Adamyer Kamil

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

ADAMYER KÂMİL

Bir adamyer düşündüm ya da Adamyer düşündürdü beni yine ve dünyada düşünce adlı varlığın varlığından bile habersiz bir adam(ı) düşünmenin ağırlığı çömdü üzerime...

Gerçekte sıradan birisiydi, bilinen tek leşi vardı. Adamyerliği ise küçükken ısırdığı birkaç kol kulak burundan ibaretti (Lakabını sonradan edindi diyenler de görülmüştür). Çiroz Necmi’yle karşılaştırıldığında durgun görünüşlü denebilirdi. Anasının ilki olan Necibe’yle aynı mahallede otururdu. Ama Necibe’yle uzak yakın hiçbir ilişkisi olmamıştı. Kendisi ergenken Necibe artık enikonu koca dulkarıya dönmüştü, lakin cami mihrabını yerinde unutup gitmişti.

Adamyer ve düşünce denen şey ikisi bir arada durması imkansız iki varlık gibidir. Olsun, ben yine de -zaman zaman- onu düşünüp kendi yolunca anarım. Son gördüğümde elli üç yaşındaydı ve eşi tarafından terk edilelinin üzerinden sekiz ay geçmişti. Yüzüyle özdeş bıkkın, bezgin, itirazlı ve hayata muhalif ifade esnemeye yüztutmuşa benziyordu. Saçı başı giyimi bozuk yeniyetmelere seslenirken az biraz gülümsediği ve artık eskisi kadar sövmediği biliniyordu. Üzerinde boğazlı kazak arada balığa çıktığına, deri ceket ise şoförlüğüne işaretti. Tırtıl bıyık, kirli sakal, orta boylu, kalıp yapılı ve saçı dökük değil; sesinde gürleme yok. Bu adamda adı unutulmuş çocuk bir gönül olabilir. Yerini bulmamış hayat ve oturmamış bir zamanı yaşıyor...

Vaktiyle her tür naneyi yediği için nâmı naneyer olması gerekirken garip biçimde Adamyer’de sabitlenmiş bulunuyordu. Romanlarda görülen ve karnını gülücükle doyurduğu söylenen insan türüne bakıldığında, ilk elde Adamyer’in de adam yiyerek yaşadığı sanılırdı!

 *

Evet... şimdi gelelim Kâmil’in adamyerliğine. Gün geliyor Kâmil’i askere alıyorlar, gidiyor tabî, hani sıkıyorsa gitme diye bir söz vardır, bu söz gereğince alınmış oluyor.  Öyle bir söz var mıydı anlamlı bakışınızı görüyor ve takdir ediyorum, bilirsin ben işime gelmeyenleri de ıskalamam. Beklenen şeyleri o da yaşıyor, her vatan evladı gibi rrğatt zzrooll tüfek aass vs. sok çıkar türü işleri başarıyla yapabiliyor, kendisine sunulan ve acemiliğin sunduğu avantaj denilen nimetleri tepe tepe kullanıyor, yeri geldikte kerize yatıyor, puşt zulası hazırlıyor, hasta ayağına takılıyor, türlü dümen... haa birliği de tümen! Eğitimden yırtıyor ama nöbet... Bitmeyen bitirilemeyen nöbet görevi canına tak ediyor, ediyor etmesine de esaslı bir çözüm üretemiyor. Sol pezevenkler sol, saağ-a döön, uygun adıımm marrşş, her-şey va-tan çin falanlar, bol sulu çorbalar, kökübiryerde ıspanak, kurtlu bulgur, gazlı fasulye... Tabî kantine müşteri lazım, orayı da subaylar işletiyor, iyi dümen yani (birlik için tümen demiş miydim?) mıntıka temizliği, açaç geldiydi filan derken ille de nöbet... Üst üste yazılan saat başı tutulan sabahlatan uyku aratan hayalleri körelten zamanı dölleten nöbet! Olması kaçınılmazla karşılaşması çok sürmüyor. Günün -herhalde gecenin olacak- birinde elde dipçik sırtta tüfek boyunda çene uyuklarken kol gezen yüzbaşıya yakalanıyor, adam usulca yaklaşıp -nereden bulduysa- elindeki copla Kâmil’e vuruyor (Galiba yüzü olacak). Rütbesi yüzbaşı olduğu için yüzüne vurdu diyenler de olmuştur. Adamyer, toparlanıp bilinen nöbet tekmilini seslendirmek yerine, sazan gibi yüzbaşının üzerine atılıyor (Kedi gibi de sıçramış olabilir) kendi bir yanda tüfek öbür tarafta gözler faltaşı, dişler kıyır kıyır... Rütbeli kişinin halen cop tutan bileğini ısırıyor “At o copu elinden yoksa seni yerim ben bildiğin kâmillere benzemem lan” diyor. Adam yaka paça silkip ters yönlü bir kaçış tutturuyor. Bir yandan da kurtarın beni şu delinin elinden biçimli bağırdığını duyanlar oluyor, koşmanın sonlandığı yere varana dek ısırıklı sağ kolunu soluyla avuçluyor tabî, ardınca on tane kuduz aşısı yaptırıyor, göt göbek kevgire dönüyor.

-Sonra?

-Tutukluyorlar tabî, altı ay cezaevinde yatıyor, tezkeresi gecikiyor. Bu ilk girişi, ikinciye dönüşten epey sonra düşüyor.

-Pekii... Kafama takılan bir şey geçti, cop değil kırbaçtır o!

-Anlamadım, nasıl yani?

-Aynen şöyle: Yüzbaşı emirerinin görevini yerine getirip getirmediğini görmek istiyor, adamı kıvrılıp uyumuş halde buluyor, kırbacını adamın suratına indiriyor, adam ayağa kalkıp özür dileyeceğine subayın bacaklarına yapışıp at o kırbacı elinden yoksa seni yerim, diye bağırıyor.

-Eveet doğru ya, şimdi hatırladım, Kafka’dan bir bölüm bu.

-Doğru tahmin.

-Hay Allah... nasıl olur da benzerliği fark etmem, aptallığım tutmuş olmalı.

-Yook o kadar da değil.

-Bir sabah uyandığında kendini böcek olarak bulan adamın hikâyesiydi galiba, adı da değişimdi ya da dönüşüm.

-Die Verwandlung yani dönüşüm ama Değişim adıyla ve Vedat Günyol tarafından çevrilmiş; 1955.

-Evet ya... Nasıl da bilirsin böyle şeyleri.

-Ama o değil, In der Strafkolonie olacak, yani Ceza Sömürgesi.

-Eveet ilk baskılarda Ceza Kolonisi diye çevrilmişti.

-Aslı öyle zaten “Kolonide” gibi bir şey    

-Adamyer’in böyle büyük bir yazarın kişisiyle aynı özellik göstermesi müthiş!

-Öyle görünüyor.                                                             

-İnanması güç, acayip bi benzerlik...                                      

-Şimdilik eşteşlik diyelim. Adamyer’de intihal yeteneği var mı veya bu türlü temsil kimliği barındıran bir kapasiteden söz edebilir miyiz, birikim düzeyi nedir, acaba hikâyeyi okumuş mudur, günde beşyüz koyun ve iki kişioğlu yiyen Tepegöz’den falan haberi var mıdır?

-Yook daha neler, Adamyer’den konuşuyoruz, o hikâye nedir bilmez, dünyada hikâye diye bir olgunun varlığından bile habersizdir. Ama ve fakat kendisi bizzat hikâye kahramanıdır. Tepegöz olsa ortalıkta adam komaz tüketirdi. Yine de Yün Ali derler bir kasapla yakın arkadaştı, bir Yapağılı Kocası eksikti yâni.

-Sevdim adamı... Örnek bir türe benziyor.

-Evet, türünün son örneği. Biliyor musun Kafka denince hep Kafkas çağrışımı duyarım. Çerkez bir arkadaşım vardı Kafka, Kafkasyalı demek der adamı kavm-i necipten sayardı.

-Yamyamlık var mı sizinkinde?

-Yook canım daha neler...

-Peki nasıl oluyor da...

-Şöyle oluyor...

 *

Mahallemizde -ben çocukken tabî- Adamyer Kâmil derler emin sakin, esen tükel bir adam yaşardı. Kahve masası cazgırı Vefalı Vefa Efendi onun için şu mâniyi tekerlemişti:

 Etten kemikten mâmul

Her tırışkaya âmil

Ağyârına da şâmil

İşte Adamyer Kâmil

Babadan yetimdi ama başında anası vardı. Nedense onu -çok sonraları tabî- Yunan mitolojisindeki kendi kuyruğunu ısıran ejdere benzetirdim. Adamyer, paçamda bir şey mi var gibisi ikide bir ardına göz atarak yürürdü. Isıran bir gülümsemesi vardı. Yaklaşık tahmin ile kırklı yaş sürdüğü söylenebilirdi. Vaktiyle evlenip barklanmıştı. Şimdilerde kadın üç çocuğuyla baba yanında kalıyordu. Büyüğün liseye gittiği, küçük olan ikizlerin beş yaşına bastığı biliniyordu. Onunki geç bir evlilikti. Liseli, kadının ilk kocadan olma saz benizli mısır püskülü saçlı genç irisi etine dolgun adı da Suzan birisiydi. Kız feleğin çemberi falan demeyip geçmiş, kendine aynı sınıftan ama ayrı mahalleden Gamze adlı bir ayaktaş edinmiş ve yaşını başını almış bir dişçiye musallat olmuştu. Diş çekmeydi, dolguydu, bi daha gel falan derken orayı yol edinmişti. Âhir ömründe iki azgın tazeyi elinde buluveren adam, ardında gavur köyü yok ya kâm alalım naneli soluk koklayalım irilik dirilik görelim emelim gömelim biraz da biz ölelim anasını satîm yollu fikrini şaşıp şeytanın ters pabucuna uymuştu. İki ergen kısrak dört yanınca dönüp herifi evinden koparmış kendi de ipten kazıktan kurtulmuşa dönmüştü. Anne bağrına taş basıp âh etti Adamyer’e bir şeycikler duyurtmadı. İkinci bir cinayet daha işleyip mapuslarda çürüsün istemedi. Biriken meseleleri topladı kapıyı çarpıp baba evine gitti. İkizler anneden ayrılmayacak kadar küçüktü. Adamyer kendine kahretti anacağına sarıldı “Çamaşır bulaşık yine sana kaldı yürümüyor işte gene dikiş tutturamadım kabahat bende biliyôm söyle ana yoksa dünyanın işi mi böyle hadi ben kahveye çıkıyôm geç dönerim yok yemîcem tokum” dedi. İlk cinayeti gereksiz yere karıştığı bir sokak kavgasındaydı ve hapçılardan tekinin elindeki bıçağı kapıp rastgele saplamakla sonuçlanmıştı. Dört yıl kadar yatıp çıktı, afla tabî. Yeri geldikte atıp tutar masa veya dükkan önü arkadaşları da hadi yeme bizi gene der, o da bu da laf mı yâni ben adamı harbiden yerim diye karşılık verirdi. Onca sopa ve turşu yemişliği unutulup gel zaman git zaman adı adamyere çıktı. Öyle denmesini sevdi. Askerlik dönüşü yirmili yaşlarda edindiği takma adından memnundu. Duyan, onu bir tür kabadayı falan sanıyordu. Gittikçe ısındı ve enikonu -ama sıradan- kabalaştı. Kaş göz yarmalar kafa kol kırmalar kalp üzmeler yalan düzmeler küfür dizmeler bot görünümlü çizmeler... (Doğan görünümlü şahinlerin piyasaya avdet ettiği korkulu yıllardı). Bu yüzden evliliği gecikti. Kimse geleceği bugünü karışık bir herife kız vermek istemiyordu. Aksine aksi kendine gönül veren de çıkmadı. Eh zorla da güzellik olmuyordu. Bir ara bir düşmüş karıya takılır gibi oldu, yürümedi. Saymaya kalksa sırasını şaşıracağı türlü mesleğe başlayıp bitirmeden bıraktı. Yama çok büyüktü ve dikiş tutmuyordu. İki küçük kızkardeşini everip yeğenlerin dayı demeye başladığı günlerde bir pavyonda iş buldular. Adamyerlik değil parayerlik geçerli o mekanda da tutunamadı. En çok pezevenklere gıcık kapmıştı. Ardınca tek düzgün bildiği beceri olan şoförlükte karar kılacak ve bugünlere erecekti. Direksiyon başına geçtiğinin ertesi yıl Naciye’den söz edildi, üzümün çöpü armudun sapı demeyip sazanlama atladı. Kadın iyi aile kızıydı, namazında niyazında kıblebilir ama vaktiyle yanlış evlilik yapmış taze bir duldu. Elbette küçük sarı pürçekli kızına da babalık ederdi, daha insanlık ölmemişti. Evle birlikte işleri de yolunda gitmeye başladı. Yılı dolmadan dolmuşçu ortağı yapıldı. Gene o yıl bitmeden ebeler Naciye Hanım’ın kucağına kundaklanmış iki bebek uzatıverdi. Dünya tatlısı ikizlerin üçe bastığı günlerde Adamyer’in mayası hükmünü icra etmek üzre kabarmaya yüztuttu. Dışarıda yapıp ettiği yetmezmiş gibi evde de çilingir kurmaya yeltendi. Araya anası yanında hatırlı komşular girdi. Tatlı dille başlayıp ne halin varsa göresin şeytan azapta gerek bizden bu kadar diye söz bitirdiler. Üç güne kalmadan tövbekâr oldu. Bu arada sarı kız iyice serpilmiş, yol arşınlayan delikanlı sayısındaki artış göze batmaya başlamıştı. Adamyer’in ufak bir el temasıyla derhal toparlanıp yalnız sokak değil mahalleden dahi el etek çekildi. Naciye, artık olmaz iş işleyip türlü dümen çeviren sarı kızla ilgili bir karar vermesi gerektiğini biliyordu. Günlerce düşündü ve ıslah-ı nefs eylemiş kocasını korumayı seçti. İçine attı yutkundu kan kustu yüreğine ineyazdı... Adamının yaklaşan ikinci cinayetini önleyebilirdi. Bir gün düz lise ikiye giden ve adı suzan olduğu halde suzi dedirten birinci kocadan olma kendinden doğma kızını karşısına aldı, yirmi dakika dolmadan konuşma sona erdi. Saz benizli tavlı kısrak titremekten ağlamayı unutup buz kesen sırtında beliren müphem seğirmeler eşliğinde öyleyse hemen kaçalım diyebildi. Dişçiden sonra sıranın kendisine geleceğini anlaması için zeki olmasına gerek yoktu. Ve ikisi de Adamyer’i gerçekten sevdiğini o gün anladı. Onu korumak için evi terk ettiler. Adamyer karısını öyle seviyordu ki o gece fısıltıyla bile olsa gitme diyemedi. Soluna dönüp uyur gibi yaptı. Çok istemesine rağmen ancak beşinci gece ağlayabildi, yalnızdı.

 *

Bir gün...

Her mahallede görülen bilinen bir gün.

Yarı bıçkın, biraz kabadayı, hayatta dikiş tutturamamış, bir yönüyle saf kalpli, dolmuş şoförü, Naciye’nin ikinci kocası, ikizlerin babası, sarı kızın babalığı, cumalara gider, ramazan orucu tutar, ilkmektep mezunu, dericeketli, hafif göbekli, iki dul bir arada dede mirası evde anasıyla oturur, yeniden evlenme düşünmez, içkiye tövbeli, cigaraya alışkın, gülümseme öğrenmiş, emekliliğine iki yıl var bir adam iken... Sıkıştıran bir ağrı yüzünden ilk önce benzi attı, ağzı kurudu, yavaşça kalktı, pek iyi değilim dedi, masadakiler önemsemedi, eve gitti, anası başına ıslak bez tuttu, uzandığı koltukta bir ara kasılır gibi oldu, inledi, evi ikizlerin üzerine yaptır sana da Naciye baksın dedi, son bir yutkundu soluğunu veremeden öldü.

 Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

 

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler