Ölüm ve Ritüel

Osman Kibar tarafından yazıldı. Aktif .

ÖLÜM VE RİTÜEL

Ölüm mutlak bir gerçek ve en etkili sınavdır. Ölüm aynı zamanda en etkili silahtır ve insana öğüt almak için de ölüm yeter. Ölümü ölen yaşar ama, yasını yakınları ve sevenleri tutar. Kültürler yas geleneğinin değişik ve renkli yansımalarıyla örülüdür. Öyle ki, sevinçten çok, yas ve üzüntü ifadesi daha belirgindir. Doğumla gelen sevinç yanında ölümün verdiği acı daha ağır basar. Her doğum sevinçle ve her ölüm de üzüntüyle karşılanmayabilir. Nikah dışı istenmeyen çocuk doğumu üzüntü ve sıkıntı getirebileceği gibi, kötülerin ölümünden de mutluluk duyulabilir (Allah Rasûlü ebu-cehil’in öldürüldüğünü duyunca beş kere şükür secdesine kapanmıştır).

Bu niye böyledir?

Niye sevinir, neden üzülürüz? Buna akıl yoluyla bir açıklama getirmek zordur; ama bu tavırlar akıl dışı da değildir. Çiçekleri koklamak, çocukları sevmek, bıyık bırakmak vb. gibi doğrudan aklî olmayan ama akla da ters düşmeyen davranış ve tepkiler, kişinin veya topluluğun moral değerlerinin günlük yaşayışa yansımasıdır. Bu türlü davranışların yaygınlık ve süreklilik kazanması durumunda kültür tanımına ulaşırız. Bu noktada, bizim bir ölüm ve yas kültürümüzün varlığından söz etmek mümkündür.

Eski Japon kültüründeki ölüm karşısında gülme geleneği bir yana bırakılırsa, insanların ölümle yüzleştiklerinde üzülme, ağlama gibi ortak tepkiler verdiğini söyleyebiliriz. Ölü bunların dışında olarak, ayrı bir boyut, değişik bir zaman ve bilinmez bir ‘durum’u yaşar. Bilindiği kadarıyla, ilk insandan bu yana ölümü paylaşmanın mümkün olmadığı, bunun denenmediği söylenebilir. Hint kültüründeki kadını eşiyle birlikte yakmada bile bu gözetilmemiştir. Yâni, birisiyle ve birisi adına tam veya yarı yarıya ölmek mümkün değildir; hastalık da böyledir; paylaşılamaz. Doğum için de aynı şey söylenebilir; yine birisi adına doğamazsınız. Ve’l-hâsıl, yalnız gidilir ölüme… Bu noktada, ölümün kesin şahsîlik özelliğine sahip, mutlak bir gerçek olduğunu anlarız.

Yas kültürü, merhamet kaynaklı ağlayıp üzülmekten, ağıtlar yakma ve türlü âyin (ritüel) sergilemeye kadar geniş bir alana yayılır. Ağlama, üstünü başını yırtma, başına toprak serpme, çatlatırcasına at veya araba sürme, kanlı gözyaşı dökme, vücuduna veya çevresine zarar verme, kara renkli giyinme, beraber gömülmeye yeltenme, intihara teşebbüs… Kısaca isyân!

Ölüm kabulü kalbin durması, başın kopması, soluk alıp verememe, hareketsizlik, soğuma, katılma, kokma, çürüme ve bekleme ile gelir.

Bekleme, mâkul bir süreyi pek aşmaz. Birisinin öldüğü diğerlerince çabuk anlaşılır; yâni, diri ölünün halinden anlar! Kara haber dağlar aşıp ırmaklar geçip kişinin ocağına düşer ve ateş düştüğü yeri yakar.

Uzakdoğu kültürlerinde gerçek ölüm için aradan uzun yıllar geçmesi beklenir. Bu arada ceset evin üst katında ve yarı mumya bir durumda bekletilir. Yirmi yıl sonra cenaze töreni düzenlenir. Giysileme, makyaj, süsleme, katafalk, sergileme, bekletme, mumyalama; öptürüp koklatma, elletme, müzik, dans, alkış, takla ve benzer âyinler…

Ceset saklamanın yaygın olanı toprağa gömmektir (Hristiyanlar ‘topraktan geldik, toprağa gideceğiz’; Müslümanlar ‘Allah’tan geldik, O’na döneceğiz’ derler). Bunun yanında suya bırakma, yakma, uçurumdan atma, kadavra olarak kullanma, ranza biçiminde kazıklara oturtma, katafalka koyma, camekânda tutma, mumyalama, anıt inşâ etme, piramit, türbe yapma, taş dikme, beton atma, resim yapıştırma, kavanozda saklama gibi insanlar değişik saklama biçimiyle karşı karşıyadır. Gömme pozisyonunda esas, uzadılı biçimdir. Hititlerde küp içine oturtma şekli tespit edilmiştir. Aranırsa, birkaç biçim türüne daha rastlanabilir (Amut biçimi belirlenememiştir). En sâdesi İslâmdadır. Ölü basit bir beze (kefen) sarılarak gömülür. Yanına para, âlet, eşya, çorap, şarap şişesi, gerdanlık, bilezik, hayvan vb. gibi herhangi bir şey konmaz. Bu sayılanlar putatapıcı geleneklerde görülür. Gömme yönü İslâmiyette Kıble’ye karşı olur. Bunu enlemesine düşünmek gerekir. Yâni, ceset dik olarak değil enine ve başı sağa çevrildiğinde Mekke yönüne gelecek biçimde gömülür. Hristiyanlarda ise doğudan batıya şekli uygulanır.

Görüldüğü üzre, insanların çoğu bir kimseye sağlığında esirgedikleri ilgiyi ölümünden sonra göstermektedir. Bu, elbette sağlıksız bir tutumdur. Bunun mâkul ölçüleri aşması ise, sapkınlık olarak değerlendirilir. İslâm geleneğinde insan sağken de ölüyken de saygıdeğerdir. İslâm insanları moderniteye değil normaliteye çağırır; bunun Kur’an’daki karşılığı ‘orta yol’dur; İslâm olumlu olumsuz bütün aşırılıkları yasaklar. Bilindiği kadarıyla günümüz gerçeğinde Müslümanlar Müslüman gibi yaşayamasalar da (En azından TC için) geçen yüzyılın ilk yarısından sonra ezan, Kur’an, cenaze namazı ve Müslüman gibi gömül(ebil)me hakkı kazanmışlardır. Kefen ile gömülebilme hakkının ellili yıllarda elde edildiğini hatırlatarak, bu utançlı yakın geçmişi fazla anmayalım.

Günümüz TC’sinde saygı duruşlu ve alkışlı cenaze örneklerine rastlamak kimseyi şaşırtmıyor… Müslümanların bir zorlaması(!) olmamasına rağmen, N. Hikmet, Y. Güney, A. Nesin, A. Kaya, H. Şimşek gibi sayılı örnek dışında ateist tören gözlenmemiştir. Bu kişiliklerin yurt dışındayken, geleneği daha rahat dışladıkları anlaşılıyor. Yurt içinde ise -gereksiz yere de olsa- örfî bir ağırlıktan söz edilebilir. Oysa bu anlamsızdır. Müslümanlar Müslüman gibi gömülmek istemeyenlere bir yaptırım uygulamaz; kendilerinin Müslüman gibi yaşabilme ve gömülebilme dertleri ortadayken, bunu düşünmek abestir. Bu noktada yabancı bir aydının TC’deki garâbeti anlatan şu tespitine kulak verebiliriz:‘Türkler Müslüman olarak doğar, Avrupa yasalarına göre yaşar, Müslüman gibi gömülürler’.

Cenaze namazı bir duâdır; rükû, secde yoktur. İslâmda canlıya olduğu gibi ölüye de tapılmaz. Diğer din ve inançlardaki nekrofilist ve fetişist eğilimler ise, apayrı bir inceleme konusudur. Cenaze namazı Müslümanlar içindir. Ateist, zındık, kâfir, canı istemeyen, zevkine uymayan vb. gibiler buna zorlanamaz.

Bilindiği üzre, bizdeki ilk mızıkalı cenaze töreni (Chopen’in köpeği için bestelediği ölüm marşı ile) Berlin’de bir Ermeni tarafından öldürülen eski Selanik telegrafhâne kâtibi, cunta üyesi ve İttihat başnâzırı Tâl’at Paşa için düzenlenmiştir.

Cenazede alkış modası ise, tabulu paganist geleneklerde bile belirlenememiş, enterassante bir sapmadır! Ateist Türk aydınının dâhîyâne bir buluşudur ve yüz elli yıl sonra (Tanzimat’tan bugüne) ortaya koyabildiği tek orijinal ‘şey’dir. Devamlı veya yaygın olup olmayacağı şu ân ölçümlenemez.

Dünya kuruldu kurulalı hiçbir sahte peygamber, diktatör (tâğut, mütekebbir), dinsiz faaliyet, kişi ve ideoloji ‘ölümü yasaklama, engelleme, ölüm gerçeğine son verme’ gibi bir hayırlı girişimde bulunmamıştır. Yasak ve yasaklama işini çok seven bu tipler, iş ölüme gelince, acayip bir yasaksavar kesilmekte ve vakti geldiğinde kuzu kuzu ölmektedirler.

Doğuma sınırlama getirme, nüfus planlaması yaptırma, doğan erkek çocukları öldürme gibi târihî bir akıştan gelen kötülerin, ölüm karşısındaki aptallıkları ilgi çekicidir. Onlarla tek ortak yanımızın yalnızca ölüm olması, sonrası (öteki dünya) için de umut verici görünüyor! Oralarda bir yerde biraz fazlaca eşit bir ortamda paylaşabileceğimiz kozlar aklımıza geldikçe, îman katsayımız arttıkça artıyor…

Ülkemizde doğup yaşayıp sonra da ‘vaktidir deyip’ ölmüş kişiler için, sağlıklarında hiç uğramadıkları bir câminin masalla taşında (namaz taşı), âyetlerle bezenmiş yeşil bir örtü altındaki sandıkta uzadılı olarak yatarken, yakınlarının hem yan tarafta cigara içip hem de câmi cemaâtinden ceset için cenaze namazı talebinde bulunmaları, garip ötesi bir tuhaflıktır (Terbiyesizlik tanımlaması için hiçbir itirâzımızın olmadığını ayrıca belirtmeliyiz).

TC’de yaşayan her dereceden dine uzak yaşayışı tercih edenler ve her renkten ateistin cenaze kaldırma işini Müslümanlara benzetme çabası, kültür Müslümanlığıyla açıklanabilecek bir tutumun ürünü olabilir. Eğer ölme işi(!) İstanbul’da gerçekleşmişse, cenazenin öğle namazını müteâkip Teşvikîye Câmiî’nden kaldırılma ısrârını ise, bir türlü anlayabilmiş değiliz. Dini dışlayanların da bazı ‘bâtıl’ inançları olduğu anlaşılıyor!

Câmi cemaâtinin ömürlerinde görmedikleri bu sandıklı ceset için ‘iyi biliriz’li tanıklıkla biten bir cenaze namazı kılmaları ve Allah’tan onun için bağışlanma dilemeleri falan filan… Evet, bu ancak ‘falan filan’ ile geçiştirilecek bir gariplik hikâyesidir.

Görüyorsunuz, ölümle ilgili yazmak ne kolay! Peki, ya ölmek? Yazınız güzelse, ölümünüz de güzel olur, diyerek işi tatlıya bağlayalım.

Güzel Allahım, yazımızı da güzel yaz (âmin)…

Osman Kibar

Paylaş


     Osman Kibar’ın Eski Yazıları

 

Yazar Hakkında

Osman Kibar

Online dergiler Online dergiler