İskele Editörü

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

GERÇEKLERLE VAR OLMAK

Herkes kendi hayatını ilmek ilmek işlerken, sadece kendi yaşamına değil diğer insanların yaşamına da katkıda bulunan insanlar vardır. Ellerinde bir fenerle yolları aydınlatır gibi varlıklarıyla çevreye güç katarlar. İsimleri hiç bir zaman unutulmayacak insanlardır onlar. Yaşamlarını hayatın gerçekleri uğruna bir çırpıda feda edebilecek, kendi yaşamlarından, aşklarından, ailelerinden vazgeçebilecek; gayeleri uğruna emanet olan yaşamlarını seve seve verecek insanlar... Hiç tereddüt etmeden, bir an bile duraksamadan...

 Hayatta ender rastlanacak bu insanlardan biri Malcolm X.’dir. O'nun hayatı gerçeği aramak ve ona sahip çıkmaktan ibaret. Bir yanda hayatta kalma mücadelesi, diğer yanda kimlik arayışı sarar yaşamını. O şehirden bu şehire, umut kovalamacası ile sürüklenir. Denenmiş, hatta hayatının vazgeçilmezi olmuş kötü alışkanlıklar artık onun yol arkadaşıdır. Hırsızlık, dümencilik, demir yolları onun hayatından gelip geçmiş deneyimlerdir mesela... Ve sonra dört duvar arasında bir mola verir ve kendini orada keşfeder. Ardından İslamiyet ile tanışır.

Malcolm X kendini İslamiyet’te bulur. Fıtratına yavaş yavaş kavuşur, kavuştukça yaşama lezzetini almaya başlar, hayatın kendisine kattığı her türlü kirden arındığını hisseder; fakat içinde bulunduğu grupla, gerçek İslamiyeti yaşaması imkânsızdır. Bunun farkına varana dek bu grup için canla başla çalışır. Malcolm X, Afro-Amerikalılar için umut, gelecek, kendi seslerinin, hayatlarının ifadesi... Belki de tutunulacak bir dal... O bunun farkında olduğu için onların özgürlüğü adına mücadele vermeye sımsıkı sarılır. Birçok şehirde, üniversitelerde eşini, çocuklarını bir kenara bırakıp konuşmalar yaparken, çok sevdiği liderinin, kurtarıcısının yüz kızartıcı şeylerle meşgul olduğuna dair haberler alır. Bunu öğrenmesine rağmen onu bırakamaz. Yine konuşmalar, konferanslar düzenler. Diğer taraftan kurtarıcısını nasıl temize çıkaracağı hakkında düşünüp durur.  İşler umduğu gibi gitmez ve kurtarıcısı tarafından düzeni bozduğu (!) için gruptan ihraç edilir. İhracın asıl sebebinin çekememezlik olduğunu sonradan anlar. Bir süre kendisi ve atıldığı grup hakkında düşünür. Doğrusu yanlışıyla geçen on iki yılı gözden geçirir. Afro-Amerikalılar için daha çok fayda sağlayacak bir grup oluşturmaya karar verir. Şimdi, Malcolm X için gerçek bir Müslüman olma zamanıdır, asıl liderle, asıl Kitapla buluşma vakti gelmiştir. Perdeler yavaş yavaş kalkmaya başlar.

Bir başlangıç daha var Malcolm X' in hayatında. Hac zamanı ve Mekke yolları elbette. Tüm düşüncelerini alt üst eden; siyahıyla, beyazıyla kardeş olunabileceğini öğretebilecek bir ortam... En can alıcısı da gerçek İslam oradadır. Bu zamana kadar yaşadığı, Müslümanlık diye kendisine verilen her şeyin asıl İslam’dan  farklı olduğunu anlar. Bir kez daha yenilenir ruhu. Yıkanır tövbeleriyle, yakarışlarıyla. Sadece namaz kılabilmek için çektiği acıdır, günahlarından kurtulmasının vesilesi belki de. Allah' ın kendisini bir an bile terk etmediğini hisseder. Malcolm X kitapta bunu şöyle açıklar: " Allah çeşitli vesilelerle her zaman ve her yerde yanınızda olduğunu sık sık gösterir size, yeter ki O' nu gönlünüzden hiçbir zaman çıkarmayasınız."

Yeni planlar, yeni umutlar, yeni bir yaşam çantasında; en güzeli yeni ve en doğru inancı kalbinde, Amerika yollarına düşer. İnancından güç alarak kaldığı yerden devam eder yeni grubunun çalışmalarına. Aynı zamanda kendisine planlanan suikastın haberlerini de alır. Buna rağmen ne korku vardır onun hayatında ne de geriye dönen bir adım... Bir konferansta konuşmasını yaparken vücudunda on altı kurşunla hayata gözlerini yumar. Hayatı acılarla, mücadelelerle geçen bir şahsiyettir. Benim ondan öğreneceğim en önemli şey hayatı oluşturan gerçekleri sahiplenmek, her daim doğruyu aramak ve ona sahip çıkmak...

Tüm samimiyetimi toplayarak aynanın karşısına geçiyorum. Bir yanım, beni bana yansıtmasını isterken, diğer yanım sanki başına geleceklerden korkuyor. Cesaret, vefa kalmış mı diyerek kırılmış, yıpranmış kalbimin derinliklerinde gezinmeye başlıyorum. Bir yanda tutulmamış sözler, diğer tarafta bu sevgilerde neyin nesi, benim yanımda olmayı hak etmiyorlar diyen, kendini toparlamaya çalışan son haddinde bir iman, sanki bu kalp sadece bana ait olmalı diye haykırıyor. Biraz daha ilerleyince bir köşede saklanmaya çalışan geçmişin acıları, günahları tövbe beklerken beni karşılıyorlar. Bütün bunların arasında neredeyse kaybedeceğim, yitik hazinem olan doğrularıma ihtiyacım var. Tekrar hayata döndürmek, sadece birkaç önemli günde değil; yaşadığım her an önden gidip bana ışık olsunlar, yolumu aydınlatsınlar diye onları bulmaya çalışıyorum. Zaman geçip hesap günü gelmeden tek doğrum olan Yaratan' ı ve O' nun elçisini kalbimde arıyorum.                                                                                                                                                                                                                                  

Esra Arpacı

HAVADA BİR KIRGINLIK VAR

Dr.Emrullah'a…

havada bir kırgınlık var hafız;

herkes birbirine dargın gibi.

rüzgar imtina etmiş etekleri savurmaktan,

güneş bile utangaç bu aralar, görünüp kaçıyor

şefkat bekleyen çocuklar gibi.

 

otobüsler emek taşır,

saat ekmek vaktidir,

binlerce hayat trafikte,

binlerce suskun;

bulutlar dökülmüşte yeryüzüne,

bir damladan nasiplenememiş gibi.

 

ve onca gidenin, bitenin ardından

bir yolcunun sahipsiz bavulu,

otobüs geçmeyen duraklar gibi,

içimde bir sessizlik var hafız,

bütün cümlelerimi yitirmiş gibi…

 Hasan Budak

ISLAK CÜMLELERİN DEMLİ SATIRLARI

Bir semavi hüznün mısraları çınlıyor kulaklarımda, usulca oturuyor ruhumun kıyılarına…

Tam da bir yatsı vakti üflüyor ruhuma Fatiha,  şifadır deyip sürüyorum mısralarımın eline avucuna…

Bulutlarda asılı kalmış Hû’lar yağıyor rahmet olup,

Vav’ın secdesinde kıvrılmış acılar…

İnce ince ıslanıyor ellerim, rahmetin damlalarında.

Bir adım kala sönüyor ışıklar, bitiyor yağmur, yine kupkuru kalıyor ellerim mürekkebi olsa da kalemin…

Sızıyor aydınlığı sarı lalelerin, beyaz tuğlalara yansımış hecelerin, çınarlık ağaçların veliahtı olmuş sandalyelerin…

Gece buluyor meşkini, aydınlığında…

Üfleniyor ruha seda, derde deva…

Sessiz bir mısra başlıyor ağlamaya, hangi sevda kaldı darda ?

Sarılıyor ruhum evvela, aç kalmışlığın çaresi Mevla’ya.

Elif olup başlıyor ilkin, nokta ile son buluyor bu rüya…

Süheda Ersöz

İSTANBUL İŞTE

Gökkuşağından çalıntı bir hayattır İstanbul...
Bazen denizin ortasındaki eski sandal kadar ıssızdır insan,
Bazen denize dökülen bir bardak su gibi kaynar gidersin.
Ah İstanbul...
Şairleri satır satır kendine âşık eden körpe güzelsin.
Bastığımız her taşın altında bir ılık sevda...
Bakın şu boğaz köprüsüne!
Asya ve Avrupa el ele vermiştir tüm yalnızlara inat...
Her gece bir fahişe gibi süslenir, bir de İstiklal.
Bir geceliğine unutturur adama imkânsız sevdaları.
Bir vapur iskelesi gibi gelgitli hayatta, yine bir vapurda bulursun huzuru
Kıyı silikleştikçe, nefes nefes türküdür kulağında sokak gürültüleri
O'na nasıl bağlanıyorsak caddeler öyle kenetlenmiştir birbirine
Bütün sokaklar, martının kara sevdası denize...
Bahar Gülhane'de cananın bir gamzeli gülüşüdür.
Pierre Loti'de kızıl çayla bir taze simittir kahvaltı
Hepsi birer gelin gibi yalılar, dizelenmiştir kıyıya
Bir annenin şefkatli kolları gibi sarar Boğaz'ın mehtabı
Büyülü gözlerini, imkânsız aşkı Galata'ya dikmiştir Kız Kulesi
İstanbul değil mi işte!
Aşkın her hali kalbinde...
Bir yanda Asya ile Avrupa, bir yanda Kız Kulesi ile Galata!

 Sümeyye Demircan

YALAN

Bir umuttu büyümeye çalışan çiçek

Kaldırımın altında kök salmaya çalışan düşler

Hapsettik onları griye renklerin büyüsünü tek bir renge emanet ettik

Saklandı düşler, umutlar katledildi bize kalan griye boyanmış yapma bir hayattı

Ve bizim büyümüş gelişmiş şehirlerimizde moda olan sözcüktü


Yalan

En sonunda küçük bir kız öğrendi güvenmemeyi

Kuşkularla boğdu masum mutluluklarını

Acıdı kendine acıdı dünyaya

Elinden bir şey gelmedi

Nefretle büyüdü insanlara

Nefret ettiği insanlara dönüştü

Sebebi

Yalan

Kaç kalp kırdı bu düşman

Kaç insanın masum yere ölmesine sebep oldu

Kaç cana mal oldu kaç hayata

Bir kılıç oldu

Öldürdü ışığı beyazın içinde siyah yarıklar açtı

Yalan

Daha ne kadar sürecek bu saltanatın

Daha kaç pembe hayal can verecek ellerinde

Başkalarına sağladığın anlık saltanat

Daha kaç asır seni vazgeçilmez kılacak

Ve insan

yalanı alet etti yaratmak için korkular yalanı kullandı savurmak için gerçekleri

Karanlık asi verdiği özgürlük sahte

Ektiği yalanı biçti siyah tohumlar halinde bıraktı toprağa, toprak kurudu su lanet okudu Hayat vermedi kötülüğe

Kurak bir dünyada var olan insan meyvelerini neden esirgedi yaşam diye düşündü

Oysa o da herkes gibi ömrümde bir kez de olsa bir yalan tohumu atmıştı çevresine

Bir düşün yok olmasına bir kez de olsa sebep olmuştu.

Bir hançerdi oysa yalan kalbimizi avutmak isterken sapladığımız

Fark edemedik kendi acımızı kendi arttırdığımızı

Döküldü sözcükler

Hançere saplanan kelimeler

Siyahı sürdü düşlere

Kapattı perdelerini güneş

Unuttu doğmayı

Bu mateme can veren sevdiklerinden gelen 

Yalan

Ucunu yırttı sevinçlerin

Kısa zaferler vaad etti

İhtişamına kapılan insan sonunda aldandı

 Ve gerçek başladı söylenmeye

Sonunda kaçtığımı sandığım anda yakaladı beni takip etti sessizce en zayıf anımda Rüyalarımda yakaladı beni

Ağız dolusu sözcük savurdum ben de ona

Ben siyah bir kentin beyaz yüzüyüm

Daha karartamadın rüyalarımı uykularımı bölemedin

Düşlerimi sakladım en derinimde 

Aklın eremedi göremedin

Yalan bir kahkaha patladı

 

Eski Türk filmlerinden kalma kötülük tiratları mahiyetinde döşedi kelimeleri

Ben siyaha can veren tohumum 

Sen ne sanıyorsun

Ben unutulur muyum

Ben insanların kaybettikleri yolum

Ve gerçek son darbeyi indirmek için seçti sözcüklerini

Mahvettiğin hayatlar kırdığın hayaller sonun olur merak etme

Sunduğun saltanatın verdiği güç

Benim tek bir cümlemle yıkılır

İşte o zaman sana sığınan insanın vay haline

Aynur Erden

GÖZYAŞI

Terleyen gözler, hıçkırığı barındıracak cesarette değil,

Ruhun ve kalbin damıttığı gözyaşını besteleyen gözler önünde eğil!

Gözyaşı…

Yüzleri arındıran ab-ı hayat…

Sır berzahında hikmet kapısını çalacak tefekkür fidanının beslendiği su kaynağı…

Acziyet perdesinden basiret fışkırtan erdemli davranış!

Ağlamak mertliktir! Ağlamak his insanının özelliğidir. His insanı ise insanlığın şerefli mertebesi…

Ağlayalım… Kuytular gözyaşı bekler. Hüzne acıkan dünyayı mesut edelim ve hıçkıra hıçkıra ağlayalım. Öksüzlere, yetimlere, açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun akbabalar tarafından parçalanmasını çekip yılın fotoğrafçısı ödülünü alıp zalimliğin heykeli olan bahtsıza ağlayalım. Kalbini dilsiz kılanlara, gövde gösterisi gibi bizlere sunulan sanat eseri gözlerini âmâlaştıranlara, secdenin öptüğü alınların seccadeyi sulamadan vedasına, imâna susayan gönüllerin haykırışının yankı bulamayışına, müslüman olup da dinini yaşayamayanlara ve asıl hüzne hüzünlenenlere ağlayalım…

Efendimizin ifadelerinin hikmetini düşünüp fark edince bir hüzün damlası da ona bahşedelim ve şimdi ona kulak verelim… Hüzün Peygamberi (sav) de bu konuya değinmiş ve şunları söylemiştir:

“Mahşerde, cehennem kıvılcımlarının insanları kovaladığı hengâmede, Cebrail Aleyhisselam elinde bir bardak suyla görünür. Ona, “Bu ne?” diye sorarım ve bana şöyle cevap verir: “Bu, mü'min kulların Allah korkusuyla ağlayıp gözlerinden döktükleri gözyaşlarıdır ve şu korkunç kıvılcımları söndürecek tek şeydir.”

"Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mü'min kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe haram etmesin!"

“Allah korkusuyla gözyaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe girmez. Bir kul üzerinde, Allah yolunda yapışan tozla, cehennemin dumanı bir araya gelmez."

Bu hususta şunu da ilave etmek gerek, Hz. Ömer'in gözyaşlarının iki yanağında iz bıraktırmasını sağlayan, Cüneyd-i Bağdadî gibi Seyyidu't-Taife sayılan önderlere, ağlamayı, Kur'ân okuma ve teheccüd namazı kılmanın yanın­da, vird edindiren de hikmet sahibine, çilingirin bizzat kendisine duyulan aşktı…

Ayrıca Allah’ın müstesna kullarından Bürde el-Abide isimli zat da çok ağlama şerefine erenlerden! O kadar çok ağlardı ki, bu sebeple kendisini ayıplayanlar olurdu. Onlara; “Eğer siz, kıyamet günü, günahkârların ağlamasını görmüş olsaydınız benim ağlayışımı çok bulmazdınız!” derdi.

Bu zatların ufkundan bakabildiğimiz çok çok nadir anlarda hissettik ki hüzün bereket toprağının yağmurudur. O yüzden kâinata kazandıracağımız her bir fikre gözyaşı serpiştirip öyle sunalım…

Hüznü kadeh kadeh içip gözyaşı sarhoşu olalım…

Bulut olalım… Dolunca hemencecik ağlayıverelim; ama çok uzun olmasın yıldırım hıçkırıklar… Güneş nasıl ki bulutun gözyaşını siliyor biz de hakikat güneşimizi hatırlayalım ve gökkuşağı açsın yüzümüzde…

Yüzümüzdeki nur tohumları sulanmak bekler… Samimiyet süzgeci hassastır tohumda, gözyaşı ile teri ayırt eder!

Gözyaşı barajları kuralım, şebekeler döşeyelim gönüllere, kalplerde his kesilince onları sarsacak samimiyet biz olalım…

Hüzün potası ekvator gibi olsun! Ayırt etmeyelim, bütün vakalara ağlayalım… Hâlâ Rabbimiz’ e kavuşamamış olmamıza, şu dünyada imansız fikirler varken onların soru işaretleri zifirindeki fener biz olamadığımız için, Efendilerin Şah’ının sahabesi olamadığımıza, bir gün yüksek bir yere ulaşmak isteyen Efendimiz bir taş bulun dediğinde ayağının altına başını koyup buyur sana bir taş Ey Peygamber diyen Ömer(r.a) biz olamadığımız için, O’ nu korumak için O’na gelen okun önüne kolunu koyan biz olamamamıza,  ruhun dünya gurbetini yudumlarken bedende çektiği ızdıraba ağlayalım...

Ardından da gönülden istenildiğinde esirgemeyip veren en merhametliye yönelip dua edelim:

Ey sırların çilingiri! Göz çukurlarımıza şelaleler nasib eyle.

Mizânda amel defteri elimize verildiğinde elimizden damlayacak bir umman gözyaşı bahşet…

 

Ömer Faruk Koç

 

Online dergiler Online dergiler