Bir İstanbul Hukuk Masalı

Said Doğrul tarafından yazıldı. Aktif .

 

Merhaba İÜHF’li,

Yine sana isminle hitap edemiyorum, kusura bakma; yüzlerce kişilik amfilerin Meksika Dalgası yapmaya müsait atmosferi, simaen aşinalığın unutkan bakışlarında hafıza jimnastiği yaptırıyor.

Sanırım ‘İstanbul Hukuk 2009 Girişliler’ grubunda tanışmıştık, Facebook kütüğüne tescil edilen arkadaşlığımız “Tek mi, çift mi?” mesajıyla başlamıştı. Uzun eşek menşeli bu soruya verilen cevap, sırtına hangi kürsünün bineceğini tayin ediyordu.

Hocaların rerorero tavırlarından haberdar değildik; Hollywood stüdyolarında vaftiz olup kâinatın gizemini çözen sakallı profesörler, bize feylesofane hayat dersleri verecekti.

Sonuçta artık üniversitedeydik: Tek noksanı bizim gitarımız olan rock grupları, atacağımız sayıları alkışlamaya hasret ponpon kızlar ve oyunculuk yeteneğimize muhtaç tiyatro toplulukları bir lider bekliyordu.

Tarihi Beyazıt Kapısından girer girmez giydirilen Yargıtay cüppesi, geçmiş zaman kipinin hayalleri hasifleştiren asidinde erimemişti henüz.

İlk gün, soran gözlerle etrafa bakındığını anımsıyorum dostum. Ne İstiklal Marşı okunan, ne de üniforma kontrolü yapılan kampüs büyük bir kazanı andırıyordu; kepçe hâlâ gaip...

Soluk benizli sonbahar, soğuk rüzgârıyla boğaz yakıp, pastil satışlarını patlatırken; metrekare başına iyi niyetli üç kişi düşen İÜHF’de insan enflasyonu vardı. Önünde sıra bekleyen 769 kişiye sabır göstermek koşuluyla, boğaz manzaralı yemekhanede elli kuruşa karın doyurabilme imkânı mevcuttu. Ayrıca tek kullanımlık bir oksijen maskesiyle, Türkiye’nin en büyük amfisinde 45 dakika esneme fırsatı elimizdeydi.

Dersler ilerledikçe, teori ve kavramların ciddi tavırlarıyla geyik muhabbeti yaptığını ve altı çizilen her hükmün, doktrindeki ateşli bir tartışmaya pişkince sırıttığını düşünmeye başladım.

Yüksek lise’ koridorlarında çalan zil, birbirine karışmış kalabalık yığınları Pavlov’un köpeğine çevirmişti.

Hukuk değil; ‘Kanun Fakültesi’nde okuyorduk, kasvetli bir Türkçe ile karalanmış kâğıtları ezberliyorduk.

Yüzyıllardır süregelen birikimi hazmetmek yerine; ikame olarak copy-paste edilmiş Kara Avrupası yasalarını hıfzetmek, “hukukçu” olmak için yeterliymiş meğerse…

Resmi evrakların boğucu denizinde kürek çekip, kötürüm beyinlerin rüşvet kokulu köhne kurallarıyla müşteri mübaşirliği yapmak, ağzımı pek şapırdatmıyordu artık.

Yine de takım elbiseye bir rozet takmak için, gözlüğünü parmağıyla düzelten bu sıkıcı amcayı dinlemek gerekiyordu.

Final takviminin kapı önüne bıraktığı yumurta sepeti, Nescafe sponsorluğunda geçen gecelere hoş bir ‘mavilik’ katmaya başlamıştı.

Havuzlu bahçeye batırılan bir turnusol kâğıdıydı aslında ilk sınavlar: Kimisi yüksek bir ortalama tutturup, puanının esiri olacaktı; bazıları ise sayfalarca çarşaf kâğıt doldurmasına rağmen sıfır alınca, İstanbul sınırlarında göçebe bir yaşam tarzını benimseyecekti.

Ses kayıtları, “Serhat Notu”, ön sıradaki gözlüklü kızın defteri; kısacası her neviden paragrafın bir talibi vardı.

Elbette, her öğün yediği hukuk kitaplarını geviş getirenlerle birlikte, günaşırı aldığı ders hapları sayesinde vicdan ağrısını kesenler de mevcuttu.

Altmış beş yaş sanrısı içinde dolanan asistanların, akademik tez inceleyen triplere girerek verdiği “x<50” rakamlar, eminim senin de finallerini ‘büt’irdi.

Sonuçta biz yazarsak saçmalık olur; kürsü saçmalarsa doktrin.

Masalın kırmızı kitaplı kızı için macera burada sona eriyor güzel kardeşim. O,  geride kalan üç sene boyunca her derse girip, kafasını kaldırmadan not tuttu. Teneffüsleri pek sevemedi, taksirle geç kalma korkusu onu hep ürküttü. Üniversite, farklı yaşantıların tetkik ve yaşam yolunun tespit edildiği bir yer değildi onun için; yaşamın ta kendisiydi, yaşamanın tek sebebiydi.

Senin için de işler pek iyi gitmedi hukukçucağızım: Fakülte içinde faaliyet girişimlerinde bulunmak üzere önce Orhan Bey’in yanına gittin. O seni Erhan Bey’e yolladı. Turhan Bey ile görüşmen gerektiği belirtildi. Sonrasında Gökhan Bey’in odasına gönderildin. İlaâhir Serkan Bey tarafından çağrıldın. Nihayetinde Orhan Bey’in konuyla ilgilendiğini; ancak kendisinin çıktığını sana ilettiler.

Öğrencisini paslanmış bürokratik çarkın dişlisinden ibaret gören zihniyet seni koridorlarda pinpon topuna çevirirken, sistemin kesif kokuşmuşluğuna itaat göstermeni bekledi.

Mevzuatta buyrulmuş tilcik yığınının tutarsız teferruatı, kanunî dayanağı olduğu müddetçe, insan hak ve hayatından hep üstündü

İlaveten, Nokta Otomasyonun dadaist tarzından veya Öğrenci İşleri memurlarının nihilist tavrından bahsetmeme gerek yok; bir masala kendimi kaptırmayacak kadar realistim.

Her masal mutlu sonla biter, biliyorum; ama mutlu sonlarda bile bir kazanan ve kaybeden olur.

Kendine iyi bak dostum, dersleri pek ihmal etme.

Hadi kolay gelsin...

Meslektaşın,

Said

Yazar Hakkında

Said Doğrul

Said Doğrul

İlk ve orta öğrenimini, gözünü açtığı şehirde tamamladı. Hukuk okumak üzere Bursa akvaryumundan İstanbul deryasına kulaç attı. Bir müddet tiyatro ile oyalandı, üç-beş kısa filmimsi çekti. İstanbul Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans programında temaşager, aynı kurumda Sosyoloji lisans talebesi. Sıfat değil, eylem olarak ‘yazar’lığını, editörlüğünü de yaptığı Fikir Adası e-dergisinin yanı sıra, sair süreli yayınlarda sürdürüyor. Şu an ise uzak ülkelerde, davulun sesinin geldiği yeri bulmaya çalışıyor. İleride cennetlik olmak istiyor.

 

Kafa Kâğıdı:       |  

Online dergiler Online dergiler