Yoktan Var, Vardan Yok Olmak | Hilal Yaşlı

İskele Editörü tarafından yazıldı. Aktif .

YOKTAN VAR, VARDAN YOK OLMAK

Bahar geldi yine buralara… Hava, su ve toprak anne karnındaki bebek gibi en hızlı ve gözlenebilir değişimlerin, dönüşümlerin içinde. Daha da ileri gidecek olursam en belirgin yaratılmalarını yaşıyor yeryüzü, her bahar olduğu gibi… Yoktan var olmanın, vardan yok olmanın en kaba simülasyonunu izliyoruz, fark etmeden.

…altı günde gökleri ve yeri yaratan … Allah'tır.”  Peki yaratma fiili sadece yerlerin ve göklerin var olmasıyla son mu bulur ki? Bu faaliyet her an, gözümüzü açıp kapatmamızda geçen süreden bile daha az zamanda gerçekleşiyorsa, yaratanın ihtişamı ve şanı daha görkemli olmaz mı?

Televizyonda görüntü oluşumu “her an yeniden baştan aşağı, her zerremize kadar oluşumu” özetler cinsten. Ekran piksellerden oluşuyor ve her piksel ayrı ışık demetleriyle aydınlatılıyor. Her görüntünün oluşması için aydınlatma işlemi saniyede binlerce kez tekrarlanıyor. Bu şekilde bir akış yakalanıyor. Biz asla bir görüntüden diğerine geçme aşamasındaki ışığın “yokolması” ve “varolması” nı fark etmiyoruz.

Filmlerde her sahne birbirine eklenerek süreklilik yakalanıyor. Çizgi filmlerde bir karaktere bir hareket yaptırabilmek için birçok fotoğraf karesinden faydalanılıyor. Her sahne, her fotoğraf bir öncekinin yok olması, bir sonrakinin var olmasını temsil ediyor. Bu döngüyle hayranlıkla izlediğimiz olay, durum akışı elde ediliyor.

“…Dilerse sizi giderir-yok eder ve yeni bir halk getirir.” Çiçeklerin her bahar açmasını, sonbaharda yaprakların dökülmesini, havada ve toprakta suyun döngüsünü, insanın doğumundan ölümüne uğradığı dönüşüm ve değişimleri, gece ve gündüz oluşumları, mevsimleri… ve daha birçok şeyi o kadar ruhsuz ve ihtişamsız, rutin şeyler olarak öğreniyoruz ki… Duyduğumuzda bizi sarsacak şeylerin hiç bir önemi kalmıyor bizim için. Sanki hepsi kendiliğinden oluyor, sanki biz de yapabilirmişiz gibi aynılarını…

Milattan önce yaşayan Zenon paradokslarıyla bilinir. Bunlardan bir tanesinde bir ok atıyoruz. Diyoruz ki x zamanda y kadar yol aldı. Ancak saniyelerin binlerde biri ( an )  kadar bir zamanda oku gözlemlersek okun hiç yol almadığını göreceğiz. Her anda bir fotoğraf çeksek okun hiç hareket etmediğini görürüz. Ama atılan her okun hareket ettiğini ve hedefe vardığını biliyoruz. Bunu paradoksun tek çözümü : Hareketlerimiz de yoktan var olma- vardan yok olma örnekleridir. Bir zaman- mekanda ölür, diğer zaman- mekanda yeniden diriltiliriz.

“Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?” Yer, gök ve arasında kalan tüm yaratılmışlar tüm bunlardan farksız aslında. İlkokul okuyan herkes –hatırlıyorsanız- maddeleri bilir; atomlardan oluşurlar, elektronlar, protonlar, aralarındaki bağlar… gözle görülemeyen ufacık, minicik yapıtaşları. Einstein’ la beraber keşfedildi ki bu zararsız ufak yapılar kendi içlerinde yaramazlar gibi oradan oraya sürekli hareket ediyorlar. Biz onları durağan görüyoruz ama değiller. “kütlesi ve hacmi olan şeyler” olarak tanımladığımız madde özünde E = mc2 formülüyle hesaplanabilen “enerji”dir. Canlı- cansız her şey, evrende bulunan herşey enerjidir. Enerji değişir ve dönüşür.  İronik olansa enerjinin madde gibi bir kütlesinin olmamasıdır. Enerji elle tutulur, gözle görülür de değildir. 

“Bir de onlar dediler ki: "Biz bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” Evrende olan hiç bir şey aslında bulundukları yerlerde durmuyorlar. Evren, kendi içinde sürekli yer değiştiren, yer değiştirirken sürekli bir zaman ve mekânda yok olup, diğer zaman ve mekânda var olan, elle tutulup gözle görülemeyen “yaratılmış”lardan oluşuyor. Evren, her an her yerde tekrar yok edilip yeniden yaratılıyor.

Sanatçılar yapıtlarında içerik mi, edebi yön mü önemli diye tartışırlar hep. Görünüşe göre – göremediğimiz kadarıyla- yaradan yarattıklarında, ilahi kitabında, evren kitabında yaptıklarını o kadar ince işlemiş, o kadar zevkimize uygun süslemiş ki kör oluyoruz, göremiyoruz ötesini.

Çiçeklerin kokularına, renklerine vurulup, yağmurun hoşluğuna bakıp, akıp giden her şeyin ahengine kapılıp düşünemiyoruz arkasındaki daha ilginç, şaşırtıcı, kendilerine hayran bırakan gerçekleri.

Ve belki de, tam da her parçamızın kaderine yazılan “ yoktan var olma” alışkanlığındandır her şeyden çabuk sıkılmamız. Belki de bundandır sürekli tatil arayışlarımız, mekan değiştirmelerimiz, sürekli yenilenmeye aşık oluşumuz. Doğarken büyümeye, büyürken yaşlanmaya, ölüme yazılı oluşumuz…

Her an, her yerde yaratılmanın hazzına, ötesinde bilincine varmaktır boynumuzun borcu. Yaratılmanın kitapta yazılmış, olmuş bitmiş bir olgu, bir kelam olmadığını bilerek yaşamaktır borcu ödemenin yolu. “Allah katında bilinen vaktin gününe kadar...”

Hilal Yaslı

Paylaş


     Hilal Yaşlı'nın Eski Yazıları

 

Yazar Hakkında

İskele Editörü

Online dergiler Online dergiler