık her eş gibi olanı biteni sevgili evdeşine aktardı. Ayrıca olay hakkındaki duygu ve düşüncelerini de yorumlu olarak sundu. Ez cümle durumu izah etti. Gerisini onun halletmesini dileyen son sözden sonra, bu bir çift göz düzende dokunmayı bekleyen yarım hasırın başına döndü. 

Komando Hüseyin kahve için adımını attığında Rıfkı Aga’yı sokak ortasında -sanki- kendisini bekler buldu. N’âpılsındı şimdi... Bir tereddüt... Nihayet yarım bir bakış ve dil ucu selamı... Ne diyecek acaba?

-Üsên, bize gelenleri sokaktan niye çeviriyôn?

-...

-Yengen görmüş, Aziz’i kapı ağzından çekmişsin.

-Yâv Rıfkı Aga, yok öyle bi şey...

-Vaar... var.

-Ekmek yirken haykırdılar, çıktım.

-Yook... yok, adamı bizim tokat önünden çağırmışsın.

-Yâv vallâ çevirmedim. Adam bana gelmiş.

-Bak Üsên, bu böyle hiç olmuyô hiç!

-Bana bak, çağırırız Aziz’i sorarız. Haklıysan ben özür dilerim, yoksa sen benden. Tamam mı?

-...

Komando’ya her müşteri gelişten sonra bu taşkınlık sürdü. O da bu işe kendini kaptırdı. Senin danandı benim düvemdi derken, enikonu hasetleşme başladı. Kimin nesini nereye götürdüğünü, bu işle Rıfkı’nın ilgi derecesini ölçüp tartmaya başladı. İşte bu sıralarda epeydir kesilmiş bel ağrısı da geldi azdı. Bugün yarın diye iğiştirdiği doktor işini ciddiye aldı. Çarşamba pazarı kurulduğu gün doktora çıktı. Boğacılık danacılık işleri sanki başından ensesine, oradan da süzülüp belinin ağrıyan bıçak ucu batımlı yerine gelip dayanıyordu. Doktor bakıp muayene etti, ilaç yazdı, ‘kendini yorma, bir derdin mi var’ dedi. Dert mi... hem de ne dert! Herkesin bildiğini niye saklasındı. 

-Bilirsiniz bizim işler hayvan işi.

-Evet, damda mı kaktırdın belini?

-Yok yok...

-Dana falan mı süstü?

-Süsme de yok (Aman Allahım, gene dana lafı. Bu danacalık mahvetti zaten bizi be).

-Ya n’oldu?

-Benim kafam karışık, moralim bozuk. Bende bir buva var. Sığırlara tutuyôz. Bir de Rıfkı’nın buvası var. Birbirimize hasetlenirkene iş başa vurdu, oradan da belime!

-Moralden bel ağrımaz!

-Nasıl ağrımaz Doktor Bey, kendi derdimiz yetmiyômuş gibi bir de elâlemin sığırına sıpasına terazi tutuyôz.

-...

Hüseyin bir hayırsever komşunun haberi üzerine pürtelaş evden çıktı, kestirmeden gidip ara sokağa saptı. Ortalıkta kimsecikler yok, öyleyse koşulabilir.

...tam işte böyle bir gün bu vakitlerdi üçüncü tabur ikinci komando bölüğü cebrî yürüyüşte başlarında ankaralı bir yüzbaşı kimse sevmez hüseyin niye sevsin ki ne demişti işte karşıda düşman bölüğü tam teçhizatlı taarruz edeceğiz hedefe ilk varan kazanır eğitimde kaytaranlar döküleceek haydi kandıralılar haydi komandolar yürüyün lan pezevenkler bura ana kucağı değil asker ocağı her-şey va-tan i-çin cırtlak bir hücuumm nârası ilk varan kendisiydi tabiî afferini de o almıştı hey gidiydi günler hey kom-man-do kom-man-doo oyy...

İşte şimdi de koşuyordu.

Ne vardı karşısında; yine hayâlî düşman bölüğü mü, hayır. Soluklanıp bakındı. Karşıda, mektep avlusu yanında yenice arabadan indirilmiş iki şaşkın düve... Bu düve sahipleri düvelerle beraber hemen kafakola alınmalı, boğaya çekilmeli, İkinci Boğaç zaferi kazanılmalıydı. Afferin çeken yüzbaşı müzbaşı olmamış ne çıkar (Zaten sevmezdi). Köyde bir sürü çavuş, gedikli, teğmen, paşa, mareşal var...

Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler